Önümüzdeki Günler Nelere Gebe?

ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLER İLGİNÇ ŞEYLERE GEBE GÖRÜNÜYOR

İnternet bağlantım olmadığı için, bir süredir yazılarımı da düzenli yazamıyorum. Düzenli ve gününde okurların huzuruna çıkmadığım için özür diliyorum.

Günübirlik yazmayan insanlar için gündemi ıskalamak gibi bir gerçeklik hep vardır. O yüzden haftada bir iki kere yazı yazanlar seçici olmak zorundalar.

Ama Türkiye gibi haber zengini bir ülkede insan bazen neyi yazacağını şaşırıyor. Bu hafta böyle bir hafta idi bence… Yaşananların büyük bir kısmı gelecek açısından hiç de göz ardı edilmeyecek hadiselerdi. Çünkü çoğu merdivenin hangi duvara dayatılması gerektiği ile ilgiliydi.

Ben, en azından meseleleri çözebilen, gündelik gelişmeler içinde ortaya çıkan problemlere çözüm önerebilen ‘iyi’ bir yazar olmadığımı bildiğimden, günceli yazamamaktan hayıflanmıyorum. Ama bir mesele rota ile yani toplumsal yönelimler veya gidişat ile ilgili ise onu ıskalamaktan korkarım. Çünkü merdivenin hangi duvara dayatılması gerektiğini tahmin etmek, iyi bir merdiven satıcısı olmaktan daha yararlı geliyor bana. Bir ummanın ortasında karanlığın içinde hangi yöne gidilmesi gerektiğini kestirmek, hangi yöne gidilirse en kısa zamanda sahil-i selamete varılacağını bilmek, benim açımdan daha önemli.

Merdiveni hangi duvara dayanması gerektiğini bilmek

Türkiye’nin son on beş yirmi yılı böyle bir dönemdi. Rotanın hangi yönde tutulması gerektiğine karar verememiş siyasetçiler yüzünden Türkiye çok fazla zaman kaybetti. Bilimde, teknolojide ve kendi coğrafyasında söz sahibi olmada hayli gecikti.

Evet, sosyal olaylarda ve siyasi gelişmelerde esas olan merdiveni hangi duvara dayamanız gerektiğini bilmektir. Merdiven bulunur. Uzunluğu kısalığı da düzeltilebilir. Ama siz içinde bulunduğunuz dört duvar arasından çıkabilmek için merdiveni doğru duvara dayamamışsanız bütün çabalarınız boşa gider. Türkiye’de, işlerin çözümsüz olması veya çabaların sonuçsuz kalmasının en önemli sebeplerinden biri de merdivenin hangi duvara dayandırılması gerektiğini bilmemektir.

Elbette merdivene her tırmanmak isteyenin alaşağı edilmesi geleneği de önemli bir problemdir. Mevcut düzenin dışına çıkıp farklı açılımlar yapmak isteyen herkesin bir şekilde sistem tarafından yok edilmesi veya şimdilerde olduğu gibi hizaya getirilmek istenmesi de bir diğer handikabımızdı.

Tayyip Erdoğan’a diş geçirilemedi

Bugüne kadar sayıyız siyasi karşı çıkışları bertaraf eden, Menderes’i astıran, Demirel’i kendi safına çeken, Özal’ı yok eden, Erbakan’ı kendisiyle mutabık kalmaya zorlayan, sonunda gerçeği fark edip, daha öncekinden daha farklı bir duruş sergilemek isteyen Ecevit’i i’raptan düşüren sistem, nasıl olduysa Tayyip Erdoğan’a diş geçiremedi. Tam aksine Tayyip Erdoğan, sistemin tanrısını sürekli kendisiyle mutabakat yapmaya mecbur ediyor.

Toplumun desteğini açık farkla arkasına almış bulunun Erdoğan’ın -doğru yanlış- sistemi toplumun talepleri karşısında geri adım atmaya zorluyor olması, eski güç odaklarını çileden çıkarıyor. İşte –en hafif tanımıyla- Yargıtay’ın tembelliğinin eseri imiş gibi görünün şu salıvermeleri öyle değerlendiriyorum. Bu durum, -eğer tutarsa- seçimler öncesinde Ak Parti’ye kurulmuş büyük bir tuzak!

İhtilal yapmaya kalkanların ilk işi

Bir ülkede ihtilal yapmaya kalkışanlar bilirsiniz, ilk iş, o ülkenin hapishanelerinde tutulan kaçıkları, tetikçileri, örgütçüleri, mafya babalarını salıverirler. Ta ki satabil durum bozulsun. Kamu düzeni kontrolden çıksın.

Evet, dışarıya salıverilenlerin büyük bir kısmı komitacılar ve örgütçülerdir. Biz sadece Hizbullahçıları görüyoruz. Oysa bir yığın profesyonel ‘faili meçhul’cü de serbest kaldı. DHKP-c Hizbullah, PKK, tetikçi grupları sistematik cinayet işleyenler…

Herhalde bunların dışarıda rahat duracağını sanmıyorsunuzdur! Bunun Yargıtay da biliyor.

Dosyaların kabardığı falan bahane! Yargıtay istediği zaman istediği dosyaları öne çekebiliyor ve buna yetkisi var. Kaçak göçek, bol akçeli büyük arazi davaları, hükümetin elini bağlayacak veya muhalefetin elini güçlendirecek davaları erteliyorlar mı? Daha bir ay önce Başbakan, Yargıtay’ın iki dairesinin elindeki bütün işleri bitirdiğini duyurmuştu. Verselerdi o acil dosyaları o iki daireye. Yo hayır, onu fitili çekilmiş bir bomba halinde iktidarın kucağına bırakmayı yeğlediler.

Esasında, o iki daire de hükümetin ulaşabildiği, daha doğrusunu söylemek gerekirse hükümeti muhatap alan iki daire başkanlığıydı. Diğerleri hükümeti tanımıyor bile. Sayın Ergin, daha o dairelerin başkanları ile bir kere bir araya gelebilmiş değil! Çünkü o daireler tam bağımsızlık(!) ve özerklikle çalışıyorlar ve tam bir ‘başına buyruk’luk içindeler.

Mülkün temeli nedir?

Hani deriz ya ‘adalet mülkün temelidir’ diye, yalan. Bence mülkün temeli olan hakimlerdir. Adeta kadir-i küll olarak hareket ediyorlar. Bu duygu Yargıtay hâkimlerinde had safhada. Çünkü astıkları astık, kestikleri kestik! İsterlerse asırlık sahipli arazileri bir anda hazineye geçirilebiliyor veya eften püften bir tapu ile bir yığın araziyi birine temlik edilebiliyor… Güçlerine bir payan, bir had yok çünkü!

Bana göre bu son salıvermeler de iktidar karşısında bir güç denemesiydi nitekim! İktidara ‘İstersek seni zora sokarız’ gözdağı. Yargıtay bu kere cidden büyük oynadı. Sistemin tanrısı adına kendi itibarını feda etti. Değip değmediğini önümüzdeki günler gösterecek.

Şehirlerde, caddelerde, sokaklarda yeniden kan ve gözyaşı görülmeye başlarsa bu onların başarısı mı olacak? Hükümeti toplum nezdinde bir parça da olsa aciz duruma düşmesi onlara bir kazanç sağlamayacak ki. Sistemi mukadder akıbetten kurtarabileceklerini banıyorlar.

Yavuz Sultan Selim’in çadırını oklamak

Yanılıyorlar. Yanılıyorlar ama onları da anlayabiliyorum. Tıpkı Doğu seferine çıkan Yavuz Sultan Selim’i Şah İsmail üzerine gitmekten alıkoyamayan bazı Türkmen obalarının, sonunda Yavuz Sultan Selim’in çadırını oklatmaktan başka çare bulamamalarına benziyor yaptıkları açılımı!

Sistemi zora sokanın Ak Parti ve Erdoğan olduğunu sanıyorlar zira!  Ama öyle değil. Toplumun iradesini; kendi kaderine yeniden sahip olma iradesini görmezlikten geliyorlar. Unutuyorlar ki, Ak Parti ve Erdoğan dahi, şu azim talebin bir neticesi ve meyvesidir.

Bugüne kadar, sistemin karşısındakiler merdiveni yanlış duvara dayıyorlardı. Şimdi ise yanlışı oynamak sırası setsime gelmiş bulunuyor. Bugüne kadar Türkiye’nin, ilerlemek için batı çıkarları doğrultusunda politika üretmesi gerektiği, AB sevdası, Amerika’nın ve Batı’nın bizim iyiliğimizi istediği yalanı, demokrasi dolanı, İslam’ın gericiliğe neden olduğu, ilerlemeye mani olduğu, kızlarımızın başörtüsüyle üniversiteye gitmelerinin laikliği tehlikeye soktuğu masalı hep merdivenin yanlış duvara dayatılmasının başımıza açtığı badirelerdir.

Şimdi artık merdiven –belki bilerek belki bilmeyerek- doğru duvara dayatılıyor ki hükümet yanlışından bile doğrular çıkartıyor. Siz ister şans deyin ister bilinçli siyaset deyin. Bu oluyor. En azından Araplar uyanıyor. Çünkü İslam ittihadının önündeki en büyük mani, Arapların uykusu idi. Erdoğan onları uyandırıyor. Bu bile çok şeydir.

Türkiye Batının ikiyüzlülüğünü gördü

Ve tabii bu arada Türk insanı da Türk girişimciler de artık kendilerine güveniyorlar. Nitekim Başbakan’ın Dubai’de yaptığı “biz bize yeteriz”açıklaması da böyle bir şeydi.

Tabii bunun erken bir hamle olup olmadığını da zaman gösterecek. Fakat Başbakanın o çıkışı Türkiye’nin, artık Batının ikiyüzlülüğünü gördüğünün bir işaretidir. Türkiye ‘ben senin ikiyüzlülüğünü görüyorum. Artık yemiyorum, bu ayaklar koktu’ demeye getiriyor. Elbette birileri One Minnute gibi bu sözün de hesabını Türkiye’ye sormak isteyecektir ama sanırım Türkiye de buna hazırlıklı olacaktır.

Bu gidişatın iki meyvesi olacaktır: Birincisi ittihad-ı İslam, ikincisi Ayasofya’nın ibadete açılması! Türkiye, Batının aleniyete dökülen küstahlığına böyle bir hamle ile cevap verebilir! Tabii askerin nabzını iyi tutmak gerekiyor bu konuda!

Bugüne kadar, Türkiye’ye her istediklerini yaptırabiliyorlardı artık diş geçiremiyorlar. O yüzden de onlar da tıpkı sistemin tanrısının çocukları gibi tedbiri bırakıp açıktan saldırmaya ve eleştirmeye başladılar. Çünkü Türkiye’nin dizginini artık tutamıyorlar. Alman başbakanı Merkell’in, batının gerçek niyetlerini açığa vuran açıklamasını duymuşsunuzdur. Utanmadan, Kıbrıs’taki durumun Türkiye yüzünden ilerlemediğini söyledi. Gerçeğin, bunun tam tersi olduğunu bütün dünya bildiği halde neden bu açıklamayı yapıyor. Çünkü artık Türkiye onların kontrolünden çıkıyor.

Hem de çıkmalı. O zaman Türkiye kısa zamanda arabasını da uçağını da uzay mekiğini de üretebilir. Esasında Türkiye dün de bunları yapabilecek durumda idi. Fakat Ayasofya’yı kilitli tutan irade, bizim kendi teknolojimizi yaratmamıza da fırsat vermiyordu.

Gelişmelere mani gizli eli ilk gören Atatürk’tü

Türkiye’de gelişmelere mani olan gizli bir el bulunduğunu ilk fark eden Atatürk’tür. Ereğli demir çelik fabrikasının neden bir türlü başlatılmadığını ve Kayseri’deki uçak fabrikasının neden kapatıldığını araştırınca altından, bizim masonların İngiliz locasıyla yaptığı işbirliğinin çıktığını fark etti ve hemen mason localarını kapattırdı. Atatürk ölür ölmez, İnönü hemen locaları serbest bıraktı. Onlar da Türkiye’ye yatırım yapan, ülkeyi kendi imkânları ile demir ağlarla ören ve ilk motor fabrikasını yapan Nuri Demirağ’ı ekonomik açıdan linç ettirerek intikam aldılar. Ondan sonra da taa 70’li yıllara kadar Türkiye’ye toplu iğnen bile yaptırtmadılar.

İşte yaşanmakta olan hadiseleri bir de bu perspektiften görmek gerekir.

Ben tahmin ediyorum, Yargıtay’ın şu mahkûmları salması böyle bir hamle. Fakat sanki bu duruma hükümet de bilerek seyirci kaldı. Ta ki hükümete karşı usulsüz ve gereksiz bir direnç gösteren Yargıtay’ı toplum nezdinde ‘müttehem’ duruma düşürsün! Nitekim hükümetin hamlesi çok daha radikal oldu ve Yargıtay’ı baypas etti. Yargıda son söz söyleme hakkını Anayasa Mahkemesi’ne verdi…

Önümüzdeki günler ilginç şeylere gebe

Önümüzdeki günler ilginç şeylere gebe görünüyor. Hizbullahçılar, PKK’dan intikam almaya kalkabilir. DHKP-C yarım kalmış işlerini tamamlamaya kalkabilir. Faili meçhuller artabilir. Bunlar birer tahmin. Ama tam tersi de olabilir. Sistemin tanrısı topyekûn nedamet getirip, milletin iradesine teslim de olabilir.

Çünkü genel gidişat o yönde. Asker tavrını milletten yana netleştirdiğinde bütün taşlar yerine oturur. Askerin de bunu yapacağı, rivayetlerde var. Yani asker hatasını anlayacak ve yaptığı tahribatı tamir edecek diye rivayet edilmiş. Madem rivayet edilmiş, bu olacak inşallah. Ama yarın ama yarından da yakın…

Yeter ki, Talut, iktidarın ‘Davut’ta doğru yöneldiğini fark ederek, tıpkı tarihte olduğu gibi Davut’a karşı Calut kuvvetleri ile işbirliği yapmasın. Çünkü Talut, Calut’la yaptığı savaşta, Calut’un Davut tarafından öldürülmesi ve ardından ikbalin Davut’a yönelmesi üzerine kıskançlık krizine girerek Davut’tan intikam almaya kalkışmıştı. Tabii iktidarla birlikte komutanlığı da kaybetmişti.

Dolayısıyla birilerinin, şu sıralarda, iktidarla cemaati birbirine düşürmek için senaryolar hazırladığı  ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekir. Bu açıdan, derim ki, cemaat adına hareket ettiğini sananlar,  asla iktidardan rol çalmaya kalkışmamalı. İktidar da en az bir dönem daha kendisini iktidara taşıyan sivil kuvvetlere karşı vaziyetini değiştirmemeli.

Ama yazık ki ne iktidar yanlılarında o sabrı seziyorum, ne de cemaatte, bu söylediklerimi dikkate alacak bir tevazu!

Fakat mademki işlerin doğru yönde gelişeceğine inancımız tamdır ve bunu rahmet-i ilahiyeden bekliyoruz, öyleyse diyebiliriz ki aklıselim bir kere daha galip gelecek.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir