Hasta Adam Psikozu

Önceki gün 15 askerimiz pusuya düşürülerek şehit edildi. Şehidler için rahmet, annelere sabır diliyorum.

Haber telefonuma düşünce televizyonları açtım. Haber kanallarında bile bahis yoktu. Diğer televizyonlar rutin yayınlarını sürdürüyorlardı. Bir ikisinde dansöz oynatılıyordu. Ta neden sonra baktım SKY Türk konuyu vermeye başladı.

Kendi kendime inşallah yine “Şehitler ölmez, şehidin kanı yerde kalmaz!” sloganları atmazlar diye düşündüm. Çünkü artık bu sözler duymak istemiyorum.

Bal gibi kalıyor o kan yerde. Bal gibi kalıyor! 25 senedir şehid kanı kurumuyor ki yerde kan kalmasın.

Geçenlerde yazdığım bir yazımda “Ya asker çözecek, ya askerle çözülecek” dediğimde kıyamet kopmuştu. Kendimi “ahmak” gibi hissetmiştim gelen tepkilerden. Birkaç kişi dışında kimse ne kastettiğimi anlamamış, askercilik oynuyorum sanmışlardı. Oysa “siyaset ve bürokrasi üzerine düşeni yapmadığı için iş askere kalıyor. Bari askere silah dışındaki çözümleri de hatırlatalım” demek istemiştim.

Bugün aslında o yazının devamı niteliğinde olacak “Siyasiler, ülke için risk alacak kadar cesur ve vatanperver davranmıyor”, o yüzden de asker çözmek zorunda kalıyor şeklindeki tezimi sürdürecektim.

Şartlar kendiliğinden bu mecraya aktı… Geçen hafta başında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, her sivilin şapkasını önüne koyup düşünmesini gerektiren bir soru sormuştu:

“1984’ten 2007’ye, 23 yılda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu terör örgütüne katılımlar(ı engellemek) noktasında başarılı mıdır?”

-Bu sorunun muhatabı kim? Rahmetli Özal mı tek başına? Demirel mi, Erbakan mı yahut Ecevit mi, Baykal mı? Erdoğan mı? Bürokrasi mi, MİT mi, asker mi?

-Kim?

Hiçbir muhatabı yok bu sorunun. Hiç kimse de üstüne alınmadı zaten! İşte bu, tek başına bu ülke için tehlike çanlarının çalmakta olduğunu göstermeye yeter…

Zaten bir yerde sorular, gayba atılan taş gibi muhatapsız kalmaya başlamışsa, çok vahim bir gidişat var demektir orada. Böyle zamanlarda can alıcı sorulara cevap bulunmaz ama ‘mahalle baskısı’, ‘mahalle takımları’ gibi konular, günlerce, gazete sütunlarında kendilerine yer bulabilirler. Bizans düşerken de papazlar melekleri tartışıyorlardı nitekim…

Ülke gerçekten sahipsiz diyeceğim, yine ifrat ettiğimi sanacaksınız. Elbette ülkede cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı var. Haddim değil onlara bir şey söylemek.

Ama göz yaşı da var. Acı da var, ihanet var, gaflet var, korku da var. Hıyanet var, zulüm var. Terör var terör! Bu ülke insanları normal yollardan ölmeye bile hasret kalmış! Askere gönderdiğimizin gelip gelmeyeceği, yola çıkanlarımızın dönüp dönmeyeceği meçhul olmuş.

Şimdi soruyorum. Kim cevaplayabilecekse cevaplasın:

-Bu gençler niye PKK’lı oluyor? Ve neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, insanlarını, bu terör örgütünü beslemekten alıkoyamıyor? Sonu ölümle bittiği halde neden bölge gençleri örgüte katılmaya devam ediyorlar? Neden anne babalar, çocuğunun PKK’ya katılmasının önüne geçemiyor?

* * *

1984 yılında PKK, ilk defa eylemlere başladığında, siyasiler olup bitenlere “üç beş çapulcunun işi bir terör” dediler. Ve böylece ülkeyi, sonu gelmez bir yanılgılar umanına sürüklediler. İşin adını baştan doğru koyamadığımız için tedavi ve tedbirleri de doğru olmadı…

PKK bir terör örgütü mü, ayrılıkçı bir hareket mi? Artık bu soruya açık bir cevap vermek zorundayız.

Eğer PKK, terörist bir örgüt ise bu daha çok bir hükümet sorunudur ve çare başkadır. Yok, eğer ayrılıkçı bir hareket ise bu bir devlet sorunudur, onun da çaresi başkadır. Bunu birazcık tarih okumuş herkes bilir.

Gelin bu işin adını koyalım: PKK bir terör örgütü müdür, bir ayrılıkçı hareket midir?

Eğer bir terör örgütü ise terörü yok etmenin yöntemleri herkesçe malumdur. Almanya, Fransa, İspanya terör hareketlerini nasıl imha etmişlerse aynı yol takip edilir. Bader Meinhof çetesini Almanya bir gecede yok etti.

PKK terör örgütüdür diyorsanız, Abdullah Öcalan’ı o dört yıldızlı otelde konuk etmeye gerek yok!

Çünkü teröre merhametle baş edilmez. Anarşist ifsad olmuş yağı gibidir. Islahı mümkün değildir. Tabii eğer mesele gerçekten bir terör olayı ise…

O zaman da şunu sorarlar: Bu terörün kaynağını neden kurutmuyorsun. Sen nasıl bir zulüm ve adaletsizlik içindesin ki senin insanların isyan ediyor?

Çünkü anarşizm, terörizm, adil olmayan devletin yan etkisidir. Sen adil bir sistem kurmaz ve halkını adaletle idare etmezsen, bir gün mutlaka birileri kontrolden çıkar ve o düzeni başına geçirir.

Üstelik asayişin yegâne çaresi olan din olgusunu da hayli tahrip ettiniz. Bir yandan dinsizliği yayıp insanları başıboş hale getireceksiniz, fertleri bir arada tutan din ve ahlak gibi toplumsal bağları çözeceksiniz, öte yandan huzur içinde yaşamayı umacaksınız.

Hiçbir kitap böyle bir şey yazmaz! Siz adaleti ve paylaşmayı bilmezseniz, büyük bir aile olan şehirleriniz bela cehennemine döner. Hele müslüman topluluklarda, her türlü olgunluğun ipi İslam olduğu için, siz o ipi kırarsanız, daha o insanları hiçbir kanun ile kayıt altında tutamazsınız. Nitekim tutamıyorsunuz.

Laik devlet olmak, toplumda hürmet ve sevgiyi sağlayan bu din bağlarını da yok etmeyi gerektirmez. Dini, devletin işine karıştırmamak başkadır; onun, toplumu birbirine bağlayan iplerini çözmek başkadır.

Bugüne kadar bölge halkını devlete karşı saygı ve sevgi içinde tutan din bağı idi. Toplumu zapt u rapt altında tutan bütün din ve ilim irfan menbaalarını yok ettiğimiz için, bölge gençleri kayıt tanımaz bir serkeşliğe düştüler. Hadi bakalım vatandaşlık bağıyla nasıl bağlayacaksınız? Üstelik artık sadece iş güç değil hürriyet de istiyorlar. Böyle gider ve devlet bu aymazlığını sürdürürse yarın korkarım istiklal de isteyecekler!

Bir kesim sefaleti yaşarken, bir kesim büyük şehirlerde her türlü sefaheti, şenaati ve israfı yaşadı. Bunları da televizyonlardan teşhir ettik. Onlar da sandılar ki hepimiz öyle yaşıyoruz. Sonunda “Ben tok isem sen açlıktan ölsen bana ne” zihniyeti, “ben aç ve sıkıntı içinde isem sen de orada rahat yaşayamazsın” öfkesini yarattı…

Unuttuk milletin büyük bir aile olduğunu. Bilemedik kardeşimiz açlık çekerken rahat uyuma hakkımız olmadığını…

* * *

1994 yılıydı, yanlış hatırlamıyorsam. Şehremini’nden Vatana inerken sağda bir cami var. Geç kalmış bir öğle namazını kılmak için camiye girdim. Şadırvanda abdest alırken, baktım arkamda beş altı çocuk irisi sohbet ediyorlar. Önce konuşmaların anlamadım. Sonra dikkat kesilince Kürtçe konuştuklarını fark ettim ve kulak kabarttım.

Birisi diyor ki, “elimde bir keleş olacak, yıkacağım şu evleri…” Diğerleri tasdik ediyor.

Döndüm, Kürtçe “hayırdır gençler” dedim. “Ben o evlerde oturuyorum, beni neden öldürmek istiyorsunuz?” İçlerinden biri, yakalanmışlığın mahcubiyetiyle “Vallah biz senin orda oturduğunu bilmiyorduk abi” dedi.

Sonra yanıma çağırdım, konuştum. Hepsi dağılmış, terörden kaçıp buralara sığınmış çaresiz insanların çocuklarıydı… Bir tanesi yemin etti ki, ben birkaç gündür açım. Bir tanesi de, akşamları annesiyle pazaryeri artıklarını topladıklarını söyledi. Diğerleri nispeten iyi imiş. Biri ortaokul terk, diğerleri ilkokuldan sonra okuma imkânı bulamamış.

“Ama” dedim, “İstanbul’da sizin gibi aç olan başka çocuklar da var, onlar insan öldürmeyi, oraya buraya saldırmayı düşünmüyor. Siz niye böyle düşünüyorsunuz?”

Büyük olan -belli ki örgütünün telkinlerini dinlemiş– “Biz Kürdüz, bunlar Türk. Türkler bize haksızlık yapıyor!” demez mi?

O an içim cız etti. “İş bu noktaya kadar gelmişse yandığımızın resmidir” dedim içimden.

* * *

Onlara biraz nasihat ettim ama hepsinin içine kurt girmişti artık. O günden bu yana hala değişen bir şey yok. Dilimizde sadece birtakım rakamları yuvarlıyoruz:

“Terörü 30 bin can verdik!”

Allah Allah, şu rakama bakın. 30 bin insan!

Hadi bunun 10 bini asker olsun, bu örgüt bu milletin 20 bin evladını nasıl ikna edip kendi saflarına katıyor ve sonra onu içinde, belki kendi kardeşi, amcası, dayısı da bulunan ordunun üzerine gönderebiliyor? Ve o genç de nasıl bir psikoloji ile bu işi seve seve yapıyor?

Bunun sebebini niçin sormuyoruz? Bu gençler, neden bu hale geldiler, biz neyi eksik yaptık ki bu iş bu hale geldi demiyoruz?

15 şehit. Masum 15 insan! Halkı huzur içinde yaşasın diye askere gitmekten başka günahı olmayan 15 genç! Hain bir pusu ile katlediliyorlar. İftar saatinde!

* * *

Artık bu işin adını koyalım. Artık reçetesini yazalım, artık uyanalım.

-PKK kendisini ayrılıkçı bir hareket kabul ediyor mu?

-Evet!

-Benim, onun öyle saymamam neye yarıyor?

-Hadi ben söyleyeyim. Bir; birlik ve beraberlikten yana olan Kürt çoğunluğun erimesine yol açıyor. İki; Hergün ölü ve şehid sayısının biraz daha artmasına ve PKK’nın biraz daha itibar kazanmasına hizmet ediyor.

-E peki ne yapacağız?

-Ben aklımın erdiği kadarını söyleyeyim, siz de biliyorsanız ekleyin:

*Türkiye, teröre ayırdığı pay kadar, bölgeye yatırım için pay ayıracak.

*Henüz terörle buluşmamış gençleri kurtarmak için kolları sıvayacak.

*Bölge halkının ihtiyaçlarına uygun (imam hatip de dahil) meslek okullarının açılmasına hız verilecek. Mümkünse eski usul medreselere müsaade edilecek. Ve gençlerin okuması cazip kılınacak!

*Bölgeye mahsus olmak üzere, dini ve müspet bilimlerin birlikte okutulduğu bir iki üniversite açılacak. Bunun nasıl olacağının örneği MEB Hüseyin Çelik’in elinde var…

*Bu hizmetleri devlet adına realize etmek için bölgeye ‘dindar’ valiler gönderilecek!

*Sermayedar ve yatırımcıların bölgede istihdam yaratacak tesisler kurmaları zorunlu hale getirilecek. Nasıl ki memura ve askere zorunlu bölge görevi yaptırılıyor, onlara da öyle hizmet yüklenebilir.

*Bölgeye fedakâr, tahammüllü ve ‘zülcenaheyn’ memurlar gönderilecek. Bölge acilen “sürgün yeri” psikolojisinden çıkarılacak.

*Ve ne pahasına olursa olsun, bölgeye bireysel hürriyet ve demokrasi gerçek manasıyla götürülecek. Esasında, bu hürriyet ve demokrasiye Türkiye’nin her bölgesinin ihtiyacı var…

*Kesinlikle ve acilen bölge halkına şu mesaj verilmelidir ki, laiklik dininizi yaşamanıza mani değildir. Bu görüntü diğer İslam halklar için de geçerlidir. Çünkü Türkiye dışarıdan din değiştirmiş gibi algılanıyor.

*PKK’nın, ABD ve İsrail istihbarat teşkilatlarıyla iş birliği yaparak tezgahladığı olaylar, eylemler, katliamlar ne kadar sinir bozucu, tahrik ve tahkir edici olursa olsun, Türk devleti, kendisine yakışır bir vakarla, öfkeye kapılmadan, kendi vücudu üzerinde ameliyat yapan bir insan hassasiyetiyle, bölgedeki yaraları saracak. Kangren olmuş uzuvları temizleyecek. 3 bin yıllık Türk devlet geleneği bunu başaramazsa, asıl ayıp bu olur.

*Koruculuk sistemi kaldırılacak ve yerine bölgeye nizami ordu ile ilgisi olmayan ama yine askerin insiyatifi altında örgütlenmiş anti terör teşkilatı gönderilecek.

*Avrupa’ya rağmen, TCK’da bir değişikliğe gidilerek, vatana ihanet suçları için idam cezası getirilecek ve tavizsiz uygulanacak.. Sürekli birilerinin gözünün içine bakmayı esas alan bu ‘hasta adam psikozu’ bize Osmanlıyı kaybettirdi… Yeni kayıpları göğüsleyecek bir ulus kalmadı artık… Bilginize…

* * *

Bu sözlerim size ağır gelmiş olabilir. Bu toprakları ve bu topraklar üzerinde yaşayanları seven biri olarak yaklaşmakta olan süreçten böyle kurtulacağımıza inanıyorum. Önerilerim eksik veya yanlış olabilir. Sizin daha iyi tedbirleriniz varsa ben onları da kabule hazırım. Esas olan, bu topraklarda, ebediyete kadar kardeşçe yaşabilmekse, acilen bu olumsuzluklara bir çözüm bulmak gerekiyor.

Çünkü, tarih bize gösteriyor ki şu halleri yaşamaya başlamış bir devlet, uzun süre ayakta kalamaz. Allah korusun!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir