Diyarbakır’ın Faturası

Efendim Diyarbakırlı vekilimiz Abdurrahman Kurt, ‘Diyarbakır’a bedava elektrik verilmesini’ önermiş, Başbakanımızın da bunu ‘uygun’ göresi düşünülüyormuş!

-Neden?

-Eefendim, Diyarbakırlılar zaten elektrik faturalarını ödemiyorlarmış? Bari bedava olsunmuş!

‘Hımmm, acil bir çözüm demek ki!’ diye düşünülebilir…

Peki doğru bir şey mi?

Hayır sanmıyorum! Çünkü çaresizlik derdinin ilacı ‘iane’ değildir.

Bu yöntemler, II.Abdülhamit döneminden beri en az dört kere –bu beşinci olur- denendi. Koruculuk (bir tür Hamidilik) sistemi gibi, problemin her ortaya çıkışında birilerinin oralara yardım ve iane götürmesi gibi rutinler, tembelliği, beleşçiliği ve dilenciliği teşvikten öteye gitmiyor. Sadece bir süreliğine ağrıyı dindiriyor o kadar. Cerahat birikmeye devam ediyor.

Milletvekilimiz ve Başbakan ‘iyi niyetli’ olabilirler fakat bu, çare değil. Sosyal problemlerin giderilmesinde ‘iyi niyet’, elbette bir şeydir ama tek başına, sadece istismarı ziyadeleştirir. Yahut yarayı kangren eder. Oraya istihdam lazım!

Mevcut hükümet, yeni ve kalıcı bir şeyler yapmayı düşünüyor. Bu görülüyor. İstihdam elbette sadece Diyarbakır’ın sorunu değil. Bütün Türkiye’de istihdam sorunu var. Fakat madem Diyarbakır, aciliyet kesbetmiş, öyleyse bir ön tedbir alınabilir. Mesela büyük işadamlarına bölgede yaptıkları her yatırıma karşılık, batıda bir kolaylık sağlanabilir. Bazı yatırımlara zorunluluk getirilebilir.

Mesela ödenemeyen faturaların miktarı kadar bir miktar, iş adamlarından vergi olarak düşürülsün, onlar da oraya en az beş on bin kişilik istihdam yaratacak tesis yapsın… Maden; adı üstünde madenli bir yer. Hala işletilecek madenler mutlaka vardır… Ne bileyim, Devletin bir Planlama Teşkilatı var ve orada çalışanlara, böyle fikirler üretsinler diye para veriliyor. Düşünsünler bulsunlar…

Yoksa, her faturasını ödemeyenin faturasını devlet ödeyecekse vay garibim memleketin haline! Zaten yıllardır devletin sırtından geçinmeyi marifet bilmiş siyasetçi ve ekabir kesimine bir yeni gurup daha eklemek marifetse buyurun, mübarek olsun!

* * *

Neymiş efendim, Diyarbakır zaten elektrik faturası ödemiyormuş da bari, biz almayalım, erkeklik bizde kaslınmış! Tam Züğürt Ağalık mantığı!

O zaman Kastamonu, Yozgat, Van, Hakkari, Artvin, Iğdır, Sivas, Tunceli vesairede yaşayan çaresizlerin ne günahı var?

Bana Sivaslı bir delikanlı anlattı. Buralarda kış boyunca inşaatlarda çalışarak, ailesini, alnının akıyla, içine haram katılmamış bir parayla geçindirmeye çalışan B D, bayram öncesi memleketine gitmiş. Zar zor denkleştirdiği üç beş kuruşu ile kömür almak istemiş. Koca şehirde kömür bulamamış. Çünkü Kömürler ‘fakir halka dağıtılmak üzere bloke edilmiş’

Peki, ‘sen de muhtara gidip ‘fakirim’ deseydin, sana da verirlerdi”, dedim, “Evet muhtardan işini halleden herkese veriyorlar. Bana da verirlerdi herhalde” dedi. E neden almadın, deyince “Yapamam ki be abi, benden fakir çok insan var!” cevabını verdi.

Evet, eminim Türkiye’nin dört bir yanında bu delikanlıdan daha beter milyonlarca insan var. Ama onlar hiçbir şekilde ülkesinden ve devletinden bir şey çalmayı kendilerine yediremiyorlar. O yüzden de onlar, kimsenin ve tabii devletin de umurunda da değiller… İlla çalacaksın, iç edeceksin ve tabii illa ki devletten yakınacaksın ki, bir değerin olsun!

* * *

Diyarbakırlılar elektrik faturası ödeyemiyormuş! Belki de ödemek istemiyorlar. Birileri “ödemeyin!” diyor vatandaşa. Devletin malı deniz… malum!

Ama her hal u karda bu durum, önce devletin ayıbıdır ki, halkını öyle muhtaç duruma düşürmüş. Sonra, Diyarbakır’ın, özellikle de dilinin altında etnik ayrılık baklası büyüten DTP’li belediyenin ayıbıdır ki, şehrin adının böyle çıkmasına fırsat veriyor.

Diyarbakır, ismi “yiğitlik”le özdeşleşmiş bir ilimizdi. Kendini böyle ‘aceze’ ve ‘seele’ duruma düşürmemeliydi. Ben şahsen, Diyarbakır’a bedava elektrik verilmesine karşıyım. Hem de Diyarbakır’ın onuru için!

Devletin acizliği bir yana, Diyarbakırlıya da ayıp bu! Çünkü bu, sadece hırsızlığa ve isyana prim vermek olur. Ve çaresizlik içinde olduğu halde devletine karşı ödevlerini yapanları enayi yerine koymak olur.

Hem bu, gerçekten Diyarbakır’a ve Diyarbakırlıya yarar sağlamaz.. Bir şehrin tamamını tüfeyli durumuna düşürmeye hakkınız yoktur beyler. Ve sanıyorum Diyarbakırlı da bir şehir için yüz karası olacak böyle bir şeyi kabul etmez. Hükümet de Diyarbakırlıya iyilik yapacak başka bir usul bulsun.

“Fatura ödemiyorum!” diyen herkese bu kolaylığı sağlıyor musunuz? Bu, bir kereliğine olacaksa ne ala. Aksi takdirde zaten yıllardır devletin sırtından geçinmeye alıştırılmış insanlara, yeni kötü örnekler yaratmak hoş değil.

Türkiye, nasıl olsa affederler diye cinayetlerin işlendiği, nasıl olsa aldırmazlar diye çürük raporların alındığı, nasıl olsa bir şey olmaz diye bankaların söğüşlendiği, nasıl olsa hesap soran yok diye ülke imkânlarının talan edildiği bir memleket olmuş zaten. Halkın sırtından geçinmenin yeni yolarını açmaya mecbur musunuz?

Banka boşaltılır, zarar halka yüklenir. Şirket batırılır faturayı millet öder. Birileri toplama paralarla şirket kurup üstüne oturur, ceremeyi vatandaş çeker. Kimileri kaçak elektrik, su kullanır, bedelini düzgün vatandaş öder. 150 yıldır, bu millet, ucuz çözümler yüzünden perişan!

İşte ortada. Düzelen, çözülen bir şey yok. Sistem hep bağırıp çağıranı, sesi en çok çıkanı, şarlatanı ve hırsızlık yapanı ödüllendiriyor. O yüzden de işler düzelmiyor. Daha ne zamana kadar sabır ve tahammülümüz üzerine politika yapılacak bilemiyorum.. İnşallah sonunda Başbakan’ın da halkın da sabrını taşırmazlar!

……….

Bir amcamız vardı, rahmetli. Bağ – bahçe sahibi idi. En büyük oğlu, en iyi geçinen çocuğu olmasına rağmen, sürekli başına işler açar ve sürekli yakınarak babasından bir şeyler koparırdı. Kaçakçılıktan mal yakalatır, ceremesini babası çekerdi, Hovardaca cömertlik yapar, faturayı baba öderdi. Krallar gibi, o şehir senin bu şehir benim dolaşır, gittiği yerlerde borç takar ve ardından gelip köyü basan alacaklılara yine baba muhatap olurdu. Çünkü hep bana sahip çıkmıyorsunuz’ diye yakınırdı. Diğer çocuklarının hiç sesi çıkmazdı. ağabeymizdir der boyunlarını bükerlerdi. O da bunu biliyor, istismar ediyordu! Bu durum hiç düzelmedi.

Sonunda sadece kendisini değil, babasını ve diğer üç kardeşinin hayıtını tar u mar etti. Ne tarla kaldı ne bağ kaldı ne bahçe. Per perişan her biri bir yerlere dağıldılar…

Bakın Türkiye’de de birileri sürekli yakınıyor. Gelen hükümetler de aman şunları susturalım diyerekten kendilerini paralıyorlar. Hiç de sonu gelmiyor. Sanki ben tüm yemişim, onlar parça! Fesübhanallah!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir