Aleviyetin Emeviyyet üzerine bir rövanşı olacak mı?
Ben olacağına ve o vaktin geldiğine inanıyorum.
Zaman gösterdi ki eski usul yaklaşımlar ve eskiden içi doldurulmuş ve bugün başka türlü anlamaya kabiliyetini kaybetmiş -cihad, ehlisünnet velcemaat, ulul emre itaat vs gibi- kavramlarla İslamiyet’in ilerlemesine, Müslümanların kendilerine doğru bir yaşam biçimi edinmesine imkân kalmamış…
Ve üstelik de, nehyi anil münker ve emri bilma’ruf içine giren her meselede ümmet, pratik hayatı açısından ‘etrafından dolaşılmayan’ bir emir ve yasak bırakmamıştır. Faiz öyle, cihad öyle, taaddüdü zevcat öyle, zina öyle, uhuvvet, öyle ihlas öyle, iman öyle, amel öyle, ubudiyet öyle…. Bütün bunların sencesi – bencesi çıkmış. Ortada, Kur’an’ın maksadına uygun tatbik edilen ve yaşanan kavram nerede ise kalmamış durumda… Bu hal, İslam dünyasını, içinden çıkamadığı problemlerle boğuşmaya mecbur ediyor.
Bir adam düşünün. Önüne konmuş bir klavye ile bir şeyler yazıyor. Fakat kendince yazdığı cümleler ekranda belirmiyor. Kendisinin de anlayamadığı bir takım satırlar oluşuyor ama maksadını gösteren işaretler değil…
Aklına gelmiyor ki, acaba benim yazdığım klavye tanımlı mı?
Önümüzde duran, kendisi ile yazı yazmaya çalıştığımız klavye F. Oysa bilgisayarımıza tanımlanmış klavye Q. Biz önümüzdeki klavyenin tuşlarına özenle basarak ‘Seni Seviyorum Kardeşim’ yazmak istiyoruz güya. Fakat ekrana düşen harflere bakan muhatabımız, kendisine hakaret ettiğimizi sanıyor!
İslam dünyasının ve Müslümanların hali bu! Güya Kur’an’a uygun yaşamak istiyor, fakat attığı adımlar ve yaptığı icraatlar değil Kur’an’a, insanî fıtrata dahi uymuyor.
Demokrasi kavramına bile karşı çıkıyor ama kendisi onun dörtte biri bir huzur var edecek bir düzen kuramıyor.
Adaletten söz ediyor. Bu toprakların en mebzul meyvesi zulüm, işkence ve terör olmuş.
Liyakatten söz ediyor, kayırmacılık ve akrabalar üzerinden siyaset yapmak ve rantı onlarla paylaşmak din halini almış…
Uhuvvetten söz ediyor. Muhalifinde zerre miktar kendi keyfine uyman bir hal görse tereddüt bile etmeden onu dinin dışına atıyor…
İhlastan samimiyetten söz ediyor. En şeni, en bayağı, en gayrı meşru işleri işlerken yüzü kızarmıyor, Allahtan utanmıyor…
Allahı ululamak için tekbir getiriyor, onu da cinayetlerine payanda yapıyor…
Haramdan helalden söz ediyor. Kazancını hiç ama hiç sorgulamıyor. Sorgulayanları da insafsızca hırpalıyor…
Sayısız örnek verilebilir. Evet, herhangi bir dini kavram yoktur ki, insanlarımız onun etrafından dolaşmamış olsunlar.
Evet, elimizde Kur’an var ve sapa sağlam duruyor, elhamdülillah. Bu güzel. Keza herkes herkesi Kur’an’a davet ediyor. Bu da güzel… Ancak zihinlerimize yerleştirilmiş ve artık bu zaman ile mutabakatını kaybetmiş kavramlar ve şablonlar, onu kendi maksadına uygun anlamamıza mani oluyor.
Apaçık bir terör hareketi olmasına rağmen şu IŞİD meselesi bile Müslümanların aklını bu kadar karıştırdığına göre daha çoook işimiz var.
İşte asıl derdimiz ve belamız bu.
Fakat görüyorum ki şartlar İslam ümmetini zorluyor. Ya adam olacağız, ya helak olacağız.
İnşallah bütün bu sıkıntılar, bu ümmetin, Müjde-i Peygamberîye mazhar olacağı hale tahvilinin sancılarıdır. Çünkü çekirdek çürümeden filize durmaz.
Saltanatçı, baskıcı, iktidarı bir cebir kullanma zenaatı zanneden, devletin bekasını ferdin hukukundan aziz bilen anlayışın önünde sonunda yerini ‘Şurayı’ esas alan, ‘meşveretle iş gören’, ‘iktidarı, halka hizmet görevi’ sayan, ferdin hukuk için en ağır idari kutsalı bile arkasına atabilen bir yönetim İslam yurtlarında hâkim olmadıkça, Müslümanlar bu zilletten kurtulamazlar.
Hz. Ali’nin davası, bu ikinci şıkta andığım, bireyi önceleyen adalet-i mahza idi. Fakat o gün insanlar bunu anlayacak zihni olgunlukta olmadıkları için, Emevilerin baskıcı ve zorba zihniyeti, rağbet gördü. Çünkü yönetim ancak saltanatla olabilirdi ve saltanatın tabiatı da cebir kullanmaktı. Böylece, Kur’an’ın ruhuna zıt bir yönetim biçimi, Kur’anî bir hülle gibi millete kabul ettirildi. Bin üçüyüz yıldır da o hülle[1] devam ediyor. İktidar olanlar hülle yapmayı seviyor, ondan büyük keyif alıyor.
Hz. Ali’nin, siyasi bir entrika ile aldatılıp elinden hilafetin alınması, sadece bir iktidar değişikliğine yol açmadı, malum. Aynı zamanda zulüm esasına dayanan ve asla Kur’anî olmayan bir yönetim biçiminin de meşruiyet kazanmasın; normal sayılmasına yol açtı. Emeviyet, haksızlık üzerine kurulmuş bir iktidardı. Bir gasptı. Hem Hz. Ali’ye hem Kur’an’a haksızlık edilmişti.
Şimdi şuhaksızlığın giderilmesi zamanıdır. İslam şu haksızlığı gidermedikçe, şu mağduriyeti telafi etmedikçe ‘divan defteri’ni kapatmaz kanaatindeyim. Öyle zannediyorum ki, Kur’an namına o hakkın iadesi mevsimi yaklaşıyor. Yani meşveret ve şura esasına dayanan, bireyin hakkını esas bilen, devleti kutsamayan ferdi yücelten bir dönem yaklaşıyor. ‘Fitne çıkmasın diye zulme rıza gösteren’ anlayış, yerini hakkın hatırını, hükümetin ve devletin bekasından daha azizz bilen bir anlayışa mevkisini terk edecektir. Ve hem de etmelidir!
Ben bu işe bir rövanşı gibi bakıyorum. Aldatmayla alınmış bir hakkın, kader tarafından iadesi. O gün, entrika ile iktidarı ele geçiren Emeviyet onu asıl sahibleri olan Kur’an ve Ehl-i Beyte teslim edecektir! Doğrusu ‘Seyyidler Cemaatinin zuhuru’nun bu kadar gecikmesini de anlayamıyorum!
Çünük bir gün de olsa O’nun ehli beyti tüm dünyaya adaletle hükümran olacaktır. Şu maksadı habıl edecek kuvvet ise seyyidler cemaati olabilir. Nasıl ki İsiveyitin zuhuru Hrısitiyan ruhanîlerin eliyle olacaksa…
Evet haber verilmiş ki, Müslümanların son idare şekli Hz. Hasan’ın hilafet anlayışına uygun olacaktır ki o da “müsbet hareket”tir.
Cihad’ın; Kur’anın bârika-âsâ elmas kılınçları ile yapıldığı, tebliğin; akla kapı açmaktan ibaret olduğu bir dönem.
Yazık ik, masum ve mazlum insanların kellesini koparmayı cihat bilen, kendisi İslam’dan ve onu yaşamaktan nasipsiz insanların ideolojisini din zannedeneler var ve iktidar oldukça İslamiyet’in de Müslümanların da başı dertten kurtulmayacak.
Artık Aleviyet, -tüm manalarıyla- Emeviyete –tüm vasıtalarına-, galip gelmeli!
Ey Ehlibeyt ve Seyidler cemaati gayretinizi başınıza alınız! Ve Kur’an namına ayağa kalkınız. Yoksa ceddinizin davası akîm, dini paymal olacaktır!
[1]) Hülle, elbise demektir ama aynı zamanda bir kandırmacağın öel ismidir. Kocasından boşanmış ve artık ona dönme imkanı kalmamış bir kadının, kocasına dönmek için bir başka erkekle yaptığı aldatmaca evliliktir…