Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, 20 Mayıs’ta yaptığı bir açıklamada ‘Çıkacak karar ne olursa olsun göreceksiniz, hem demokrasimiz hem laikliğimiz hem de hukukumuz bu süreçten çok daha güçlenmiş olarak çıkacak’ demişti.
Öyle oldu galiba.
Demokrasimiz güçlü çıkmıştır; çünkü bütün tahrik ve harici zorlamalara ve aba altından sopa göstermelere ve hatta kararın verileceği güne sıkıştırılan kanlı terör eylemlerine rağmen, ‘Mahkeme’ üyeleri sinirlerine hâkim olmuş, demokratik sürecin askıya alınması anlamına gelecek, ‘parti kapatma’ eylemine kalkışmamışlardır.
DSP lideri Zeki Sezer’in ifadesiyle, ‘parti kapatma hakkı’nı halka bırakmışlardır. Bu açıdan demokrasimiz, şu süreçten ‘güçlenerek’ çıktı denilebilir.
Fakat bu, Tayip Erdoğan’ı –üçüncü defadır- ‘oyundan çıkarmak’ isteyen güçlerin, bu çabalarından vazgeçtikleri anlamına gelmez.
Çünkü Tayip Erdoğan, sistemin ‘sakıncalı’ bulduğu –İslam, gelenek, millete itibar etme, Müslüman halkı adam yerine koyma gibi- kavramların bir sembolüdür; ‘İslam’ı çağrıştıran bir sembol! Yoksa sistemin, onun ‘vesair’ işlerinden rahatsız olduğu falan yok. Çünkü diğerleri onun kadar bile ak pak değil…
Sistemin sakıncalı bulduğu ve 80 yıldır hasım saydığı sembol ve kavramları temsil eden –en azından çağrıştıran- birinin Türkiye’de iktidara gelmesi, hiç düşünemediğinizkadar önemlidir.
Çünkü, Türkiye’de yaşanmakta olan ‘laikçi – anti laikçi’, ‘statükocu – demokrat’ mücadelesi, dünyada yaşanmakta olan ‘medeniyetler arası çatışma’nın ‘en kritik cephesi’ni teşkil ediyor.
Batı, -size çok ters gelse de- ‘laikçi statükocuk’ların demokratlar karşısında şu mücadeleyi kaybetmesini asla istemez. Çünkü ‘Batılı anlamda bir laiklik’ Türkiye’yi rahatlatır ve onu kendi tarihiyle yüzleşmeye sevk eder. Laikçi baskı, milleti, Batı’nın mihverinde tutuyor çünkü.
Türk milletinin, tarih aynasındaki kameti, mevcut imkân ve kabiliyetleriyle kıyaslanmayacak kadar azametlidir. O yüzden şu medeniyetler mücadelesini başlatan ve bizi Birinci Cihan Harbi’nde mağlup eden o ‘mahut cephe’ şu kavganın, millet lehine son bulmasını istemez.
Çünkü şu kavgayı Türk halkı kazanırsa, bu, Batı Medeniyeti’nin ‘Karlofça’sı olur! Karlofça, Osmanlı’nın Batı karşısındaki ilk ‘gerçek’ mağlubiyeti idi bilirsiniz… Ondan sonraki hiçbir kazanım, Osmanlı’yı çöküşten kurtaramadı…
İşte, Mahkeme’nin şu kararı, ‘Batı’nın Türkiye üzerindeki hegemonyasına karşı kazanılmış ‘Karlofça’ anlamı taşıyor. Şu meseleyi böyle algılamak gerekir. Mahkeme’nin kararı bu yönüyle çok önemlidir.
***
Fakat Mahkeme üyeleri, ‘laikçi’leri de memnun etmişlerdir.
Çünkü AK Parti’nin “laiklik karşıtı fiillerin odağı” olduğu yolundaki iddia bire on kabul görmüştür.
Böylece, hem Türkiye üzerindeki –bize Ayasofya’yı kapattıran hegemonyanın sahibi- Hıristiyan Batı’nın vesayetinin devamından yana olduklarını göstermişler, hem de “azgın” laikçilere, “Merak etmeyin biz buradayız” mesajı vermişlerdir.
Bu açıdan evet, onlar da memnun edilmiştir…
Sayın Kılıç’ın “güçlenecek” dediği üçüncü kavram “hukuk”tur. Evet, bu süreçten hukukumuz da ‘güçlenerek’ çıkmıştır.
En azından sivil inisiyatiflerin, toplumsal tepkilerin, hukukçularımız tarafından kale alındığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Ama hiç kimse çıkıp “Hukukçularımız hiçbir şeyden etkilenmemiştir” diyemez.
Bu açıdan Ertuğrul Özkök’ün “önce açık kalmış bir hesabı kapatalım” diye başladığı ve
“Demek ki kimse masaya önyargılarla oturmamış.
Demek ki, kimsenin kafasında “yargı darbesi yapmak” falan yokmuş…” şeklinde sürdürdüğü yargısına katılmıyorum.
Kendisi de bunun böyle olmadığını bilir ama şimdi böyle demek işine geliyor.
Elbette ki hukuk da bu süreçten güçlenerek çıkmıştır. Mahkeme üyeleri, dayatmacı laikçilerin, darbe kışkırtıcılarının, karanlık senaryocuların baskı ve tedhişlerine itibar etmeden, halkın arzusu istikametinde karar vermeyi bilmiştir.
Bu açıdan “Anaya Mahkemesi ‘rüşd’üne varmış, demek ki…” diye sevinebiliriz…
Evet Türkiye, inşallah şu süreçten alnının akıyla geçti. Bize (millete) parlak bir istikbal, onlara (Milet karşıtlarına) müşevveş bir mazi düştü.
Şimdi artık hatalarımızdan kurtulma ve yapılan ikazlardan bir hisse çıkarma zamanıdır. Özellikle de AK Parti ikazları kale alıp kendisine cidden bir çeki düzen vermelidir.
Bu arada, sevgili dostum Ömer Lütfü Mete’nin durumu kritikliğini koruyor. İnsandaki acz, fakr ve şefkatin, Cenab-ı Hakkın merhametini celbeden en büyük vesileler olduğunu hatırlatarak sizden, onun, sağlığına tam ve eksiksiz kavuşması için dua istiyorum… Çünkü bu milletin onun gibi ‘izzetli’ kalemlere ciddi ihtiyacı var. (MAB)
*** *** ***
Bu yazı “31.Temmuz.2008 18:28:03” tarihinde gasteci.com’da “Batı’nın Karlofçası” başlığında yayınlanmıştır.