Ben müslüman bir Türk’üm. Bir Osmanlı torunuyum.
Beni tanırsın. Dedelerin de delerimi tanırdı. Ben de seni tanırım.
Sen hrıstiyansın ben müslümanım. Geçmişte seninle değişik zamanlarda din kavgaları yaptık. Senin ataların, kutsal toprakları “kafir” bildikleri müslümanlardan kurtarmak için din adamlarının organize ettiği haçlı seferlerine katıldılar.
Bu topraklara kadar geldiler. Bu topraklar üzerinde ve sizin topraklarınız üzerinde sayısız kere savaştılar. Ama bunların hepsi erkekçe savaşlardı.
Tarih onlar hakkında hükmünü vermiş bulunuyor…
* * *
Sonra, benim atalarım karşı atağa geçtiler… Önce Anadolu’yu, ardından da Balkanlar’ı ve Doğu Avrupa’yı kendi topraklarına kattılar…
Bu topraklarda -sen de bilirsin ki- adaletle hükmettiler. Elbette ki, mağlubun galip hakkında müsbet düşünmesi beklenemez. Ama tarih Osmanlı’nın alicenaplığını bugün teslim ediyor…
Benim dedelerim güçlüydü. Ama bu gücü asla mazluma karşı kulanmadılar. Daima zorbalara karşı kullandılar…
Bilirsin, senin deden Fransuva, Almanlarla giriştiği savaşta mağlup düşmüştü. Kendisi de Almanlar tarafından alınıp hapsedilmişti…
Senin nenen, yani Fransuva’nın annesi, Alman barbarlığını önlemesi ve oğlunu kurtarması için benim dedem Süleyman’a mektup gönderdi. Ve dedem, o günün Efendisi olarak, Almanlar’ın elinden dedeni alıp Fransa’ya iade ettirdi…
Bunu bilirsin.
Dedem bununla da kalmadı, senin halkının gemicilerine, kendi denizlerinde rahatlıkla ve hiç bir para ödemeden ticaret yapma hakkı verdi. (Siz, zaman içinde bunu kapitülasyon olarak bize dayattınız ama şimdi onu anmanın zamanı değil. Çünkü o olayların hepsi tarih oldu…)
Sonra Allah size nusret verdi. Siz güçlenirken biz geriledik. Daha sonra da topraklarımızı işgal ettiniz. “Sizin bu topraklarda ne işiniz vardı?” demiyeceğim çünkü siz de bana “Deden Fatih’in Toronto’da ne işi vardı?” diye sorarsınız…
O yüzden, sizin buralarda ne işiniz vardı? demeyeceğim. Zaten Allah’ın takdirine kim karşı çıkabilir ki…
* * *
Ve bildiğiniz gibi Sizin Halkınız soylu bir ihtilal gerçekleştirdi. Bu ihtilal ve inkılap bütün beşerin hayatını değiştirdi. İnsani değerler, öncelik kazandı ve sonunda Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi yayınlandı…
İnsanların birbirine karşı, ne pahasına olursa olsun, insanca davranması gerektiği bütün insanlık tarafından karara bağlandı…
Din savaşları dünyadan elini eteğini çekti.
İnsanların inançlarında hür oldukları, kimseye inancından dolayı müdahale edilemeyeceği kabul edildi…
Demokrasi, temel felsefe haline geldi. Ve insanların yaşama hakkının en kutsal değer olduğu benimsendi…
Her halk kendi toprakları üzerinde özgürce ve insanca yaşama hakkına sahip oldu…
Gerçi, Sizinle aynı inancı paylaşan Almanlar’ın ve İtalyanlar’ın faşist emelleri yüzünden insanlık, tarihinin en acılı savaşlarını yaşadı. Siz de bu savaştan zarar gördünüz. Ama sonuçta yine de insani değerler ağırlık kazandı…
* * *
Bugün hala güç sizde. Tanrı’nın takdiri sizin iradelerinizle tecelli ediyor…
İradenizi, doğru kullanırsınız, yanlış kullanırsınız, bu sizi ilgilendirir. Ama neticede, ilahi takdir siz hrıstiyanların emellerinden yana tecelli ediyor…
Bu bir şereftir. Her şerefin de bir bedeli vardır.
Eğer ilahi kaderin size yüklediği bu sorumluluğu siz şereflice temsil edemezseniz, Allah onu sizden alır, başkasına verir. (Nitekim bizden aldı…) O zaman siz merhamete muhtaç duruma gelirsiniz…
………
Bu açık mektubu size yazıyorum. Umarım size ulaştırılır…
Çünkü sizin Batılı ülkelere çağrıda bulunduğunuzu ve 48 saat içinde cevap vermelerini istediğinizi öğrenmiş bulunuyorum.
Eğer bu süre içinde size hiç bir ülkeden cevap gelmezse, tek başınıza Sırp canilerine müdahale edeceğinizi de duyurmuşsunuz…
Bu yürekli ve erdemli çıkışınızı saygıyla karşılıyor ve bu irade karşısında tevazuyla eğiliyorum…
Ben itiraf edeyim ki acizim. Biz müslümanları idare eden liderlerin hepsi “ana çocuğu”. İçlerinde yürekli bir tek insan bulamazsınız.
Yani görülüyor ki, biz müslümanların hayatı da siz alicenaplarının insafına kalmış.
Elbette ki ilahi takdir nezdinde biz bunu haketmiş olabiliriz. Bosnalılar da böyle bir acıyı…
Ama Bosna-Hersek’te yaşananlar, artık bir musibet olmaktan çıkmıştır. Bir insanlık dıramı haline gelmiştir. O yüzden de sadece biz müslümanları ilgilendirmiyor. Sizi de ilgilendiriyor. Hatta daha çok sizi, siz mütegallibeyi ilgilendiriyor…
* * *
Sayın Cumhurbaşkanım!
Size “Cumhurbaşkanım” derken bir Türk olarak kalbimin bir yerlerinde acı duymuyor değilim. Ama aczimi itiraf ediyorum…
Ve utanç içinde size yalvarıyorum. Şu sırp barbarlarına müdahale edin. Onlara insanlığın hala ayakta olduğunu gösterin. Sizin buna gücünüz yeter…
Sizi yapacaklarınızdan dolayı minnetle anıyorum. Ve eğer böyle kutlu bir işi yaparsanız, Hz. Muhammed’in, Hrıstiyan Habeş Kıralını minnetle andığı gibi ömrümün sonuna kadar minnetle anacağım…
Ve sizin adınıza kıyamet günü Rabbimin huzurunda şehadet edeceğim…
Siz Hırıstiyan bir halkın efendisisiniz. Bu hareketlerinizle müslümanların da hamisi olursunuz.
Ve umulur ki Allah, bu gayretinizden dolayı, size iki dinin ecrini verir…
Sizi saygıyla ve şerefle selamlıyorum… Ve bütün islam dünyası adına ayaklarınıza utancımı seriyorum…