Demokratikleşme Paketi ve Ekmekteki Kıl

Bugünkü yazımda iki mühim konuya temas edeceğim.

Biri toplumsal bilinçle, diğeri toplumsal sağlığımızla ilgili iki mühim mesele…

***

Bilmem kaçıncı demokratikleşme paketimiz açıldı. Allah millete, vatana hayırlı eylesin.

Osmanlı idarecileri, Devlet-i Aliye‘nin, Batı karşısında geri kaldığını anladıkları zamanlardan bu yana -bu da 1700’lerin sonu ve 1800’lerin başıdır- resmi – gayrı resmi, sayısız girişimlerde bulundu.

Başlangıçta bu çabalar, devlete musallat olan zaafı aşmak içindi. Sonra çöküşü önlemeye yönelik tedbirler olarak uygulanmaya çalışıldı. Ve daha sonra da her aydının çıplak gözle bile izleyebildiği yıkılış sürecini durdurmak maksadıyla Batının tedbir diye dayattığı her şeyi yaptılar. Sayısız fermanlar, tezkireler, layihalar yayımlandı bu amaçla.

Bu çabalarla milletin makûs talihini değiştirebileceklerine inandılar. Bu açıdan, ne Tanzimat Fermanı‘nı bir ihanet girişimi, -Mustafa Reşit Paşa’nın birilerinin emrinde görülüyor olmasına rağmen- ne Islahat Fermanı‘nı bir teslimiyet belgesi, ne 1876’da Kanun-ı Esasi’nin ilanı ile gündeme alınan I. Meşrutiyet uygulaması bir ihanet girişimi idi. Hatta Osmanlıyı gerçekten yıkıma götüren 1908’deki II.  Meşrutiyet’in ilanı dahi, kötü gidişatı iyiye dönüştürme çabasından başka bir şey değildi…

Evet, bütün o girişimlerin yegane gayesi, Devlet-i Ali Osman’ı ayakta tutmaktı. Panislamizm hareketleri, moderniteyi savunup dinden bile vaz geçmeyi öneren kesimler dahi, kendilerine göre Osmanlı’nın ayakta kalma çarelerini arıyorlardı. Hatta Batıdan damızlık erkek ithal etmek gerektiğini söyleyen Abdullah Cevdet gibilerin amacı dahi Osmanlı’yı kurtarmaktı…

Bunların içinden Pantürkist olanlar öne geçti ve özellikle İttihat ve Terakki’nin içinde kümelenen bu grubun küçük bir nüvesi daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni yapılandırdı. Bugün kendisinden kurtulmak istenilen “milli devlet” tezi, o gün, can simidi gibi bir şeydi.

Üzerinden 100-150 yıl geçmiş bu devlet tezlerini tekrar sıralamamdaki maksat, tüm bunları bugünlerde yaşadığımız süreçle ilintili görmemdendir. Elbette, demokratikleşmeye ülkenin ihtiyacı var. Fakat yapısal sıkıntılarımızı bertaraf etmek için yayımlanan  “Demokrasi Paketi”,  -bu konudaki kötü devlet tecrübelerimizden olsa gerek-, beni fazla heyecanlandırmıyor… Herhangi bir tepki veya red hissim de yok. Çünkü bu paketin ne getirip getirmeyeceği, esasta devlet örgüsünün gücüyle ilgilidir. Bu adımlar, güçlü bir devletin uhdesinde yarar getirebilir. Ama devlet zayıf ise ve öngörülerini sağlam kanıtlara oturtmamışsa, bizim gelişme saydığımız o adımlar, ülkeyi daha da içinden çıkılmaz bir hale düşürebilir.

Tanzimat’ta öyle olmuştur. Islahat Fermanı’nda öyle olmuştur, Kanun-ı Esasi’nin yayımlanmasında -monarşiye geçme çabasıdır- öyle olmuştur. Kanun-ı Esasi ile getirilen haklar, Meclis-i Mebusan’ı, bir Osmanlı topraklarını bölüşme platformuna çevirmiş, farklı unsurlara mensup bazı mebuslar, -milliyetçi akımların tesiriyle-, kendilerine tanınan ayrıcalığı, ülkeyi parçalamak için de kullanmışlardır. 90’lı ve 2000’li yıllarda meclise giren bir kısım PDP’lilerin yaptığı gibi…

Dolayısıyla, bu Demokrasi Paketi‘nin “hayırlı” bir şey olduğunu söylemek için vakit erken. Elbette ülkede sûri bir rahatlama var edebilir ve etmiştir. Ancak devletin toplum nezdindeki caydırıcılık gücü iyice zayıfladığı için bu paketin neler getirip ülke adına neler götüreceği konusunda endişe etmiyorum demeye de dilim varmıyor.

