Bir yazıyı, fikri veya işi tenkit etmek, ciddi bir sorumluluk gerektirir. Zira tenkit bir iddiadır. “Ben daha iyisini biliyorum, daha iyisini yaparım” iddiası.
Yahut da bir yanlışı düzeltme, “bir eksikliği ikmal etme” olgunluğudur.
Yahut bir ‘garez’dir!
İlk ikisinde tenkid veya eleştiri kişinin fiil, fikir ve sıfatına yönelik olduğu için kabul edilebilirdir. Ama sonuncusu zata yöneliktir ve kabul görmez!
O yüzden garez olmamak kaydıyla her eleştiriye değer veririm. Zira fikrime taraftar olan ancak beni teşvik etmiş olur. Ama eleştiren (insaf içinde), insanın kendisini düzeltmesine de hizmet eder… Sırtımda akrep olduğunu söyleyen doğru söylüyorsa bana yardım etmiş olur. Yalan söylüyorsa kendi kaderine ağır bir dip not düşürmüş olur. Ama taraftarlar ve takdir edenler olmazsa belki o yazılanlar da yazılmayacak. O açıdan her ikisine de ihtiyacımız vardır.
Bazen de eleştiri cehaletten gelir. O tür eleştiriler kale alınmaz.
Amma ki bir eleştiri bir gareze dayanıyor veya siyasi tarafgirlik içeriyorsa, ne yapana bir şey katar, ne yapılana. Sadece zulüm ve haksızlığa kapı aralamış olur. O yüzden de uzun zamandır, yazılarımın altına eleştiri döşeyenlere ilişmedim. Ama Harameyn Çağrışımları (I) yazıma yorum yazan dört arkadaşa bir çift sözüm olacak.
İlk sözüm Himmet Altın’a. Kardeş ya okuduğun metni anlamakta sıkıntın var, ya da garezle yazmışsın. O metinde IŞID veya EL KAİDE’ye övgü yok. Bunların kendilerini düzeltecekleri iması da yok. Sadece diyorum bunlar dahi ümmetin bir arayışının neticeleridir. Velev ki yabancılar kurmuş olsun -ki öyledir-. Bu kadar Müslümanı neden yanlarına çekebiliyorlar. Çünkü belli bir kesime baskı ve haksızlık var, zulüm var. Bu da inananları bir çare aramaya zorluyor. İşte diyorum ki bu tür arayışlar sonunda mecrasına girer ve İslam’a hakiki manada hizmet edecek güçler ortaya çıkar.
Kendin de ifade ettiğin gibi yazıyı hiç anlamamışsın!
Abdürrahim Çokgüngör’e gelince… Bu kardeşimiz genelde isabetli tenkitler ve yorumlar yapar. Fakat nedense galiba bu kere metni okumaya üşenmiş, himmet altının gazına gelmiş. Sanki o malum örgütlere taraftarlığım varmış gibi bir hava vermiş.
Çelebi kardeşime gelince… Bu arkadaşım yazıyı hiç okumamış anlaşılan. Yahut anlamak istememiş. Haber7’de yazıyor olmayı ‘satılmışlık’ gibi görüyor. Demek istiyor ki “ben orda öyle yapardım… Yani kendimi iktidara satardım!” Kale bile alınmaması gerekiyor ama anmadan geçemedim. Beni istiğfara ve tövbe etmeye çağırmış olduğu için teşekkür ettim. Darısı kendisine…
Ali Vefalıya gelince… Anlaşılıyor hükümet muhalifi. Muhalefeti de birilerine küfür etmek sanıyor. Küfretmeyen de satılmıştır. İki hırsız üzüm yerlermiş. Biri ötekine “neden ikişer yiyorsun” demiş. O da “nerden biliyorsun?” deyince susmuş. Çünkü kendisi öyle yapıyormuş! Sağlıklı bir ruh hali değil!
Tenkit güzeldir, ikmal edicidir, olgunlaştırıcıdır. Ama garez üzerine bindirilmiş tenkitler, sadece kaderinize yeni ağır haşiyeler yazmanıza yol açar!
Harameyn Çağrışımları
İmdi gelelim Haremeyn çağrışımlarının son notlarına.
Zemzem tavır ve sair otellerin yıkılacağına dair dolaşan sözler şehir efsanesinden ibaret. Müslümanlarda bu kolaycılık, tenperverlik ve rahata düşkünlük oldukça değil o otellerin yakılması, yenilerinin yapılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla artık Kâbe’nin o eski görünümüne kavuşması hayal.
Havalimanları
Eskiden havalimanlarında saatlerce insanlar gereksiz bekletilirlerdi. Artık o da kalmamış. 1992 de gittiğimizde yaklaşık sekiz saatte ancak ayrılabilmiştik Cidde Havaalanından. O zaman sadece Cidde’ye inebiliyorlardı hacılar ve umreciler. 2001 yılında durum biraz değişmişti ama yine 6 saati buluyordu bekletmeler. Bu kere indiğimiz Cidde Havaalanında 2 saatte ayrılabildik. Dünyadaki gelişmeler ister istemez Arabistan’ı da etkiliyor.
TAV Medine’ye bir hava alanı yaptırmış. Muhteşem. En çok hoşuma giden, konsepti. Zira ilk defa Müslümanın ihtiyaçlarını merkeze alan bir havaalanı ile karşılaştım.
Malum Müslümanın hayatı namaz eksenlidir. Günde beş vakit namaz kılacağı mekâna ihtiyaç duyar. TAV, tam da bunu merkeze alarak muhteşem bir hava alanı yapmış. Her biniş kapısının (uçağa binmek için bekleme yapılan yer) yanına biri kadınlar ötekisi erkekler için tuvaletler ve mescitler yapmışlar. Rahatlıkla ihtiyacınızı giderebiliyor ve namazınızı kılabiliyorsunuz. Tebrik ediyorum, düşünenleri de yapanları da…
Yaşlı yolcuların şatıllarla kapılara taşınması işi de güzel olmuş. Gerçi bu bir yenilik değil ama güzel. Hele ede Arabistan gibi bir yerde bununla karşılaşmak…
Yeni Kral
Eskiden Suudi krallar kendilerini güvende bildikleri için toplumun hürriyet ve serbestlik ihtiyaçlarına pek itibar etmiyorlardı. Yasakçılığı bir tür koruma sanıyorlardı. Bildiğim bildik davranıyorlardı. Gerek dünyadaki açılımlar ve gerekse Arap baharının getirdiği zımni tehdit, onları da halkın taleplerini kale almaya sevk etmiş. En sıkı olan Karal Fahd’dı. Fahd vefat edince yerine kardeşi Abdullah geldi. O da tahtta uzun kalamadı ve geçenlerde vefat etti. Yerine Selman bin Abdülaziz kral oldu. Yemen’e müdahale emrini veren yeni kralın istişareye çok açık bir zat olduğu söyleniyor. İstişare çok önemli, İslam’ın ve Asya’nın bahtının uyanmasında…
Dolayısıyla inşallah İslam dünyası yeni ve hayırlı gelişmelere gebedir. Çünkü bugüne kadar Arabistan da tıpkı İran gibi islam âleminde kalplerin ve amellerin tevhidini oluşturacak çabalara bigane kalıyorlardı. Kendi bildiklerine gidiyorlardı. İstişareye uymak gibi bir nezaketleri yoktu. İnşallah artık bu aşılır. En azından Sünni kesimin kendi içinde bir tutarlılığı oluşur…
Bir süre önce mühim bir zat, bana şu Şii kaynakların daha çok itibar ettiği şu hadisi göndermişti:
“(Bir gün gelir,) Hicaz’ı (Suudi Arabistan’ı) isminde hayvan adı bulunan bir adam yönetecektir. Uzak bir mesafeden baktığınız zaman gözlerinin şaşı olduğunu göreceksiniz. Eğer yakından bakılırsa normal gözükecektir. Abdullah ismindeki kardeşi tarafından desteklenecektir. “Eyvahlar olsun ki onların peşinden gidenlere!”. Rasulullah (s.a.v) bunu üç kez tekrarladı. (Sonra da) Bana onun (Abdullah’ın) ölümünün haberini verin ki bende size Mehdinin zuhurunu haber vereyim.” (Ahmet bin Hanbel tarafından müsned hadisler,250 s.122) buyurdu.
İmam Cafer Sadık ise o rivayeti şöyle aktarıyor:
“Her kim Abdullah’ın ölümünü bana garantilerse bende ona Kaim’in (Mehdi’nin) zuhurunu garantilerim.” Daha sonra şöyle buyurmuştur: “Abdullah öldükten sonra, halk hükümet kurması için kimse üzerinde tevafukta bulunmayacak ve bu anlaşmazlık ve çatışma Allah’ın isteğiyle Sahibul Emr’e (işin sahibi, yani Mehdi’ye) kadar devam edecektir. Kaç yıllık hükümetler sona erecek ve artık birkaç aylık ve birkaç günlük hükümetler kurulmaya başlanacaktır. Hadisi İmam Cafer’den nakleden ravi diyor ki İmam’a (imam Cafer’e) şöyle sordum: “Acaba bu durum uzun mu sürecek” Buyurdu ki: “Asla” Biharu’l-Envar, C.52, sayfa:21
Hakikaten Fahd bin Abdulaziz uzaktan bakıldığında bir gözü şaşı imiş gibi görünürdü. Hâlbuki yakından bakıldığında öyle değildi. 1982-1995 yılları arasında Arabistan kralı idi. 2005 yılında vefat etti. Yerine kardeşi Abdullah geçti. Fehd bin Abdulaziz isminde bulunan “Fehd” Farsçada Pars denilen bir hayvan adı. Peygamber efendimizin (s.a.v) “eyvahlar olsun!” dediği tarife çok benzerdi.
İmam Cafer’e göre Kral Abdullah Arabistan’ın son kralı olacaktır. Çünkü ölümünün hemen ardından kısa bir süre sonra gelecek olan Hz. Mehdi’in gelişine kadar kraliyette kargaşa hâkim olacağı, kısa süreli hükümetler kurulacak.
Bu rivayetler Şii kaynaklı olduğu için başka türlü yorumlar katılmış olabilir. Ben bu rivayeti, Arabistan krallığında hayırlı bir açılım olacağı şeklinde anlıyorum. Nitekim yeni kral Selman bin Abdülaziz’nin istişareye çok önem verdiği söyleniyor ve danışıyor. Hâlbuki eskiden bir tek Amerika’dan onay alırlar ve sonra da kimseye aldırmazlardı.
Üç Tip İnsan Profili
Şu an dünya üzerinde üç tür Müslüman profili var. Biri Tahran mektebinin tasarımladığı tip (katı tavizsiz bir Şii), biri Necd mektebinin yetiştirdiği tip. Kup kuru bir selefi. (Harici mantığına yakın denilecek bir selefilik), diğeri İstanbul ekolünün var ettiği tip. Bu İstanbul ekolü dediğim tiplemeye Mısır ve Suriye Müslümanları da dâhildir.
İlk ikisi ne kadar mutaassıp, tavizsiz ve galizüttab’ (öfkeli, asabi, her an birilerine çatmak için bahane arayan) ise İstanbul tipi Müslüman musalahıcı (barışçı, yaşanması kolay), kolay diyalog kurulabilir ve müsamahalıdır. Harice karşı da hoş görülüdür.
Necd ve Tahran tipi Müslüman sürekli diğer Müslümanlarla kavga içinde. Kur’an’ın “sizde kafire karşı bir “gılzet” bulunsun” şeklindeki emrini, bunlar, kendilerinden olmayan Müslümanlara karşı sergiliyorlar.
Bunu Kâbe’nin avlusunda ve Mescidi Nebide dahi görmek mümkün! Adeta seyyar gettolar oluşturmuşlar ve kimseyi aralarına almıyorlar.
Tavafta dahi o getto durumunu bozmuyorlar. Yığın halinde ve öfkeyle hareket ediyorlar. Önlerindeki Müslümanı ezip buldozer gibi kendine yol açmayı imanın bir gösterisi sanıyorlar.
Yüksek sesle bağırmalar, kendinden aşmışçasına hareketler ve tabii izdiham, zahmet ve meşakkat. Eğer o tür gurupların tavafa girdiğini görür görmez kenara çekiliyorum.
Bunlar harice karşı sergilenmesi gereken öfkeyi Müslümana karşı kullanıyorlar. Oluşturdukları gettoların içinde yaşıyorlar. O yüzden de Memleketlerinden geldikleri gibi, buralardan kendilerine hiçbir şey katmadan çekip gidiyorlar.
Ve bir teşekkür
Esasında temas edilmesi gereken daha bir yığın mesele var ama sabrınızı istismar etmek istemiyorum. Mesela Türk parasının düştüğü hali görüp acımamak mümkün değil. Geçen yıl bir TL 2.70 SAR’dı. Bu sene 1.40 riyale düşmüş. Geçen yılın iki katı para ile gittim ancak yetti. Paranın itibarı ülkenin de itibarı maalesef.
Şeref Oğuz abimiz, “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü ironi ile karışık “Bir Türk dünyaya bedeldir ama bir dolar iki bin lira ediyor” şeklinde kullanırdı.
İnsanlar, neyle dünyaya bedel bir kıymet kazanırlar bilmem ama bu zamanda bir ülkenin parası değersizse insanının da fazla değer olmuyor. Bir batılı, bir Amerikalı, bir İsrailli kaç Müslüman ediyor bilmiyorum ama görüyoruz, paraları da itibarları da bizimkinden üstün. Bir milyon Müslüman ölüyor kimsenin umurunda değil. İki batılı ölüyor insanlık ayağa kalkıyor. Bu zaman böyle bir zaman! Zengin Müslüman bile zengin olmayan Müslümana tepeden baktığına göre…
Evet, lira her gün değer kaybederken kendinizi gururlu hissetmeniz hiç de mümkün olmuyor.
Mekke Medine esnafı da farkında! En az üç dört Medineli esnaf “Neler oluyor Türkiye’de. Neden Türk parası bu kadar değer kaybediyor” diye hayıflanarak meraklarını gidermeye çalıştılar ama benim anladığım bir kon olduğu için tatmin edici bir cevap veremedim.
Ama şunu biliyorum vefasızlık etmemek gerekiyor. Ve tabii her yıl o topraklara gitmemi sağlayan Bestur’a de bir teşekkür borcum var müsaadenizle. Nihat Abalıoğlu, ve ortağı Bilal Şenel, kafilelerde rehberler yanında, dini meselelerini sorulacağı hocalar, nasihler ve misafirlere psikolojik destek verecek psikolog ve benzeri bireysel anlamda umre ziyaretçileriyle meşgul olacak insanlar da bulunduruyorlar. Bu çerçeveden beni de çağırırlar her yıl bir kafileye. Haccın ve umrenin hakiki manalarının anlatılması, gezilen, görülen yerlerin hatıralarının, mana ve hikmetlerinin aktarılması ibadetlerden gerçek bir falyada sağlanması açısından… Şu güzel hizmetlerinin devamını dileyerek, Harameyn çağrışımlarına bir nokta koyalım.