İslam’ın Bu Mağlubiyetli Hali Ne Kadar Sürer?

“O (Allah), ‘müşrikler’  hoşlanmasa da dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.” (Tevbe, 33)

“O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih, 28)

“O (Allah), ‘müşrikler’ hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.” (Saf, 9)

Bu üç ayet, ikincideki “şahid olarak Allah yeter” ifadesi dışında mota mot aynı kelimelerden inşa edilmişlerdir. Özetinin özeti, bu ayetler  diyor ki “Allah, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği ‘Hak Din’ini diğer dinlerden üstün kılacaktır”. Bunu kime rağmen yapacak?

Müşriklere!

Kim bu müşrikler?  Sadece Kureyşli kafirler değil! Şimdilik bunu aklınızın bir yerinde tutun!

***

‘Hak din’ Allah’ın peygamberler vasıtasıyla insanlığa ilettiği yaşam biçimidir. Âdem ile başlamış ve belli aralıklarla, insanın zihnî kabiliyetinin inkişafına uygun bir şekilde genişletilerek tekrar tekrar gönderilmiştir.

Kur’an’ın ifadesiyle bu din –adına ne denmiş olursa olsun-  ‘hanif’ tabiatlıdır; yani evrenin, eşyanın ve insanın hakikatine uygun tavsiyeler içerir. Çünkü onları tanzim eden Âlemi ve insanı tanzim eden Allah’tır; insan aklı karışmamıştır. Bu kuralları bildirmekten/göndermekten maksat da bir tür hayvan olan şu varlığın (insanın), kendisini tasaffi ve tekemmül ettirerek, Rabbine muhatap bir kul, bir Âdem mertebesine çıkmasını sağlamaktır. Böyle olunca bütün semavi dinler hak olur!

Nitekim de –bugün başka başka isimlerle anılan- her biri, şu ayetin hükmünü gerçekleştirdiler tazelik dönemlerinde… Yani hem Tevrat ve hem de İncil vasıtasıyla indirilen ahkâm (din) yeryüzünde mevcut ‘paganik’ –aslı tevhid olan ama zamanla insanlar eliyle esasları çarpıtılıp tevhid ile alakaları koparılan- dinlere üstünlük sağladı. Musevilik/Yahudilik veya Hristiyanlık/Nasranilik gibi isimleri özellikle kullanmadım. Çünkü şu yakıştırmalar, aslı İslam olan ‘hak din’in, ideolojik bir karakter kazanmakla aldıkları isimlerdir. Allah’ın indirdiği dinin adı hep ‘islam’ (barış/güven, esenlik= Teslimiyet) olmuştur. O, ne zaman ki ‘islam’ (barış/güven, esenlik) olma vasfını kaybeder, islam olmaktan çıkıp pagan bir din olur. Kuran ona ‘atalar dini’ yakıştırması yapar ve yerden yere vurur. Çünkü ‘atalar dini’, dinin milli bir karakter kazanmış halidir ki bu da şirktir ve ona uyanlar da müşriktir! –Bugün çoğumuzun olduğu gibi, Allah muhafaza-

Dolayısıyla diyebiliriz ki, Musevilik/Yahudilik de Hristiyanlık ve tabii yazık ki Müslümanlık da –dikkat edin islam veya İslamiyet demedim- başlangıçta hak ve ‘İslam’ iken, insanların, onlara milli bir karakter kazandırma çabalarıyla pagan halini almış, ‘atalar dini’ hükmüne girmiş bulunuyorlar. (İşte bu yüzdendir ki bugün, her ayetin ve her hadisin, ‘sencesi – bencesi’  hüküm sürüyor, kendisi değil!)

***

Hz. İbrahim’e verilen kurallar bütününe ‘hanif din’ adını verdi Allah. Sonraki bütün edisyonlarda da bu fıtratı korudu. Allah kullarına gönderdiği kurallar ve hükümler manzumesine daima ‘islam’ adını yakıştırdı. Mahiyeti de hep aynı olduğu için “elçilerimiz (in getirdikleri) arasında bir fark gözetmeyiz” buyurdu ki, o elçilere değil getirdikleri mahiyete bakılsın diye. Ama insanlar illa da o kurallar manzumesini peygamberle anmayı uygun gördüler. İsim değişince mahiyet de değiştiği için, o dinler paganizme dönüştü, mensupları da müşrike..! Allah korusun!  Sanki o kuralları hazırlayanlar, koyanlar, o peygamberlermiş gibi. Böylece de hak iken batıl oldular. Esasında, hak dine peygamberin adını vermek –mesela İslam’a Muhammedîlik demek gibi– o dine müdahale etmeyi de kolaylaştırır. İnsan Allah’tan olduğuna iman ettiği şeye dokunamaz. Önce beşerileştirecekler ki istedikleri gibi dokunabilsinler. Yahudilik böyle ortaya çıktı, Hristiyanlık böyle teşekkül etti!  Müslümanlık böyle fırka fırka oldu!

Hz. İbrahim vasıtasıyla gelen din, Yakub (as)’a kadar düzgün gitti. Hz. Yusuf da o din üzere amel etti.

Sonra araya uzun zaman girdi. Beni İsrail, ‘beni İsrail’ olmaktan çıktı ve Hanif dini de unutuldu. Mısır halkına köle oldular.

Derken o hakikatler, Hz. Musa’ya bildirilen şekliyle tazelendi. Allah o hükümler bütününe Tevrat adını verdi. Daha sonra gelecek nebiler, peygamberler ve ‘esbat’ onunla insanlar arasında hüküm versinler diye. Musa’nın kavmi ve ardından gelenler o dini, atalar dinine çevirip hükümlerin “İlâhî” olma vasfını yok ettiler. O ana kadar, tüm dinler üzerine zahir olan din ve onun sayesinde saygı gören halk, Yahudilik/Musevilik halini alınca mağlup oldu. Çünkü ‘müşrik’ oldular. Ve Allah onları, batıl dinlere mensup olan halkların eline verdi. Onların insafına bıraktı. (Asur, Babil, Roma) Onlar da gelip şunları tar umar ettiler.

Allah da Museviliği /Yahudiliği iptal etmek için Hz. İsa eliyle, adı her daim İslam olan hak dini, -benzetmede hata olmasın- yeni umdelerle revize etti. Hak din, İncil vasıtasıyla bildirilen ahkâmlar bütünü oldu. O da kısa zamanda tüm dinlere üstün oldu. Tabii paganizm halini almış Yahudiliğe de!

İncil’in ahkâmını paganizme dönüştüren Pavlus’tur.  Cerbezeci, iyi konuşan hain bir İsa karşıtı iken birden bire Hristiyan oldu ve dinin Allah’tan gelen halini alıp Anadolu paganizmi ile âlude etti. Güya kabul ettirmek için… Ve kısa zamanda o din başkalaştı ama mensupları samimi olduğu için, Roma gibi en azametli bir devlete karşı bile üstünlük kazanmayı bildiler.

Sonra o Hak Din, Kur’an olup indi. Allah ‘Hak Dini’, bütün detaylarıyla; yani kıyamete kadar insanlara yetebilecek tüm ahkâmı ihtiva eder şekliye insanlığa indirdi. Ve bundan böyle, dinin yeni bir versiyonunun olmayacağını, başka bir elçi de gelmeyeceğini bildirdi. Ve Allah katında geçerli dinin ‘islam’ olduğunu bir kere daha teyit etti. Ve Muhammed (asv) ümmetine, “din olarak İslam üzerinde kalırsanız sizden razı olurum” buyurdu! [1]

Hz. Muhammed’e inzal buyurulan Kur’an’ın;  yani dinin, bu yeni ve en mütekâmil halinin etrafında bir araya gelen insanlar, kısa zamanda en üstün toplum haline geldiler ve bu din vasıtasıyla kendi coğrafyalarındaki tüm milletlere ve dinlere hâkimiyet sağladılar. Sonra cihan devletleri kurdular ve tüm âlemde İslamiyet’in bayrağını dalgalandırdılar.

İslam’ın özüne ilişmeler, ilk defa Emeviler döneminde başladı. Emeviler, zorla ele geçirdikleri iktidarlarını sürdürmek için, muhalifleri ise onları devirmek için, ayetleri maksadının dışında yorumlamaya, hadis uydurmaya, birbirlerini alt etmek için, Allah’tan olmayan şeyleri Allah’tanmış gibi göstermeye başladılar.

Nihayet miladi bin ikiyiz ellilere geldiğimizde, İslam yavaş yavaş hanifliğini kaybetmeye başladı. Çünkü bilim ile alakasını kesmişti. Derken Mistisizm, kendisini zehirli bir bal gibi Müslümanların dilinin üstüne bıraktı ve İslam yavaş yavaş Hz. Peygamber’in anlattığı ve yaşadığı halden koparılıp şu veya bu şeyhin veya âlimin yorumları etrafında şekillendirilmeye başlandı. Tabii ki her dönemin âlimlerinin, Kuran’ı zamanın anlayışına yaklaştırmak gibi bir görevleri vardır. Amaç, Kur’an’ın ve Dinin doğur anlaşılmasını sağlamak iken, zamanla insanlar, nazarlarını Kur’an’dan çekip o yorumlara hasrettiler. Böylece mezhepler ve meşrepler çıktı. Tabii ki mezhepler haktır. Hak olmayan, onların din yerine ikame edilmesidir. Yazık ki zaman içinde insanlar ‘müslüman’ olmaktan çok şu veya bu mezhepten olmakla anıldılar. Böylece İslam gitti değişik değişik anlayışlarla tasarlanmış bir atalar dini elimizde kaldı. Ve böylece yaşadığımız İslam, atalar dini haline geldi. Bir tür şirke dönüştü. Ve mağlubiyet mukadder oldu!

Tabii ki mesele bu kadar kısa değil. Ama bu kadarla yetinmek zorundayız.

‘El-Hakku ya’lû vela yu’lâ aleyh’ (Hak üstündür ona galip gelinmez) kaziyesini, kendimizi hak bilerek savunup durduk ama bu, bizi feleğin hükmünden kurtarmadı. Çünkü zannettik nasıl olsa İslam haktır, biz de Muslüman olduğumuza göre hep üstün kalırız. Ama mağlup olduk. Çünkü o hak olan dini kendi kattıklarımızla ‘atalar dini’ haline getirdik ve böylece Müslümanlar istikamet kaybettiler. Dinleri hak olmasına rağmen, hallerini o hakka uyduramadıkları için mağlup oldular. Eğer diğer kavimler İslam’a dehalet edip Kuranı yeni baştan ve taze olarak almasalardı, Abbasilerden sonra Müslümanlar mağlup kalırdı.

Ama Cenabı Hak, Emeviyet halini almış dini, -Maide Suresi 54. ayetinde ifade edildiği gibi-  yeni tabilerle tazeledi. Türkleri İslam’ın hizmetine verdi. Hak dini hak olarak yaşamaya başladılar ve İslam’a önce Selçuklular, sonra da Osmanlı adıyla büyük hizmetler yaptılar. Sonra onlar da istikameti kaybetti. Hayatlarını İslam’a uyarlayacaklarına İslam’ı kendi şartlarına uyarladılar. Yani islam bir kere daha ‘atalar dini’ oldu. Bir tür paganizm yani! Düşünün ki, fes takmayı, potur giymeyi, elde bastonla dolaşmayı İslamiyet zanneden insanlarımız var hala!

Ne ise, tüm bunlar biraz da mukadderat herhalde. Zira Peygamberimiz (asv)’ın “Sizden öncekilerin yollarına karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler/sürüngen deliğine girseler, siz de onların arkasından gireceksiniz.” Buyurdu. Sahabe “Yâ Rasûlallah, Yahudilerle Hıristiyanlara mı uyacağız?” diye sorunca “Ya kime (olacak)!?” buyurdular (Buhârî, Enbiyâ 50, İ’tisâm 14; Müslim, İlm 6; İbn Mâce, Fiten 17)

Yani biz Müslümanların dahi tıpkı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi dinimizi atalar dinine dönüştüreceğimizi haber veriyor. Onların içine nasıl bir yığın yanlış fikir ve anlayış sokula sokula esastan uzaklaştılar. Biz de yaşamımızın içine şirk unsurları kata kata hayatımızı ‘müşriklerin’ hayatına benzettik. -Allah’tan ki Kur’an mahfuz kılınmış. Yoksa daha öncekilerin yaptığı gibi ona bile dokunmak isteyenler çkacaktı!-  Ve zalim durumuna düştük. Nasıl ki Allah, dinlerini Yahudiliğe dönüştüren Beni İsrail’i mütegallibenin eline verdi. İslam’ı, atalar dini haline getiren bizleri de onların insafına havale etti. Onlar da insaf etmediler, etmiyorlar. Üç yüz yıldır başımıza vurup duruyorlar. Biz de onlardan merhamet ve izzet dileniyoruz…

Peki, bu mağlubiyetli hal, ila nihaye devam edecek mi?

Sevinçle ifade ediyorum ki hayır! Resululahın haber vermesiyle biliyoruz ki önümüz bahar. Bir gün de olsa İslam ahir zamanda hâkim olacak, adaleti zahir kılacak.  İslamı böyle bir dönem bekliyor. Esas sorun bizim ‘İslam’ olamamamız!

Daha önceki bir yazımda da temas ettiğim gibi, yazının başında verdiğim üç ayette geçen “Li yuzhirahu ale’d-dini kullih’ ifadesi, matematik değer olarak 1435 (miladi 2014’e) ediyor.

Ayet her asra baktığı gibi bu asra da bakıyor ve tabi ki bu yıla özellikle bakıyor. İnşallah bu yıl ve sonrası hak din olan İslam’ın tüm dinlere –ve tabii atalar dini halini almış ‘müslamanlığa’ da- hâkim olacağı, hak dinin zahir olacağı dönemin başlangıcı olacak. Yani ne olacak bilmiyorum ama Müslümanlar da kendini toparlayacak ve hak dine layık hale getirecek!

***

10 Ağustos seçimleri bunun başlangıcı olabilir mi? Bilemiyorum, zaman gösterecek.

Milletin, kendi cumhurbaşkanını seçmesi, başka konularda da cesaretlenmesine hizmet eder mi?

İnşallah bu durum, başka konularda da –hatta siyasi dayatmalara karşı bile- hür ve müstakil hareket etme kabiliyeti kazandırır topluma. Böylece, belki, İslamlar içinde yayılan envai türlü istibdatların da belini kırarız. İslam medeniyetinin temelden çökmesinin ilk ve en büyük sebebi siyasi istibdattır. O kırılsa arkası gelir. Zira her baş ettiğimiz, kendisini orada ebedi kılmak istiyor. Bu alışkanlıktan kurtulabilsek, millet yeniden ayağa kalkacak ve kendisinden umulan hizmetleri görecek. İslam’ın tüm insanlığa yayılmasına mani olan halleri ortadan kaldıracaktır.  Zira Kur’an’ın fütuhatının önünde duran en büyük engel, içimizdeki, -Kur’an’ın ruhuna zıt, insanın özgünlüğünü yok eden, şahsiyetini imha eden– siyasi dayatmalar ve alışkanlıklardır.  Güçlü bir lider varken, hiçbir insan liderlik vasfını göstermeye cesaret edemiyor. Müsaade etmiyor, kendi yanında ona yer verdirmiyor. Hâlbuki güçlü lider, kendisinin yerini doldurabilecek lideri yetiştirendir. Halkını, daha ötelere taşıyabilecek insanları ekibinde barındırman, en azından onlara tahammül edebilendir.


[1]) (Maide, 3)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir