Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneğinde, -74-75 döneminde yapılan değişiklikler hariç tutulursa- sivillerin Anayasa yapması veya değiştirmesi geleneği yok…
1921 Anayasa’sının siviller tarafından yapıldığını ileri sürebilirsiniz. Doğrudur. Ama bu sivillerin tamamı Osmanlı geleneğinden gelen askerler, devlet adamlarıdır ve daha da önemlisi halktır…
Osmanlı geleneğinde ise, teokratiklik suçlamalarına rağmen, sivillerin yasa ve anayasa yapması vardır.
Fatih ve I. Süleyman Kanuni -ki lakabını da kanun koyuculuktan alır- yasa teşkil edecek kanun koymuşlardır. Keza Ahmet Cevdet’in hazırmladığı Mecelle bir anayasanın bütün rükünlerini camidir…
Osmanlıların ilk siyasi belgesi Sened-i İttifaktır. Ayanlar ile II. Mahmut arasında akdedilen bu anlaşma, hem ilk demokrasi hareketidir, hem de ilk defa padişahın yönetimde ortak kabul etmesidir.
Gülhane Hattı Humayunu ise sivilleşme açısından atılan ilk adımlardandır ve gayrı müslim halka islam halk ile eşitlik hükmü getirir. Bu, gizli bir laikleşmedir de aynı zamanda.
Sonra 1876 Kanun- Esasi gelir. Bu anayasa tamen sivillerin eseridir ve bugünkü anlamda anayasalarımızın anasıdır. II. Meşrutiyetin ilanıyla bu anayasaya yeni maddeler eklenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini teşkil eden Büyük Millet Meclisi Kanun-ı Esasi‘si de tamamen Osmanlı geleneğinden gelen bu insanların eseridir…
Hiç birisi Cumhuriyetin pısırıklığını, aczini, batı uşaklığını yaşamamış serazad asker ve hamiyetperver devlet adamlarıydı. Daha doğrusu halkın içinden gerçek usulde seçilip gelmiş halktı… Temel hedfleri de Türk milletinin ihyası ve ibkası idi… Hiç birinin allengirli bağlantıları, Batıya veya şuraya buraya diyet borçları yoktu… Sadece ve yalnız milletin hayrını düşünüyorlardı.
Onların koruma duvarları da yoktu halktan korkuları da. Tabi şunu yaparsak irtica hortlar, bunu yaparsak şu kesimin çıkarları zedelenir diye bir dertleri de….
Bu insanlar teker teker yok oldular. Nesilleri tükendi. Cumhuriyetimizin 3. yılından itibaren herşey değişti. Kendilerinden bağımsızlıığımızı aldığımız Batı’nın her alanda kucağına oturduk…
Her işte Batı’nın gözünün içine bakan, kendisini Batıya göre ayarlayan, dinini, mukaddesatını bile onların hatırı için rüşvet veren zihniyetler devlete hakim oldu.
Eğitimimiz, bu batı yalakçılarının bolca üretildiği tezgahlara döndü. Zamanla, milli devlet kavramı askeriyeye ve askeri okullara has bir fantezi haline geldi. Daha doğrusu Türk devlet geleneğinin kırıntıları bir tek bu ocaklarda varlığını sürdürebildi.
O yüzden de iyi veya kötü, Cumhuriyet tarihi, bütün anayasalarını askerlere borçludur… Askerlerin gözetiminde oluşturulan bir anayasa metninin, sivil hayata mutabakatıaskeri disiplinin sivil hayatla mutabakatı kadardır…
Üstelik, bizim anayasalarımız hep olağansütü hallerin neticesidir. O yüzden de sayısız geçici maddeler ihtiva eder. Anayasayı yapanlar, daha meşru sivil idareleri alaşağı ettikleri için, kendilerini sorgulanmaktan korumak için anayasaya dokunulmazlıklarını sağlayacak maddeler de sokmuşlardır…
Sonra bu anayasalar çok teferruatlıdır. Sanki yasalar manzumesi değilde, kanunlar mecmuasıdır… O yüzden de hayatı daraltıcı maddeler ihtiva eder…
Cumhuriyet anayasalarının en temel zaaflarından biri de, hep devleti, bir takım muhayyel düşmanlara karşı korunmaya yönelik maddeler içermesidir.
60 Anayasa’sının da 80 anayasasının da ruhu “batıcı”dır. Maddeler, batılılaşmayı önlemeye muktedir, ha deyince devletin temelini dine dayalı halegetirecek karanlık güçlere karşı sed teşkil edecek maddelerle doldurulmuştur. Asla ve asla, milletin kabiliyet ve beklentileri kale almamıştır…
Milletin taleplerinin yasaya aktarılması yerine, birtakım zinde ve kurtarıcı güçlerin millete zorla benimsetmek istedikleri bir dünya görüşünü dikte etmeye yöneliktir… O sebeple de bütün anayasalarımız, üzerinden daha iki sene geçmeden, çatlar, patlar, yırtık çuvala döner…
60 anayasası, solcuları memnun etmeyi amaçlamıştır. 80 anayasası ise Batılıları memnun etmeyi amaçlar… Yasa koyucuların yaklaşımı hep “devletin kudsiyyeti” üzerine kurulmuştur. Bu devletin ruhu laiklik, amacı Batıcılıktır.
O yüzden de toplumun hiç birkesimi tatmin olmaz…
* * *
Şimdi Meclis, 80 Anayasası’nın ölü doğmuş maddelerine yeniden hayat kazandırmak istiyor. Bazı maddelerin değiştirilmesini arzu ediyor.
Peki yapabilecekler mi?
Ben size şimdiden söyleyeyim:
Hayır!
Niçin derseniz, çünkü hiç kimsenin millet murunda değil. Batı bazı maddeleri değiştirmemizi istiyor. Biz de bir şeyler yapmak için Mecliscilik oynuyoruz.
Güya kişi hak ve hürriyetlerinin batı sıtandartlarına ulaştırılması sağlanmak isteniyor. Ama RP hariç, hiç kimse 24. maddenin getirdiği yasakların da bu kapsamda olduğunu kabul etmiyor. Bu madde dini faaliyetleri sınırlayan maddedir.
Sanki Türkiye’de her mesele bitti, dincilerin devleti ele geçirme çabaları kaldı… Bugün devletin temellerini dine dayandırmak için mücadele veren bir kaç küçük grup var… Bunların büyük bir kısmı da bizzat sistemin ürettiği mevhum düşmanlardır.
Sistem kendi varlığını sürdürmek için düşmanını kendisi üretiyor, sonra da toplum nezdince kıyamet kopararak, bakın bunlar bizi ortaçağa götürmek istiyorlar diye avaz avaz bağırıyor.
İşte Cemalettin Kaplan, işte Aczimendilik… İkisi de Rejim yanlısı medyanın ve onları el altından yönlendiren karanlık güçlerin ürettiği gulyabanilerdir…
Burada itirazımız, bu insanların şahıslarına yönelik değildi. Onların önce alkışlanıp sonra rejime kurban edilmeleri oyunudur…
Bizim çifte standartlı rejimimiz, varlığını PKK’ya, Sol örgütlere, teröre ve bir kaç radikal islami gruba borçludur. Bunlar olmazsa bu rejim bu iki yüzlülüğünü sürdüremeyecektir…
* * *
Türkiye’yi de içine alan islam dünyasında, bir gelişme, bir potansiyel enerji mevcut. Batılı sosyal bilimciler bunun farkında. Ancak ellerindeki verilerle bu gücü tanımlayamıyorlar.
Bu “tanımlanamayan güçlü sübje” batıyı tedirgin ediyor. Ancak bu gücü isimlendiremiyor da. Bazan fundamentalizm diyor, bazan terör diyor, bazan anti demokratiklik diyor. Ama net olarak teşhis koyamıyor… Onları çıldırtan da bu…
Çünkü dünyanın eski bütün güç odakları ve düzenleri teknoloji destekli Batı kültürü karşısında havlu atmış durumda. Direnen ve gittikçe de direncini arttıran tek şey islam… Onun için de bu gücü kaynağında kurutmak istiyorlar. Bunun yolu da ekonomik ve kültürel açıdan boyunduruk altına aldıkları müslüman ülke iktidarlarını kullanıyorlar…
Ve ne yazık ki, daima da Çillerler, Demireller, Saddamlar, Hüsnü Mübarekler, Faysallar buluyorlar… Bu liderler vasıtasıyla islam toplumunda giderek yoğunlaşan bu potansiyel gücün kinetik duruma geçmesini engellemeye çalışıyorlar…
Şu anda Meclis’te yaşanan anayasa kirizinin temelinde de bu gerçek yatıyor…
Çünkü yaklaşım şu:
Her türlü fikre -bölücülük de dahil- her türlü anlayışa “evet”. Ama islami gelişmeye hayır! O yüzden de fikri düşünce özgürlüğüne sürekli kotalar konuyor…
Bu sebeple de işin içinden çıkamıyorlar. Şimdi RP, 24. maddenin de değiştirilmesini istiyor. Ama diğer partiler “hayır ona dokundurtmayız” diyorlar…
Neden, dediğiniz zaman “O maddeyi değiştirirsek şeriat gelir” diyorlar…
Bu iki yüzlülük sonunda Meclisi kitliyor. Referandum’a gidemiyorlar. çünkü referanduma gittikleri zaman bu iki yüzlülüklerini topluma anlatamayacaklar. Öyleyse tek çare kapalı kapılar ardında işi bitirmektir. O yüzden kandüşmanlar bir araya geliyor. Düne kadar birbirine olmayacak hakaretler eden liderler birbirine iltifat yağdırıyor…
Sizi temin ederim ki bu yakınlaşma Patronun, emriyledir. Amerika ve Batının talebiyledir. Bu iş bittikten sonra yine kedi köpek görüntüleri sergilenecektir…
Meclis’tekiler, ne zaman milletin egemenliğini ve iradesini herşeyin üzerinde tutarlar o zaman uzun süre değiştirilmeyecek yasalar da çıkarırlar. Aksi takdirde iki yıl sonra bu yasaları da tashih etmek zorunda kalacaklar…
Yahut yine askerler gelecek kendi bildikleri gibi bir anayasa yapacaklar ve yapmaları da tabiidir…
Mete Buluthan