Yapılan iş için diyemesek de “hükümetin bu konudaki niyeti hayırdır” diyebiliriz. Ancak ‘hayırlı’ olanın daima reel maksada da uygun olması mümkün olmayabilir.

Ülkenin bir takım yapısal düzenlemelere ihtiyacı olduğu gün gibi aşikâr. Bunu görmemek için kör olmak lazım. “Niyet hayır akıbet hayır” diyebiliriz ama hayrın ortaya çıkış şekli her zaman bizim razı olabileceğimiz gibi olmadığından ben bu konuda Allah’ın lütfuna talip olmayı tercih ediyorum. Dua edelim ve diyelim ki “Bu kere Allah bu milletin yüzüne baksın da şu paket, millete ve vatana hayır getirsin!”

Endişelerim tabii ki devletin gücü ile ilgili. Türkiye devleti güçlüdür, amenna… Ama sıradan bir insan dahi rahatlıkla ve hiç korkmadan polis ile çatışabiliyor; ona yakalanmaktan, onun eline düşmekten, kanunun huzuruna çıkmaktan korkmuyor.

Bundan, bir polis devleti istediğim anlamı da çıkarılmasın. Kanunun kudretini hissetmemek başkadır onu hiçe saymak başkadır. Güvenlik birimlerine karşı bu kadar pervasızlık, kanunun caydırıcı olmadığının basit bir emaresidir. Bir milletvekili, bir öğrenci, bir terörist gibi veya onlarla birlikte hareket etmekte sakınca görmüyor. İç düzeni ve beraberliği, tırlık ipliğiyle korunan bir ülkede, böyle açılımlar bela da getirebilir. O yüzden devletin, bu paketin arkasında dimdik dururken ülkenin birlik ve düzeni konusunda da azami titiz davranması gerekir. Aksi takdirde girişilen açılımlar felaha çıkarmaz… Allah korusun…

Evet, bu açılım yapılmalıydı. Ülkenin bir yeni soluğa ve nefese ihtiyacı vardı. Ancak bunun bünyeyi zehirlemesine, var olanın da dağılmasına fırsat vermemesi lazım… Bunun için sadece hükümetin iyi niyeti yetmez. Ülkenin tüm makul güçlerinin de paketin arkasında yer almasını sağlamak lazım…

***

EKMEKTE İNSAN KILI

Bu yazının başlığı aslında “Sevgili Başbakanımıza Açık Mektup” olacaktı.

Sonra “kim takar Yalova kaymakamını” dedim ve “Ekmekte İnsan Kılı” demeyi tercih ettim. Sevgili Başbakanımıza açık mektup yazıp da cevabını almazsam madara olurum diye vaz geçtim…

Başbakanımızın milletin makus talihini değiştirmek, milletin önündeki manileri kaldırmak için yoğun bir çaba içinde olduğunu biliyorum. Demokratikleşme Paketi de onun eseridir. Niyetinden de zerre şüphem yoktur. Başbakanımız bu milletin önünü açmak istiyor. Bu uğurda ulaşabildiği her meselede girişimde bulunuyor.

Tarım gıda ve hayvancılık konusunda yeterli açılımlar yapılmamış olabilir. Ben o konulara da sıra geleceğine inanıyorum.

Fakat hepimizi yakından ilgilendiren çok acil bir duruma dikkatlerini çekmek istiyorum. Bu konu, Türkiye’nin henüz farkında olduğu bir mesele değil. İlk defa Sabah Gazetesi -geçen Ocak ayında- bir haberle temas etti, geçti ama fazla da dikkat çekmedi…

Siz hiç bir çuval beyaz un gördünüz mü? Gördüyseniz, üzerindeki yazıları okudunuz mu? Eğer okumuş olsaydınız şöyle bir ifade ile karşılaşacaktınız: Miksedilmiş un…

Kül: % bilmem şu kadar. Protein: % bilmem bu kadar. Un: % bilmem ne kadar…

Un’a kül niye katılır, protein niye katılır bunu -muhtemelen- fırıncılardan başkası bilmez! Peki, o protein adı altında hepimize insan saçı, domuz kılı yedirildiğini söylersem ne dersiniz?

Mideniz bulandı değil mi?

Belki de “Yok canım bu kadar da olmaz artık! Bu bir şehir efsanesi…” deyip geçeceksiniz. Ben de öyle demeyi arzu ederdim. Soframdaki baş nimet bildiğim ekmeğime böyle bir şeyin reva görülmemesini dilerdim.

Evet, unun içinde, kıvam almasını, çabuk yoğurulmasını ve ekmek pişerken içinin de rahat pişmesini sağlamak için mutlaka bir miktar L-cystein katmaları gerekiyormuş. Öyle diyorlar. O yüzden de fabrikalar unu miks ederken bu aminoasidi de katıyorlarmış… Tabii ki size L-cystein demiyorlar. Ne diyorlar? E 920, E 921, E 910! Bunların ne olduğunu söylemiyorlar. Bunlar işte size sözünü ettiğim o aminoasit. Siyah saçlı insanların baş kılı, domuz kılı ve kaz-ördek tüyünden yapılan bir katkı maddesi.

Bugün bu maddenin en büyük üreticisi Çin (% 90)! Çin’de siyah saçlı erkek çok… L-cystein de en çok siyah saçlı insanın kılında bulunduğu için berber atıkları bu iş için kullanılıyor. Daha kolay elde edildiği ve ucuz olduğu için…

Ben fırıncılarla da konuştum. Onlar bunun mahiyetini bilmiyorlar ama o olmadan hamura şekil veremediklerini biliyorlar…

İnsandan yapılma bir ‘amino asidi’ni kullanmak, ne kadar az olursa olsun önünde sonunda insanı, insan yiyen bir canavara dönüştürür.

Unlu mamul üreticileri, E 920, E921 ve E 919 katkı maddelerini un hamurunun karışma zamanını kısaltmak, yayıldıktan sonra pizza ve hamur tabakasının büzülmesini (kendini çekmesini) durdurmak, hamurun şeklini muhafaza etmesini sağlamak, pastacılıkta hamura şekil vermek ve hamurun hareketine yardımcı olmak, özellikle ay çöreği, rulolar, bazı kekler, pide ve ekmekler, kraker ve tost gibi çeşitli fırın ürünlerinde kullanılması zorunlu bir katkı maddesi olarak görüyorlar.

Avrupa Birliği Ülkeleri, Amerika, Kanada ve tabii Türkiye’de fırınlar, maalesef insan saçından üretilen L-cyctein katılmış un kullanmaktadır. Hâlbuki Endonezya’da sentetik malzemeden üretim yapılmakta.

Müslümanlar için insan saçından yapılan katkı maddesi kesin olarak haramdır ve uzak durulması gereken bir şeydir… L-cyctein aminoasidi, pekâlâ kaz ve ördek tüyünden, sığır boynuzundan da üretilebiliyor. Sadece biraz daha pahalıya geliyor…

Nerede ise diyeceğim ki iki haramdan birisi yapılacaksa bari domuz kılından yapılanı tercih edin. İnsan proteini almaktan evladır! Ama bunun helal yolları varken neden bu insanlara insan kılından aminoasitler yüklensin! Proteinler DNA’nın da yapı taşıdır. Kendisini doğrudan DNA’ya monte eder. Gelecek nesiller ve genetik sapmalar açısından son derece tehlikeli bir durum! O yüzden bunun farkına varan Dubai bu meseleyi çözmüş, pahalı da olsa suni ama haram olmayan malzemelerden L-cystein ürettiriyor… Türkiye de bunu yapabilir ve hatta üretebilir…

Bu mesele henüz Türk medyasının gündeminde değil. Ama merak edenlerin meraklarını giderecek oranda araştırma sonucu, herkesin erişimine açık… Dünyada özellikle helal ve kosher standartları açısından son derece hassas bir konu çünkü.

Bu milletin geleceği ile son derece ilgili olan Sayın Başbakanımız, ülkenin selameti için Demokratikleşme Paketlerini açarken, birilerinin el altından milleti nasıl sinsi sinsi canavarlaştırdığını da açığa çıkarsın ve şu rezalete son versin!

Kesinlikle bunu ne fırıncılar biliyor ne un üreticileri. Kimseyi de karalamıyorum. Sadece haber veriyorum. Ve diyorum ki E920, E921 ve E910, insan kılından üretilen proteinlerdir. Bunu bilsinler. Nesli ve harsı bozmanın en tehlikeli yolu olan gıda ile onu canavarlaştırma politikalarına artık son verilmeli. Kendilerinin bu konularda çok hassas olduğunu yakinen biliyorum. Bir mülakatta “artık can boğazdan çıkıyor” diyerek meselenin farkında olduğunu ortaya koymuştu…

Şimdi diyorum ki “Sevgili Başbakanımız… Lütfen unumuzdaki insan kılına son verdirin. Ta ki millet size ebediyyen duacı olsun ve sofrasındaki nimeti baş tacı bilsin…”

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir