Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, Rabbin ‘kahraman ordusu’ olmaya layık olduğunu gösterdi. Ve üstelik bu kere dâhildeki bir hıyanete karşı durarak!

Dış düşmana karşı direnmek, savaşmak fıtridir. Fakat dâhildeki düşmana, haine karşı direnç göstermek ciddi bir feraset ister… Bu, başarıldığı için şu millet hakikaten tebrike şayandır.

O gece kimin aklıyla karar verildi, kim o işi akıl etti bilmiyorum ama –bir rivayete göre Turgay Güler söylemiş ki onun bu tür sezgileri vardır- fevkalade bir hamle idi sela okumak. O selalar bir anda milletin mazlum ve ağzı dualı insanlarını işe müdahil kıldı. Bu da o fitne ateşinin söndürülmesinde müessir oldu.

O gece arka planında yaşananları, o selaların ve yere düşen masum kanların o fitne ateşini nasıl tüm Anadolu sathına yayılmaktan alı koyduğunu hissedin! Bir anda ‘gayba iman’ınız ‘meşhud’ bir hal alır! O gece, dua ile cihat ruhunun el ele verdiği, görülmeyen orduların işe müdahil olduğu bir gece oldu Elhamdülillah. Haza min fadli Rabbi!

Evet, bu halk bir kere daha “Çanakkale geçilmez!” demişti.

“Çanakkale”, hıyanetin sahnelendiği bir yer olmuştur hep tarih boyunca. Atinalılar, Truva atlarıyla gelmişlerdi Çanakkale’ye, Batılılar da masum halklardan devşirdikleri askerlerle gelmişlerdi Birinci Cihan Savaşı öncesinde. Bu kere ise ‘Batı’, bizim içimizden birilerini Truva atı yapmıştı. Yine beceremediler çok şükür!

Amma bir tarihi yazgı var! Çanakkale geçit vermediği halde hep yıkılmış ve perişan olmuştur. Birinci Cihan Savaşında bu millet, Çanakkale’yi geçirmemek için tüm imkânlarını kullandı. 400 bine yakın evladını harcadı… Bütün zinde güçlerini yitirdi Çanakkale’yi geçirtmemek için… Ama gözlerini açtığında imparatorluğunu, devletini, şevketini ve izzetini kaybetmişti…

Millet yine de yılmadı. Elinde kalan topraklar üzerinde onurlu yaşamak için canını dişine taktı ve bir istiklal harbi verdi. “Bağımsızlığımı kazandım” derken bir de baktı ki, etrafı Sevr Sıra Dağları ile çevrelenmiş bir Ergenekon’a mahkûm edilmiş!

Millet 80 yıl boyunca o Ergenekon’dan çıkma mücadelesi verdi. Biliyorsunuz Ergenekon Destanını.

***

İl Han komutasında Moğollara karşı girilen bir savaşta Türkler, ağır bir yenilgi alırlar. Türk büyüklerinin hepsi kılıçtan geçirilir. Küçük gençler ve çocuklar ise esir alınır.

Esirlerin arasında İl Kağan’ın oğlu Kayı ve dokuz yeğeni Dokuz Oğuz da vardır. Bu gençler, bir süre sonra bir fırsatını bulup esir tutuldukları yerden eşleriyle birlikte kaçarlar ve hiç kimsenin ulaşamayacağı dağlar içinde bir vadiye sığınırlar. Buraya Ergenekon adını verirler.

400 yıl boyunca bu vadide yaşayıp çoğaldılar. O kadar ki artık Ergenekon’a sığmaz oldular. Sonunda kurultayı toplayıp sıkışıp kaldıkları Ergenekon çıkmaya karar verdiler. Ancak nasıl çıkacaklarını bilmediler.

Tam bu sırada bir bozkurt önlerine çıktı. Bilge kişiler bildi ki bu bozkurt onlara yolu göstermek istiyor.  Onu takip etmeye başladılar. Hakikaten de Bozkurt onları vadiden çıkarmıştı.

Sıkıştıkları vadiden çıkıp atalarının eski yurtlarına gelen Türkler, eski düşmanlarıyla savaştılar. Tüm düşmanlarını yenerek eski bağımsız ve onurlu yaşamlarına kavuştular. Atalarının öçlerini de almış oldular…

***

Ben şahsen, Birinci Dünya Savaşından sonra bize dayatılan Sevr’i, böyle bir yok ediliş ve Türklerin yeniden bir Ergenekon’a sığınma seremonisi gibi gördüm hep… Bunu da hep işledim.

80 yıl boyunca o Ergenekon’da kaldık. Millet hep kendisine yol gösterecek, cendereden çıkaracak o ‘Bozkurt’u bekledi… Önüne çıkan her siyasi lidere inandı ve ona imkân verdi. Her seferinde inkisara uğradı. Sonunda 80( ). yılda, biri çıktı ve millet ona inandı: Recep Tayyip Erdoğan!

Millet onu o bozkurt kabul etti. Onun, milleti Ergenekon’dan çıkaracağına inandı. Şu ana kadar da ona güveni ziyadeleşiyor… O da kendisine verilen bu güvene layık olmak için elinden geleni yapıyor…

***

Cumhuriyeti, ‘batının projesi’ olarak gördüğümü bilirsiniz. Elbette ki, o dönem idarecilerinin başak seçenekleri yoktu diyebiliriz. Koskoca Osmanlının baş edemediği bir bela ve baskıya Mustafa Kemal ve arkadaşlarının direnmesi imkânsızdı. Bununla birlikte ellerinden geleni yaptılar mı bilemiyorum.

Ve artı olarak, şu dönemin “rahmet” diyebileceğimiz meyveleri de oldu.  Cumhuriyet rejimi sayesinde bireysel hürriyet ve demokrasi ile tanıştık. Kur’an’ın tavsiye ettiği meşveret ve şuranın, toplum için ne anlam ifade ettiğini anladık. Ve bildik ki, “re’y-i vahid” olan saltanat yönetimi, dinî ve Kur’anî ve insanî değildir. İnsan tabiatına zıddır. İstibdadın (baskıcı ve sınırlayıcı zihniyet), “dinin, Kuranın ve insanın inkişafı” önünde, ne büyük bir mani olduğunu gördük… Bizi ortaçağın karanlığında durduran cehalet, tefrika ve zaruretin asıl müsebbibinin, bu kişisel teşebbüsleri önleyen, saklı siyasi ve bilimsel istibdat olduğunu öğrendik ki bu bilgi için insanın yarı ömrü gitse azdır.

Sonra hurafelerle bulanmış dinimizin tasaffisi için yeniden kaynaklara dönme ihtiyacı duyduk. Çünkü bu dönemde dayatılan ‘cebri laiklik’, bizi dinimizden uzak tutmuştu uzun süre…  Bunlar güzeldi.

Ancak gerek harf inkılabı, gerek kıyafet değişikliği, gerekse laiklik adı altında Türk milletinin İslam’dan soğutulması ve sadeleştirme adı altında dildeki tüm imânî ve dini kavramların yok edilmesi ve gerekse kurulan Tarih Kurumu sayesinde, tarihimizin kahramanlarının ve gerçeklerinin ters yüz edilerek, Türk milletinin mankurtlaştırılması, mana ve misyonundan koparılması bizi biz olmaktan çıkarmıştı.

O çabalar sonunda Türk milleti, onu Türk ve Müslüman kılan değerlerden mahrum etti ve böylece Batı için bir tehlike ve tehdit olmaktan çıkarıldı. Türk milleti, zihinsel bir Ergenekon’a hapsedilmiş oldu. Düşünün ki dört kıtada at koşturan ordumuz, laikliği korumayı “kızıl elma”sı bilecek derekeye düşürülmüştü!

80 yıl boyunca o vadiden çıkamadık! Her ne zaman çıkmak istediysek, her ne zaman bir lider bu millete eski değerlerini hatırlatacak bir şey yaptıysa ya onu darbelerle indirdiler ya da öldürttüler… İşte 15 Temmuz gecesinde de aynısı yapılmak istendi. Fakat bu sefer millet, buna fırsat vermedi. Darbeye karşı göğsünü siper etti ve liderini de kaptırmadı…

***

Amma size haber vereyim. Bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Düşünün ki bir İsrail devletini kurdurabilmek için Batıya iki kere cihan harpleri yaptırdılar. Şimdi ise Büyük İsrail devletini kurdurmak istiyorlar. Dimağı beyni ve gücü Siyonistler tarafından işgal edilmiş Batı –ve tabii Amerika- bizi o Ergenekon’a yeniden sokmak, yeniden uyutmak için elinden geleni yapacaktır. Yeni darbelere ve yeni ihanetlere başvuracaktır! Bu, cümlenin malumudur.

İşte ben de tam bu konuda bir şeyler söyleyeyim diye sözü bu kadar uzattım ve izahat yaptım. Ta ki söyleyeceklerim kötü maksatlılar tarafından şuraya buraya çekilmesin. Ta ki sözüm yerine ulaşsın… Ta ki “aman ha!” dediğim konularda öküz altında buzağı aranmasın!

Öncelikle sözüm SİYASETÇİLERe!

Birincisi; Emin olun ey siyasetçiler, eğer millet şu tankların önüne göğsünü siper etmeseydi, şimdi çoğunuz ya hapiste olurdunuz ya ölmüş! Millet sizi kurtardı Allah’ın izniyle.

Bu fedakârlığı da sizin ona değer verdiğinize inandığı için yaptı. Geçmişte CHP, onlara tepeden bakmıştı, o yüzden de CHP bir daha iktidar yüzü görmemişti. Siz de onlra benzemeyiniz diye sizleri ikaz etti. Şu milletin cansiperane Ak Parti’nin yanında durması, emin olun ki Tayyip Erdoğan’ın onlara karşı hep samimi davranmasıdır. O yüzden, o da lazım olunca onun uğruna canını ortaya koydu. Şu millete karşı samimi ve saygılı davranmak daima lehinizedir.

“Şu bela neden başımıza geldi” diye biraz düşünürsünüz de ibret alırsınız diye size bunları hatırlatıyorum. Bu milleti hor görmemeniz ve ona hizmeti ibadet bilmeniz için Allah size bir ibret gösterdi. “Halka karşı kibirli davranmazsanız ben de size her sıkıntıda imdat ederim!”, demeye getirdi.

Allah’tan korkun. Bu toprağın altı da var. Unutmayın!

Allah mağruru ve zalimi sevmez!  Allah müstağniyi sevmez, Allah bahili sevmez, Allah “hüsnayı (iyiyi/ hakkı ve güzeli) tasdik etmeyeni”, kadir bilmeyeni sevmez!( ) Siz millete şefkatli şefkatli olun ki Allah da size merhamet etsin!

Şurada belediye başkanlarına özellikle seslenmek istiyorum, lütfen halka “efendileriniz” gibi davranın. Onlara tepeden bakmayın ki iktidarınız devam etsin! İşte bakın sizi yine onlar kurtardı Allah’ın keremiyle… Bu halkı beğenmemek, tepeden bakmak, işini tavsatmak sizi helak eder eder emin olun.

Hatırlayın, ASKERLERİMİZi de milletten böyle koparmışlardı. Subaylar eskiden halkın içinde yaşarlardı. Pazarda, çarşıda onlarla birlikte alışveriş yapar halkın halini bilirlerdi. Sonra onları lojmanlara aldılar. Lojmanların içinde ordu pazarları kurdular. Her türlü ihtiyaçlarını giderecek alanlar oluşturdular. Ucuz, korunaklı ve halktan uzak. Sonra milletin halini unuttular. Millet de onlara yabancılaştı. Ve Peygamber Ocağı olan o yüce ordu, fesat ve darbeler yurdu haline geldi…

Şu darbe onların da kendilerine çeki düzen vermelerini, hadlerini bilmelerini sağladı elhamdülillah. Şimdi acilen, şu kurumu yeniden Peygamberin Ocağı haline getirecek tedbirler alınmalı. Tam vaktidir. Allah muazzam bir imkân bahşetti şu ordunun, tarih içinde yaptığı hizmetleri yeniden üstlenecek kıvama getirilmesi için… Milletin şu darbe teşebbüsünü göğsündeki iman ile söndürmesinin, millete bahşettiği şu güzel nimetlere bakın! Yüz yıl bekleseydik, şu yapısal operasyonları yapacak fırsat bulamazdık. İşte Allah’ın işleri böyledir( ). Ordunun ipini zındıkanın elinden alıp yeniden milletin eline verdi çok şükür! Görene!

İkincisi; DEVLETi şu hain yapılanmadan temizlemek elbette ki hakkınızdır. Bu bir iman-küfür meselesi olmasa da, sizin meşru iktidarınıza, illegal şekilde kast edene, haddini bildirmek ve hıyanetin kökünü kazımak hakkınızdır/ hakkımızdır!

Fakat biz müminiz ve Müslümanız! Ahirette hesap vereceğiz. Başkaları inanmasa da biz biliyorsunuz ki her amelimizden ve her kararımızdan sual edileceğiz. Mümin, öfkesini yutabilen ve affedebilendir!

Dolayısıyla size zulmedildiğinde bile siz zulmedemezsiniz!

Canına, malına ve ırzına (iktidarına) kast edeni o anda öldürme hakkını Kuran mümine vermiştir. Lakin onda dahi israfa varmaya hakkınız yoktur. Ama siz onu teslim almışsanız artık adaletle hükmetmek zorundasınız. Kur’an “vela teziru vazireten vizre uhra” diyerek, en öfkeli olduğunuz ve öfkenizde de haklı bulunduğun zamanda bile Allah size “adil” davranmayı emrediyor. “Birinin yaptığı hatadan kardeşini mesul tutmazsın!” diyor.

Rabbim şu hadisede dahi adil davranmanız için size acip bir örnek verdi. Bakın darbe hazırlayıcılarının en tepesinde yer alan Tümgeneral Mehmet Dişli, AK Partili Şaban Dişli’nin kardeşi. Şu generalin intikamını şu kardeşten almak reva mı? Adil mi?

Hayır! Zulümdür ve zulmün ta kendisidir. Öyleyse, tezviratın ve bireysel intikamların tavan yaptığı şu zaman ve zeminde, devletin tepe noktasındaki idarecilere çoook büyük iş düşüyor.

İdarecilerimiz, ya bu adaletsizliklere göz yumarak, bigâne kalarak,  kendilerini muzlum mertebesinden zalim derekesine düşürecekler. Veya yüreklerindeki gayzı eriterek, öfkeyi bastırarak adaletle hareket edecekler… Allah’ın lütuf ve inayetini üstlerine çekecekler.

Herkesin “Paralelci” avına çıktığı, bir takım aklı evvellerin, kendilerinden olmayan herkesi aynı torbaya doldurma çalıştığı şu hengâmede, yapılacak adaletsizliklerin, Devlet ve hükümet büyüklerinin boynuna asılacağını unutmasınlar! Bir başka sıkıntı var ki onu sonra detay yazacağım. Birileri ısrarla Risale-i Nur talebelerini şu paralel terör örgütüne dahil etmeye çalışıyor ki aman dikkat!

İşte görüyorsunuz, iki kardeşten biri darbeyi hazırlayan ötekisi o darbeye karşı duran! Aman ha dikkat

Üçüncüsü; devletin içine sızmış şu hain çeteyi temizlerken, DEVLETİ AYAKTA TUTAN RÜKÜNLERe hasar vermemek gerekir!

Özellikle de, bir yandan da ayrılıkçı bir terör örgütü ile uğraşırken, askeri ve milli kuvvetleri iş yapamaz hale getirmek telafisi mümkün olmayan neticeler yaratır!

Elbette batının içimizde eli, sadece Paralelcilerden ibaret değil. 60 darbesini yapanlar, 12 Mart muhtırasına zemin hazırlayanlar, 80 darbesini yapanlar, 28 Şubat Post modern darbeyi gerçekleştirenler FTÖ değildi. Şu hainlerden kurtulalım derken, ordunun içine sinmiş vaziyette duran ve asıl paralel örgütlenme olan o eski -batıcı/modernst/laikçi- islam karşıtlarına teslim etmeyelim memleketi yeniden! Yılanları temizleyelim derken, ejderhanın ağzına kendimizi düşürmeyelim bir daha.

Ordunun içinde çok sayıda eğilim bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Sadece Kemalistler yok, batıcılar var, ulusalcılar var, milliyetçiler var ve hakikaten dindar vatanperverler var. Şu cinnet ortamında peteği, eşek arılarının bıraktığı zehirli ballardan temizleyelim derken, peteğin kendisine zarar verilmemeli. Benim şahsen endişem, ordunun yeniden balyozcu ve ergenekoncu çetenin eline geçmesidir! Çünkü geçmiş darbelerin tümünden onlar sorumludur.

Dordüncüsü; Devlet, uzun süre devam eden bir geleneğin, damıtarak oluşturduğu bir düzenektir. Kendisine has, huyları, halleri ve ahlakları vardır.

Mesela Türk devleti, hep bir “baba” rolündedir. Derisi geniştir. Toleranslıdır. Bu milletin dahi abası geniştir. Şu millet, devlet abasının altında 32 millete yer verebilmiş ve hepsini asırlarca, kardeş kardeş idare etmiştir. Şimdi o abanın altına gizlenmiş bir kısım hain ve asalakları temizleme zamanıdır. Bu ayıklamayı yaparken yeni kırılmalar ve kırgınlıklara meydan vermemek çok önemlidir! Osmanlı,  İran’la giriştiği bir siyasi mücadele –ki Osmanlı tarihen de haklı idi- esnasında incittiği bir kısım Türkmen ve Yörük (Alevi)  tebaasının asırlarca kazanamadı. Osmanlının zaafa düştüğü her seferinde, düşmanları, o unsuru kullanmaya kalkıştılar… Şu operasyonları yaparken, düşmanın kullanabileceği yeni kırgın unsurlar var etmeyelim!

Esasında, şu darbeyi planlayan ve paralelcileri de maşa gibi kullananların asıl niyeti tam da bu: Toplum bünyesinde yeni küskünler yaratmak!

Çünkü Kürtleri ve Alevileri yeterince kışkırtamadılar. Daha doğrusu ne Kürtler ne Aleviler onların istediği şeyi yapmaya yanaştı! Onların istediği Arz-ı Mevud’(Vaad edilmiş topraklar)un, Türkiye içinde kalan kısmı olan Güneydoğu! Güya oraları Kürtler için istiyorlar ama yalan! Sonunda onu nihai sahibi olduğunu iddia ettikleri İsrail’e verecekler tüm Ortadoğu Coğrafyasıyla birlikte. Büyük İsrail Devleti kurulabilsin diye. BOP zaten odur!

Eğer Devlet baba, şimdi şu ayıklamayı adilane yapmazsa, içimizde yeni küskünler oluşacak. Yeni bir “neo-Alevilik” var edeceğiz. Türk ve İslam düşmanlarının, içimizde, bize karşı kullandıkları hainlere yenilerini eklemiş oluruz! Dikkat edin, şu paralelci örgütün tabiatı, Şiileşmeye, Alevileşmeye –sakın yanlış anlaşılmasın, şu kavramları tahkir manasına kullanmıyorum-  daha elverişli. Çünkü kendilerini Sünnilikten çok heterodoks düşüncelere daha yakın konuşlandırıyorlar. Hatta birinci ağızdan bir kardeşe söyledi, biri ona demiş “Ne var bizi de Aleviler gibi Şiia gibi farklı bir mezhep sayın canım!”

Onların asıl amacı Türk devletini yıkmak değil. Asıl amacı, Türkleri ve Türk devletini, şu coğrafyada yapmak istedikleri operasyonlara mani olmayacak hale getirmektir. Evet, şu coğrafyada yaşanan tüm sıkıntıların sebebi Para Babası Siyonist Yahudilerin, Büyük İsrail devletini kurma niyetidir. Onlara göre vakti geldi geçiyor. Irak o yüzden parçalandı. Suriye o yüzden parçalandı. Mısır o yüzden kontrol altına alındı. Ürdün zaten teslim vaziyette… Arabistan, eğer bu plana karşı tutunabilecek durumda olsaydı onun da başına badireler gelirdi. Hem daha gelmeyeceği de belli değil.

Onların amacı Kürd’e bir devlet vermek de değil. Hem Irak’ta hem Suriye’de yapılan tek şey, Türkmenleri temizlemek ve bölgeden atmak oldu. Neden ibret almıyorsunuz. Şimdi eğer, devletin rükünlerini imha ederseniz, yakın bir gelecekte getirilecek Güneydoğu Anadolu bölgesi ve Hatay (İskenderun dâhil)  sorunun nasıl halledeceksiniz? Çünkü buralar asıl istedikleri bölgeler! Şimdilik buraları Kürtlere vermek istemeleri yarın onlardan rahatlıkla alabilecekleri içindir.

Beni şom ağızlılıkla suçlayabilirsiniz ama ben size daha önce de bu tür uyarılar yaptım!

Size, 1997’nin (28 Şubat süreci) rövanşını 2002 ve 2004’te alacağınızı söylemedim mi?

Ben size ta 2008 Eylül’ünde “bugün baş düşman bildiğiniz paralelcilerle birlikte vesayetçi gaddar rejimin hakkından geleceksiniz, referandumu başarıyla geçeceğinizi” demedim mi?

Sonra şu insanlarla derin bir kavgaya girişeceğinizi, hatırlatarak her iki tarafı da şu noktaya gelmemeleri konusunda uyarmadım mı?  Ey iktidar şu cemaatin desteğini kaybetme, ey cemaat şu iktidara hainlik etme demedim mi? Eğer birbirinizle kavgaya tutuşursanız önce cemaat kaybeder sonra iktidar… sizi birbirinizle vururlar demedim mi?

Ben size, “aman 2015 ve 2016’ya dikkat edin! Ülke parçalanmanın eşiğine kadar gelebilir!” demedim mi? 2015’te bir tehcirin yaşanmasının söz konusu olacağını haber vermedim mi? Nitekim bir yığın paralelci kendisini yurt dışına attı.

Ve keza 2014’ten itibaren önünüzün açık olduğunu, bu sürecin, İslam’ın tüm dinlerin üstünde hâkim bir din olma yoluna girdiğini, eğer istikamet üzere giderseniz, ta 2083’e kadar şartların sizin lehinizde olduğunu söylemedim mi?

Şimdi yine diyorum ki, devlet içinde şu kara düzen ve bodoslama tırpanlama devam ederse, paralelciler yüzünden diğer nur talebeleri de mağdur edilirse, Risale-i Nura karşı başlatılan şu öfke sürdürülürse, şu veya bu şekilde onların okullarında okumuş, selam vermiş, vaktin bir yerlerinde onlarla birlikte olmuş herkese darbeci muamelesi yapılırsa, sıkıntı olur…

O gruptan olup da pişman olacaklara bir liman var edilmeli ki oraya sığınsınlar. Şimdiki düzende, hakikaten pişman olanların sığınabilecekleri, toplanabilecekleri bir alan bırakılmadı.

Peygamber efendimiz, Mekke’nin fethi sırasında bazı noktaları ve evleri sığınılabilir ilan etmişti. Ta ki o ana kadar İslam olmamış fakat şimdi gözü açılanlar –veya mecburiyetten- İslam’ı kabul edecek olanların sığınabilecekleri bir yer olsun diye…

Anayasa çalışmalarına –Kürtleri temsil etmiyor olsalar da- HDP’lileri de katmalısınız.

Zira çok yakında sadece darbe teşebbüsleri ile değil Güneydoğu’nun ve Hatay’ın bizden koparılması senaryoları ile de uğraşacağız! Askerin morali derhal düzeltilmeli.

“Şu kurum işin içindeydi, lağvedin!”, “bu adamlar işin içindeydi imha edin!”, “şu düzenek onlara hizmet etmiştir kırın!” bürokrasiyi memursuz, okulları öğretmensiz, kışlayı komutansız, karakolu âmirsiz bırakmayalım. Asıl sıkıntılar şimdi başlayacak zira. Bu ülkenin dirlik düzenliğe artık çok daha fazla ihtiyacı olacak!

Ben sayın Cumhurbaşkanımıza ve bu millete ilahi teyidin devam ettiği kanaatindeyim. İnşallah da bu devam edecek. Ama yine de insan tedsiri elden bırakmamalı!

Beşincisi; bendeniz fakir, 2008’de bir Talut ve Calut kıssası anlatmıştım. Sonra da Talut ile Davut’un mücadelesinden bahsetmiştim. Ve demiştim ki, “Kur’an, Davut ile Talut mücadelesinden söz etmediğine göre, inşallah bizimkiler de kavga etmez!” Ama kavga ettiler. Şimdi anlıyorum ki bizim Davut’umuz Kur’an’ın ahkâmıyla değil Tevrat’ın ahkâmıyla hareket ediyor. Talut’u da kendi zeminine çekiyor. Eğer Talut şu zemine girerse, kaybedecek. Çünkü ‘Amalikler’ onu kendi meselesi haline getirecekler.

Evet, Amerika (yani kıssadaki Amelika) şu darbedeki kadar kendisini açık etmemişti. Düşünün ki, ‘yılların stratejik ortağı Türkiye’yi PYD teröristleri için harcadı. Şimdi ise, çekinmeden, “içeriye atılan generaller arasında dostlarımız var” diyorlar. Amerika, hiç gizlemeden, darbenin adresi benim “darbeciler benim adamımdır” diyor!

Amerika hiçbir zaman bir darbenin içinde bulunduğunu bu kadar açık etmemişti. O yüzden haber veriyor ve ikaz ediyorum ki, bu Amerika, -tıpkı kıssadaki Amelika hükümdarının yaptığı gibi- sonunda içimizdeki ‘davut’larla Tayyip Beyi ( yani Talut’u) durduramayacağını anlarsa –ki anladı-, şimdi kendisi bizzat harekete geçecektir, Talut’u yok etmek için! Tüm hışmıyla saldıracaktır.

Kıssada böyle geçiyor. Ve mademki kıssayı çözdük, öyleyse tedbir alma imkânı da var demekir. Ben fakir derim ki, Talut, acilen suikastlara karşı temizlenmelidir. Yani suikastta bulunsalar da isabet etmemesi için, onun bir temizlikten geçmesi lazım! Çünkü her şey bir hak edişle gelir. Siz o hak edişleri ortadan kaldırırsanız, kimse size bir şey yapamaz!

Aynı şekilde, devlet erkânı da…

Eğer, devlet içinde yapılan şunca düzenlemeleri, aynı zamanda istihbaratta yapmazsanız, ülkemizde cirit atan CİA; MOSSAD; MI16, BND casusları dizgin altına alınmazsa şu akıbetlerden kendinizi kurtaramazsınız… şunların birkaz tanesi yakalanıp ibreti alem için yok edilmeli…

Şu anda ülkenin şirazesi hala dağınık. Birileri bilerek birileri de bilmeden, şirazeyi dağıtıyorlar. “Tarafgir” olmayan herkesi, “karşı taraf” olmaya zorluyorlar.  İşte asıl tehlike burada!

Altıncısı; onu şimdi yazmayayım… Sonraya da bir şeyler kalsın!

Allah bu millete zeval vermesin. Ben 30 senedir bu sevda ile yandım yakıldım. İnşallah bu son badire olsun. Ve inşallah umutlarımızı yolanların umutları yolunur! Önümüzü kapatmaya çalışanların kendi önleri kapanır… Zira şu yaşananlarda Mehdiyetin ayak izlerini ve siyasi mehdinin soluklarını hissediyorum. İnşallah öyledir!

Allah’ın yardımı bizimle olunca kimse bu milletin bileğini de bükemez liderine de bir şey yapamaz inşallah!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Darbeler Nereye Kadar?

İman Gözüyle Bakmak İnsanın bireysel kaderinde olduğu gibi millet ve toplumların kaderinde de yaptıklarıyla yüzleşme …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir