Siyasi ve sosyal olaylara bakışımızda elbette ki inançlarımızın payı büyüktür…
O yüzden çoğu kere objektif olamayız. Zaten her meselede de objektif olmak gerekmez.
Kişinin dünya görüşü, dini inançları, vatan, millet, bayrak sevgisi, insani değerleri, onu gayrı şuuri olarak etkilemeye devam eder. O da tarafsız olduğunu sanarak eğilimlerini, baktığı meseleye yansıtır…
Şunu itiraf edeyim ki, ben de bazı konularda tarafsız olamıyorum. Mesela vatan, din, ordu, tarih bunlardandır. İnancım şu ki bu konularda bitaraf olan bertaraf olur. Dolayısıyla ben tarafım ve olmaya da devam edeceğim.
Üzerinde hassa olduğum bir diğer konu ise asayiştir. Dahilde asayişten yanayım ve asayişi bozacak her şeye karşıyım. Kim adına ve ne adına olursa olsun…
Bu fikri terbiyeyi de övünerek belirteyim ki Bediuzzaman‘a borçluyum. O zatı tanımadan önce bir çok meselede infiale kapılır ve icabında yanlış yönlere, sonu tahrip olan meselelere de çekilebiliyordum…
Bediuzzaman‘ın üzerinde hassasiyetle durduğu iki konudur, asayiş ve ordu. Eserleriyle tanışmış olmaktan büyük gurur duyduğum bu zatın temel yaklaşımı “ittihad” yani birlik ve beraberlik. Bunu bozan her şeye karşıdır…
Nitekim bir eserinde “Ben Sultan Selim‘e (Yavuz) biat etmişim. Onun ittihad-ı islamdaki fikrini kabul ettim. Zira o, vilayat-ı şarkıyyeyi (Doğu ve güneydoğu vilayetlerini) ikaz etti; onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar o azamandaki şarklılardır” der.
Bütün amacı birlik ve beraberlik olan Bediuzzaman‘ın asayişe taraftarlığı bana başlangıçta tuhaf gelmişti. Şef döneminin baskılarına karşı kıyafetini bile asla değiştirmeyen ve bu tavrından dolayı rejim muhalifi suçlamasını yiyen Bediuzzaman‘ın asayiş ve ordu sevgisi bana çelişki gibi gelirdi…
Ondaki ordu muhabbetini de yeterince anlayamazdım.
Ancak geçen süre içinde, birlik ve beraberliğimizin korunmasında, ordunun ne kadar önemli rol oynadığını görerek, ona hak verdim ve ben dahi o noktaya geldim.
Hatta o, kendisine yöneltilen bütün eleştirilere ve ordu hakkındaki tezviratlara rağmen, Türk Ordusu‘nu, “Peygamber ocağı” diye nitelemiş ve ”kahraman ordu” diye selamlamıştır…
Rejim muhalifi bir islamcılıkla suçlanmış, zindanlarda süründürülmüş, hiç bir sosyal hakkı verilmemiş bir insanın, rejimin temel direği gibi görünen orduya bu kadar sempati duyması, gerçekten manidardır ve anlaşılması güçtür…
Ama onun yaklaşımını kavrayanlar, hemen şunu fark ederler ki, Bediuzzaman bir devrimci, bir ihtilalci değil, bir ıslahatçıdır. Problemi devletle değil insanlarladır.. Çünkü temeli sarsılan öncelikle insandır. O yüzden de asla kavgadan yana olmamıştır, sulhten ve barıştan yana olmuştur…
***
Bu uzun girişi, orduda bir süreden beri yaşanan bazı acı ve tehlikeli oyunlara temas etmek için yaptım.
Yapılan bu yanlışlıklarda, islam adına ortaya çıkan bazı siyasi grupların yanlışlıklarının da rol oynamış olabileceğini anlatmak istedim.
Evet islamı yaşamak isteyenler, bugün kendi vatanlarında bile mağdur durumdalar… İkinci sınıf insan muamelesi görebilmekte, haksız yere zindanlara atılabilmekteler. Hatta hatta Cezayir’de olduğu gibi, toplu kıyıma bile maruz kalabilmekteler…
Dinlerini yaşamak isteyenler de tabii olarak buna karşılık vermeye kalkışıyorlar… Ama doğru, ama yanlış. Çoğu kere de ajite edildikleri için yanlışlar yapıyorlar ve mevcut yönetimi müslümanların üzerine çekiyorlar…
Bu doğrudur.
Ama bir doğru daha var ki, devletin tepe noktalarına çıkmayı başarmış bazi mason ve farmasonlar, ellerinden geldiği kadar devleti din aleyhine kışkırtıyorlar…
Mesele edilmeyecek küçük talepleri bile bir rejim sorunu haline getiriyorlar. Bu zındıka komiiteleri elbette ki, keyfi, küfri ve sefih tabiatlarının gereğini yapıyorlar. Ancak kullandıkları vasıta devlet olduğu için, halk ile devlet hızla birbirinden uzaklaştırılıyor…
Çünkü temel amaç bu. Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerinde Arapları Vahhabiler, Türkleri de Talat Paşa temsil etmiş, bu ikisi arasındaki kavganın adı da Türk-Arap kavgası olmuştur…
Bugün de dinsizliklerini, “rejim” diye dayatanlarla uyumsuzluklarını “rejim aleyhtarlığı” olarak ortaya koyanlar arasındaki kavga, demokrasi – islam kavgası şeklinde yansıtılıyor.
Önce bu uyumsuzları bahane edip müslamanları, demokrasi düşmanı, iyilik düşmanı, huzur düşmanı şeklinde lanse ediyorlar; sonra da onları, kendi vicdanlarında “her türlü zulme müstahak zararlı mahluklar” şeklinde mahkum ediyorlar…
Şundan emin olabilirsiniz ki, bu tür yaklaşım içinde olanların büyük bir kısmı bu millete de, onun dinine de hışım duyan batıcılardır.
Büyük Reşit Paşa, Talat Paşa, Enver Paşa… Bunlar Osmanlı paşalarıydı. Ama Osmanlı’nın yıkılmasında Batılılar’dan daha büyük veballeri olmuştur… Bu insanlar güya iyi niyetle Osmanlıyı modernize etmek isityorlardı. Oysa Batı’nın yıkıcı telkinlerinin menhus meskelerinden başka bir şey değillerdi…
***
Bugün de Türkiye üzerinde aynı oyunlar oynanıyor. Vatanını seven, ordusuna bağlı, askerine selam duran, çocuğunu düğün halayı ile askere gönderen bu milleti, ordusundan, devletinden ve vatanından soğutma senaryoları uygulanıyor…
Güya mürteci grupların askere sızmaya çalıştığı bahane edilerek, askeriyede namaz kılan, babası sakallı, anası örtülü, ailesinde bir dini cemaat veya vakıfla alakalı şahıslar bulunan her ordu mensubuna, sorgu sual etmeden işten el çektiriyorlar…
Son 15 yıl içinde bu tür sayısız operasyonlar (!) gerçekleştirildi. Büyük emeklerle yetiştirilmiş yüzlerce subay, yüzbaşı, başçavuş işten el çektirildi.
Bunları yazmamaya özen gösterdim. Birinci sebep orduya duyduğum sevgi, ikincisi de Bediuzzaman’dan aldığım ders…
Ama görülüyor ki bu iş, bir tedbir olmaktan çıkmış, bir kıyıma dönüşmüş. Daha yakın zamanda, içinde profesör tabiblerin de bulunduğu bazı subay ve astsubayların kendileriyle alakasız birliklere sürüldüğüne dair bilgiler geldi. İlgi göstermedim… Yazmadım
Ama son olarak bütün komutanlıklara gönderilen 19 maddelik bir tamim var ki, buna katlanmak mümkün değil… İnsan bu maddeleri okuyunce kendisini, Fransa’da veya eski Sovyetler’de hissediyor…
Yemin ediyorum bu, vatanperverlik değildir. Aksine, ülke insanlarıyla ordusu arasında huzursuzluk yaratmaktır…
Her meseleyi dış parmaklarla izah etmek yanlısı değilim ama, bu işte dış parmak olduğuna inanıyorum. Çünkü başka türlü izah edemiyorum.
Önce toplumla orduyu birbirinden uzaklaştıracaklar, sonra toplumu ordu hakkında, orduyu da toplum hakkında şüpheye sevk edecekler…
Ardından da Cezayir’de olduğu gibi orduyla halkı karşı karşıya getirecekler…
Ama inşallah Cenab-ı Hakk bu tezgahları bozar. İnsaflı komutanlar bu işin yanlışlığını görür, Batının gizli planlarını akim bırakırlar.
Çünkü bu ordu gökten inmedi. Efradı benim evlatlarımdır, kardeşimdir, amcamdır, dayımdır ve yeğenimdir. Siz geldikleri köken açısından bu insanları ayıklamaya başlarsanız, resmen ve devlet eliyle ayırımcılık ve bölücülük yapmış olursunuz…
Zaten düşmanlarımızın da istediği budur…
Mete Buluthan