Kur’an-ı Kerim Herkese mi Gönderildi?

Bir tür konuşan hayvan olan insanın, Adem, menzilesine varması için, Cenab-ı Hakk’ın peygamberler vasıtasıyla kullarına yaptığı tavsiyeler, kalbinde maraz bulunanları hep rahatsız ede gelmiştir.

Bu son derece normaldir. Zira insan diye tezahür etmiş mahlûkların çok az bir kısmının inanabileceği ilahi metinlerde ifadesini bulmuştur.

Cenabı Allah (cc) Kuran’da,  herkes inanansın diye kendini nerede ise helak edecek seviyede telaş ve gayret gösteren Habibi’ne (asv), “İnneke la tehdi men ahbebte…” (sen sevdiklerine hidayete erdiremezsin…) (Kasas, 56) buyurarak onu makul çizgiye davet eder.

Nedir o makul çizgi?

“Söz ekser (insanlar) üzerine sabit oldu ki inanmayacaklar” (Yasin, 7).

Mümin bu cümleyi farklı anlıyor, kâfir veya ‘kalbinde maraz bulunanlar’ farklı. ‘Kalbinde maraz bulunanlar’  -ki bu ifade Kur’an-ı Kerim’de nerede geçmişse “Allah marazlarını arttırsın” ilenmesiyle teyit edilir- bu ayeti, “Ne yapalım Allah bize inanmayı nasip etmemiş”  diye anlarlar. Mümin ise, bundan, iman ve ibadet için gayret etmesi gerektiğini çıkarır.

Evet, söz insanların ekserisi üzerine sabit olmuş ki inanmayacaklar. Dolayısıyla hayrın talipleri azınlıktır. Kur’an’ın hedef aldığı kitle de!

İnsanların büyük çoğunluğu inanmayacak, inanamayacak. Zira üzerine inşa edildikleri tohumları (nutfe), ekildikleri arazi (rahim), arazinin yapısal koşulları; içindeki ‘bünyad’ın (ceninin) genetik ve beslenme kaynaklı yapıları, donanımları, ‘vahyi anlamak’  gibi yüksek bir çözünürlük ve bellek kapasitesi gerektiren bir programı yüklenebilecek kapasitede olmadıkları için onlara iman programı yüklenememiştir… Yoksa bu, Âlemlerin Rabbinin keyfî, kasdî, hikmetsiz bir tasarrufu değildir…

Hani eskiden, bilgisayarların henüz yeterli kapasitelere kavuşmadığı dönemlerde, eski bir bilgisayarınıza yeni versiyonlar için üretilmiş bir programı yüklediğinizde ‘yeterli bellek yok’ diye uyarı gelirdi ya, işte aynen onun gibi, birçok insan, gerek taşıdıkları sulp, gerek, neticesinde var edildikleri ilişkinin biçimi, gerekse o nutfe, rahimde karar kıldıktan sonra onun vücut yapısının inşasında kullanılan malzeme (yani annenin yiyip içtikleri) ve gerekse, tüm bunlar neticesinde oluşan toplam muhassala iman programını yüklenmeye el vermez.

Hatırlayın, İmam Azam, babasının, suda akıp gelen bir elmayı alıp ısırmasından dolayı, Kuranı hıfzetme zamanının 2 yıl uzadığını söyler. Bir haram elmayı ısırmak çocukta bu kadar kapasite daralmasına neden oluyorsa bizi düşünün, bu çağın insanlarını. Çocuğun kendisinden inşa edildiği malzemenin (annenin yediği içtiği gıdaların) bu tür neticelere sebebiyet vereceği bugün inananların bile umurunda olmaktan çıkmış. Çünkü bu çağ, inananların bile ahreti bildikleri halde dünya hazlarını seve  seve tercih ettikleri bir çağdır. (İbrahim, 3)

Bediuzzaman’ın babasının, tarlasına gidip gelirken, tüm süt veren davarlarının ağzını bir kafese aldığı bilinmektedir. Keza hatırlayın, Cenab-ı Hak, sepete konulup Nil’e bırakılan Musa’yı götürüp, Firavun’un sarayına teslim ettikten sonra, başka kadınları emmesini haram kıldı ki, ta sonunda yeniden annesine verilsin de helal süt emsin.

Hz. Peygamber (asv), Hz. Adem’den itibaren, kendisine gelinceye, kadar sülbünü taşıyan anne babalarının, zina etmemiş olmasıyla övünür.

Kur’an-ı Kerim, sayısız ayette yiyecek ve içeceğin, ahlakın ve insani ilişkilerin temiz olması gerektiğine dikkat çeker. Fıtrata müdahale edilmemesi ikazında bulunur.

Buna karşılık İblis ve aveneleri olan Şeytan, yemin eder ki, “bozguncu, hırsına esir olmuş insanlar eliyle ‘harsı’ (tarım ürünlerin) ve nesli (insan yavrularını) helak edeceğim, değiştireceğim, takdir edilen halin dışına çıkaracağım” der. Biz bunun sadece ahlakî bir mesele olduğunu düşündük hep.

Ama bugün bunun yapısal anlamda da mümkün olduğunu ve olmaya başladığını görüyoruz. İnanları bu konuda uyaralım, en azından onlar kendi yavrularına ve ezelde takdir edilmiş doğuş şekillerine sahip çıksınlar diye bildiklerimizi anlatalım dedim de, inanmayanlardan ziyade, inananlardan tepki geldi. Ne kadar da dünyevileşmişiz. Kuran’ın ahkâmını ne kadar de kendimizceleştirmişiz!

Sezaryen meselesinde yazdıklarımı saçmalık sayan, söylediklerini ispat etmezsen seni rezil ederiz diyen bir yığın ‘müslüman’ uyarısı aldım. Böyle saçma sapan şeyler yazarak, dini gericilik haline getirdiğimi söyleyenler de oldu. Hepsine hakkımı helal ediyorum, Allah onları o tür çocukların babası olmaktan muhafaza etsin diyeyim ben yine de…

Ortalama yazılar;  hiç kimseye dokunmayan yazılar yazmayı bilirim. Geçmişte yazdım da. Ama şunu gördüm ki ben tarafım ve taraf olmaktan başka çare de yok. Birilerine yalakalık yaparak bir yere varılmıyor. Herkesten alkış bekleyen sonunda hiç kimseden itibar görmüyor. Zaten herkesi memnun etme niyeti insanı münafık yapar. O yüzden de kendimce bir karar verdim ve bir Müslüman gibi yazmaya soyundum. Ha, her yazım hakka ve hakikate uygun mu? Sanmıyorum. Hem de mümkün değil… Amma gayretim o yöndedir… Ben elimden geldiğince, kalbi diri olanların şeytana kaptırılmaması için çabalıyorum…

Çünkü şeytan insanlardan ‘mafrûd’ olan payını alacak. Çünkü İblis, kendisine uyanların (fıtrî olanı terk edenlerin) çocuklarından pay alacağını açık açık ifade ediyor. Buna karşılık da Cenab-ı Hak, “Andolsun ben de Cehennemi seninle ve sana uyan insanlar ve cinlerle dolduracağım” buyuruyor.

Demek ki, inançsızlık yolunu seçmek bir yazgı değil. Bu noktada bir mücadele var olduğuna göre bize düşen, diri olanları kaptırmamaktır. İnsan kendisine yüklenen hayatı icra etme memuru olsaydı, ne peygamberlere gerek kalırdı ne imtihan sırına ne mücadeleye… İnsan pekâlâ hırsına kapılıp yanlışa yönelebiliyor. Küfür veya dalalet, insanın tanrılık oynamaya kalkışması neticesinde düştüğü hallerdir…

Tabiatı ve fıtratı tağyir, Rahmanî değildir, şeytanîdir. Hiçbir mümin bu sözümden, ‘Rabbin nimetlerini aramayın, başka bir yol varsa onu denemeyin’ manası çıkarmaz. Benim bu sözüm, fıtratı tağyire yöneliktir. Çünkü İblis, insanı o tür merakları ve arayışlarıyla yoldan çıkaracak. Ve ancak insan mesh olunduğunda kıyamet kopacak. Bu yollar sonunda insanı mesh edecek yollardır. Bunu en iyi bilen İblis’tir…

“Efendim, yani tohumların arızalarını gidersek, fena mı? Daha işin başında genetik yapıyı hastalıklardan ayıklasak fena mı, çocuğu olmayanı tüp yoluyla çocuk sahibi etmek fena mı?” diyorlar.

“Vallahi ben insanın dertlerine çare arayışına, kainatta var olan kanunları bulup kendilerine hizmet ettirmelerine karşı değilim. Ama bu çare arayışları sonunda Tanrılık oynamaya kadar vardırılırsa, ceremesini çekersiniz” diyorum. Hepsi bu kadar!

 Tüp bebeklerin üçüncünü nesline şahit olmadık. Ama fareler üzerinde yapılan denemede, tüp bebek farelerin üçüncü nesli kesinlikle kısır oluyor. Bunun insanlar için olmayacağını kim garanti edebilir? Bu mudur sizin önerdiğiniz çare? Nesli ve harsı ebter hale getirmek Şeytan’a hizmet değilse nedir?

Acil ve zorunlu durumlar dışında, sırf estetik kaygılar ve para kazanma hırsıyla yaradılışın doğal seyrini tağyir ve tebdil etmeye kalkışmanın ne tür ruhi ve psikolojik tahriplere yol açıp açmadığını nerede test ettiniz ki, ayetler ışığında bu yöntemin insan ruhuna ve sağlığına zararlı bir şey olabileceğini söyleyenlere karşı çıkıyorsunuz?

Siz bana ispat edin o söylenenler mevcut değil?

Şeytan Kadın suresinin 119’uncu ayetinde “Ben onlara emredeceğim, Allah’ın halkını, (yaratma şeklini ve yaratığını) değiştirecekler”  Bunu meyvelerde ve sebzelerde, tahıllarda yaptılar, şimdi insanlar üzerinde yapıyorlar.

Kim yapıyor?

– ‘Şeytan’ın Evliyaları’!

Ne adına yapıyorlar?

Güya insanlığa hizmet için. Ama biri de çıkıp “kardeşim bu yaptığınız ifsaddır, tağyirdir, fıtri olanı değiştirmektir” dese hemen karşı çıkıp “sen yobazsın, gericisin, gelişmelere karşısın, biz insanlığa hizmet ediyoruz” diyorlar, tıpkı ayetin haber verdiği gibi (Bakara, 11). Beni kahrettiren, birçok müslümanın da şu ayetlerin muhatabı olmaktan korkmamalarıdır!

Şu bir iki yazı münasebetiyle, anladım ki, Kur’an herkese inmemiş! Ve dahi anladım ki iman başka, Müslüman başka imiş. Bugün çoğu Müslüman, bir yaratıcının var olduğunu bilmeyi “iman” zannediyor. Kendi kafasında tasarladığı bir tanrıya inanıyor. Böyle olunca da “Ey iman edenler, Allaha iman edin!” ayeti çok daha büyük bir önem kazanıyor!

Evet, Kur’an maalesef herkese hitap etmiyor. O zaten sadece ‘kalbi diri’ olanları, ‘hayy’ olanları uyarmak üzere Peygamber’e (asv) gönderilmiştir.(Yasin, 70)  İnat ve fesada meyil yüzünden çoğu Müslüman da onu (Kur’an’ı) dinleme, duyma ve itaat etme melekesini dumura uğratmış!

Cenab-ı Hak, “Bu Kur’an, onunla zaten diri olanlar uyarılsın diye gönderildi. Söz kâfirler (hakikati bile bile görmezlikten gelenler) üzerini sabit oldu ki inanmayacaklar. İfsat yolu varken, fıtrî olana meyletmeyecekler!”

O yüzden de Kur’an herkes için şifa olmaktan çıktı. Çünkü o ancak inananlar için şifa ve rahmettir. İnanmayanlar için hüsrandır ve ziyandır. (İsra, 82). Evet, Kuran, hay, diri ve anlama kabiliyeti olanlar için bir uyarıdır, şifadır. “Summun”, “bukmun”, “umyun” olanlara davul zurna bile yetmeyeceğine göre, biz sözümüze yüreği hay olanları muhatap biliriz. Diğerlerinin gayzı ve küfru sadece sözümüze teyit etmiş olur. Vesselama alê men ittebea’l-Hudâ…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir