Onlar da bunun farkındalar. Şimdi ‘vekil’ değiştirme peşindeler. İsrail Sermayesi yavaş yavaş Çin’e kayıyor. Bu demektir ki önümüzdeki dönemde Yecüc ve Mecüc memleketi olan Çin hükümran olacak.
Yaşar İliksiz’in ‘Tarih Nasıl Okunur’, yazısı son günlerde haber7.com sütunlarında okuduğum en bilgece yazılarından biri idi. Aklıselimin süzgecinden geçmiş bir yazı…
Fakat bu tür bilgece yazılan yazıların bile, tarihin yeniden yazılımına katkı sağlamadığına kendisi de tanık olmuştur. İnsan illa da hak ettiğini buluyor ve tüm tecrübelere rağmen, her zalim, taşın sert olduğunu, bizzat kendi kafasını kırdırarak tecrübe ediyor yeniden…
Suriye tarihinin büyük bir kısmında, aşağısında oturan kavimlerle yukarısında oturan kavimle arasında niza konusu olmuştur. Esasında bugün de aynı konumda.
Siz bakmayın orada Amerika ile Rusya ve Çin’in kozlarını paylaşmaya hazırlandığına. Esas kavga altındaki İsrail ile üstündeki Türkiye’ye ait. Görüntü, yani Türkiye’nin Batı ittifakı içinde yer alıyor görünmesi sizi aldatmasın.
Son yüz yıldır, bu coğrafyada yaşanan tüm siyasi gelişmeler, Büyük İsrail Devleti’ni doğuracak şekilde kurgulanmıştır. İsrail Devleti, tasarlandığından 2 yıl önce gerçekleşti. Fakat Büyük İsrail Devleti’nin kurulması zamanı gecikti. M. 2002-2004 onun en uygun zamanı idi. Çünkü 2006’dan itibaren kozmik takdir onların aleyhine döndü. Bunu kendileri de biliyorlar. 2012 En kritik dilim. Eğer 2012’de de bu uğurda güçlü bir adım atılmazsa, 2016’dan itibaren Amerika da onları kurtaramaz.
Onlar da bunun farkındalar. Şimdi ‘vekil’ değiştirme peşindeler. İsrail Sermayesi yavaş yavaş Çin’e kayıyor. Bu demektir ki önümüzdeki dönemde Yecüc ve Mecüc memleketi olan Çin hükümran olacak. Bu gerçekleştiğinde saflar biraz daha netleşecek. Belki İran da işin farkına varacak. Eğer iran, şu Suriye meselesinde bağnazca ‘tarafgirlik’ yapmasaydı, eminim Sünni kesim nezdindeki itibarını düzeltecek ve İslam birliğinin inşasında başrolü kapacaktı. Ama sırf kendi mezhebine yakın olduğu ve İran’ın bölgedeki çıkarlarına hizmet ettiği için, kısa günün karını, uzun vadedeki kazanca tercih etti. Esed’in zulmüne göz yumdu hatta destek verdi…
Kim ne derse desin, İran hala Asya’nın ön önemli rol belirleyicilerinden biridir. Kale alınmaması hesapları bozar. Çünkü İran, Asya’nın iki buçuk milletinden biridir. Ünlü bir tarihçinin sözüdür bu: Asya’da iki buçuk millet yaşar; Türk ve Acem. ‘Buçuğu’ Çin için mi kullanmıştı Arap için mi kullanmıştı şimdi tam hatırlamıyorum ama son gelişmelere bakılırsa Çin, o ‘buçuk’u kapmak niyetinde görülüyor. Çünkü Çin ciddi ataklar yapmaya başladı. “Ben de varım” demeye ve kendi coğrafyasının dışında kendini göstermeye başladı.
Oysa Çin, orada var olalı beri, hiçbir zaman yerinden ayrılmadı. Defalarca işgal edildi, istila edildi, yok edilmeye kadar vardı ama ne yok oldu ne yerinden oynatılabildi. Hiç bıkmadan usanmadan, başına gelenleri ve yapılanları kaydetti. Onlardan yeni tecrübeler ve bilgelikler çıkardı. Ama hiç biri onun yeniden ve defalarca istila edilmesine mani olmadı. Şimdi tüm cepheleri ile ayağa kalkmış, etrafını kolaçan ediyor.
Kendisi bugüne kadar -hiç denilebilecek kadar az- müstevli oldu. Zaman zaman Türklerin aşırı baskısını yok etmek için onların yurtlarına girdiği talan ettiği, onları, kendi içlerindeki fitne ile boyunduruk altına aldığı bilinir ama uzak bölgelere gidip orada hükümran olmak merakı hiç olmadı.
Fakat şimdi o da yerinden kalkmış ve dünyanın dört bir tarafına seğirtip duruyor. Ve maalesef bu da kıyamet alametleri arasında sayılabilir. Zira Çin’in geleceği, kıyametten bir süre önce yeryüzüne dağılacağı haber verilmiş.
Benim aklımın basmadığı Rusya!
Rusya Asyalı mıdır batılı mıdır, yoksa arafta mıdır bilemiyorum. Bugüne kadar hep arafta durdu. Kim menfaat uzattı ise onun yanında yer aldı. Fakat Suriye konusunda onu da ‘sabit kadem’ buldum. Yani Amerikalılar bu kere onları satın alamadı. Bu da bana ilginç geldi.
Gerçi onlarla ilgil ide bir rivayet duymuştum ama nerede okudum bilemiyorum. Günlerin sonuna doğru, Rusların da Batılılara karşı Asya’nın safında yer tutacağı ve Müslümanlarla birlikte ‘kafirlere’ karşı savaşacağı haber verilmiş.
Bediuzzaman da, Rusya’daki dinsiz rejimin uzun sürmeyeceğini, Sovyetlerin dağılacağını, Rusların dinsiz kalamayacağını, eski dinlerine de dönemeyecekleri için İslamiyeti kubele mecbur kalacaklarını söylemiş.
Rusya şimdi Çin ile birlikte Suriye’nin yanında yer alıyor. Ama bu üçünün yanında yer aldıkları adam (Esad) zulmediyor! Bu sizin de aklınızı karıştırmıyor mu?
Bu yüzden de bu ittifakın ‘Rahmanîliği’ tartışılır. Yani bu devletlerin Suriye konusunda güttükleri politika, sırf Büyük Şeytan Amerika ile küçük kardeşi Türkiye’ye haddini bildirmek değildir. Hesap içinde hesaplar var.
Benim ise bu coğrafya ile ilgili saplantım ARZ-I MEVUD projesi.
‘Büyük şeytan’ denilen Amerika’nın ağababası ve akıl hocası İsrail, bir yandan Amerika’yı öbür taraftan da kendi çocukları sayesinde etkilediği Putin ve ‘para vererek oynattığı’ Çin’i Suriye topraklarında kapıştırmayı düşünüyor. Ve ne ilginçtir, Asya’nın iki milletinden birini o tarafta (İran) birini bu tarafta (Türkiye) geçirip, kavgaya tutuşturuyor. Düello zemini Suriye toprakları! Büyük ihtimalle de ‘rivayetlerde geçtiği gibi- Amik Ovası, -yani coğrafya olarak Suriye ama toprak olarak Türkiye- o düellonun zemini olacak. Gaye ne?
Zahirde Suriye’ye demokrasi getirmek! Batında ise bu zemini, tartışmalı hale getirmek. Onun üçüncü adımı ise Kürtleri liberalize etmek… son adım Büyük İsrail! Suriye konusunda gerçek anlamda inisiyatif kullanacak hiçbir güç kalmaması bunun açık delilidir. Tıpkı Cemel Vakasında olduğu gibi taraflar ketempereye geldiklerini görüyorlar ama göz göre göre de sürükleniyorlar.
Ben İran medyasının yaklaşımını, daha doğrusu Beynelmilel Siyonist Medya’nın oradaki gücünü tam bilemiyorum. Daha doğrusu orada da bizimki kadar muhalif, kendi devletine hasım bir medya var mı bilemiyorum. Çünkü Türkiye devletinin önündeki en büyük engel içimizdeki Siyonist medya! Türkiye, onlar sayesinde içerden ve dışarıdan hançerlenmiş olarak savaşa sürükleniyor. Maksat da bu zaten! Çünkü Arzı Mevud’a ulaşmanın önündeki gerçek mani, ‘Nuh’un Çocukları’; yani Türklerdir.
PKK atraksiyonları muvaffak olup, Anadolu’da Türk olmayan bir iktidar var edilebilseydi, Suriye olayının çıkarılmasına ihtiyaç kalmayacaktı. Çünkü İsrail açısından esas olan, İsrail’i büyük kırıma uğratacak ‘Kuzey Aslanı’nın bertaraf edilmesidir. Eğer İsrail, Anadolu toprakları üzerindeki iktidarı şu veya bu şekilde Türklerden kurtara bilse, Arzu Mevud’a giden yolun üzerindeki en büyük kayayı kaldırmış olacak. Suriye onun için çerezdir, yoksa.
O yüzden de içi en çok karıştırılan ülke Türkiye’dir. Nitekim, şu badire öncesinde Türkiye’nin en büyük sıkıntısı medya ve muhalefettir. İkisinin de ipi Siyonistlerin elinde! İktidar bu muhalefeti sustursa bir türlü susturmasa bir türlü…
Yazık ki Esad’ın eli, Türkiye içinde bile Erdoğan’ın elinden daha güçlü. Evet, Suriye’de de iktidara karşı mücadele eden bir muhalefet var ama Türkiye’deki muhalefet başka bir şey. Çünkü ana muhalefetten tutun, basının belli başlı köşelerine varıncaya kadar çok miktarda ‘Esed’ yaşıyor Türkiye’de. Yakında şehirlerimizin caddelerinde milyonlarca insanın “Biz de Beşşarız, biz de Suriyeyiz” diye yürürlerse hiç de şaşırmayın.
Türklerle İsraillilerin önünde sonunda savaşacağı, bu savaşın da Amik Ovası’nda gerçekleşeceği söylenir durur. Ama İsrail, hala kendisi savaşmak niyetinde değil. Elinin altında bir yığın çakal ve sırtlan varken buna gerek duymuyor. Suriye bile onlardan biridir. (Hatırlayın geçen günlerde Suriye’deki Kürt liderlerden biri, İsrail’in Esed’i desteklediğini duyurmuştu.) Önce onları teşvik ediyor. İşte bakın kıytırık bir Kıbrıs Rum kesimi, Ermenistan, Yunanistan Türkiye’ye kafa tutulabiliyorlar.
Öbür taraftan bizim de içimizi çalkalayıp duruyor. Sayın Kılıçdaroğlu, “Erdoğan Türkiye’yi madara etti” diyor. Bu madarada kendisinin de katkısı olduğunu hiç düşünmüyor. Hadi diyelim, Erdoğan ‘madara’, ediyor. ‘Erdoğan bizi madara etti’ demek ülkeyi kurtarıyor mu? Hayır. Fakat adamların yüreği öyle öfke dolu ki, tek AKP zarar görsün, memleket elden gitse zararı yok. Mantıkları tam bu: “Bu ülke bizim olmayacaksa yıkılsın!” ve maalesef ülkeler tam da böyle çekişmelerle yıkılıp gitmişlerdir. Yerim olsaydı, Bizans’ın, Fetih öncesindeki iç siyasi atmosferi ile Moğol istilasından bir yıl önceki Harizmşahlar ülkesindeki fitne fücuru size aktarırdım. O zaman Türkiye’nin nasıl dehşetli bir badire ile karşı karşıya olduğunu anlardınız.
Israrla “2016’ya kadar bu ülkeyi parçalatmayın yeter” deyip duruyorum. Şimdi o tehlikenin emareleri görülmeye başlandı. Şuna emin olabilirsiniz. Mesele Suriye Türkiye meselesi değildir. Mesele, Suriye’deki Kürtlerin liberalize edilmesi meselesidir.(Arz-ı Mevud’a giden yolun şimdiki adı Kürt Meselesi! Kuzey Irak’t a başarıldı. Amerika’nın daha doğrusu İsrail’in tek istediği oydu. Kuzey Irak Kürtlerini garantiye aldılar ve Irak’ın diğer tüm bölgelerini ateşin içine attılar.
Şimdi aynısını Suriye’de yapacaklar. Oradaki Kürtleri de liberalize edecekler. Ardından sıra Türkiye’ye gelir. Bu da gerçekleşti mi, Arz-ı Mevud’un gerçekleşmesi yolunda ciddi engel kalkmış olur. Zaten son beş altı yıldır, İsrail, sürekli genetik raporlar yayınlayıp, kendilerine genetik yakınlıkta Kürtlerin ilk sırada olduğunu söyleyip duruyor. Yani “biz neseben kardeşiz” diyor. Kardeşi için yaptığı mücadeleyi herhalde kardeşi de karşılıksız bırakmaz.
Sonunda Varılacak maksat İSRAİL YERYÜZÜ KRALLIĞI’ dır. Onun için de Türklerin i’rabdan düşürülmesi lazım.
Ben de diyorum ki bu olmayacak inşallah. Bu millet koca bir imparatorluğu kaybetti ‘mertlik’ ve İslam’a sadakat adını. Eğer Abdülhamit, Filistin topraklarından bir azını Siyonist dünya örgütüne verseydi, ne birinci Cihan harbine sürüklenirdi, ne yıkılırdı. Ama o “kanla alınan kanla verilir” diyerek mertlik gösterdi. Karşılığında da zahiren de olsa ihanet buldu.
Bu millet mağdur oldu. Eğer bu mağduriyet müstakbel bir saadet ile telafi edilmezse büyük bir haksızlık olur. Bir takım hain veya ihmalkâr idareciler yüzünden felakete sürüklenmesi bu mağduriyeti telafi edilmesi gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. O istikbal gelmelidir ve hem de gelecektir. Yeter ki bu Milet en az bugünkü kadar dinine ve devletine sahip çıksın! Türkiye’nin, Ortadoğu tarihinin yeniden yazılmaya başlandığı şu badirelerin içinde olmaması düşünülemezdi. Girmek istemese bile mukadderat onu oraya sürükleyecekti. Hem de gidiyor. Çünkü feleğin rağmına da olsa, bu millet bu coğrafyada bir kere daha efendi olacak ve 2083’lere kadar adaletle hükmedecek. İnsanlığa ‘yönetim böyle olur’ diyebileceği bir örnek gösterecek.
Yerli yabancı bütün şer güçler, o müstakbel saadetimizi karartmak için ittifak halindeler. Herkes ‘mekir’ (strateji/tuzak) peşinde. Cenab-ı hak da kendi stratejisini uyguluyor.
Türk milleti vakur ve sabur bir şekilde istikbaline giden yolu marifet ve gayretle döşemeye devam etmeli. Cemaat dahi, tüm yanlışlıklarına rağmen, iktidarın arkasından desteğini çekmemeli. Çünkü iktidarlar değişir ama millet bakidir…
O saadetli istikbale selam olsun!