Yezidi mi Ezidi mi?

Osmanlı dağılırken, o ruh bir daha dirilmesin diye İngilizler, ne kadar eski Osmanlı tabası varsa hepsine birer yurt vermek, birer devlet kurdurmak istediler.

Buna en teşne kavim ise Ermenilerdi. Önce Rusların kışkırtması sonra Batılı misyonerlerin teşvikiyle Osmanlı’ya ihanet eden Ermeniler, tehcir edildiler. Böylelikle kendilerine ait saydıkları arazilerde azınlık haline düştüler.  O yüzden de bir ermeni devleti kurmak için ortada bir halk kalmamıştı.

İngilizler, bu engeli aşmak için Kürt – Ermeni ortaklığı altında bir devlet kurmayı öngördüler. Ta ki taleplerinin ayağı yara bassın. 1919 yılında Paris’te başlayan Barış Konferansı’nda bu konu da ele alındı ve bir Kürt –Ermeni devleti kurulması için adım atıldı. İlk etapta, her ikisi de Osmanlı paşası olan Kürt Şerif Paşa ile ermeni Bogos Paşa, güya Kürt ve Ermeni ittifakı amacıyla anlaştılar.

Fakat Kürt aşiretleri ve din adamları bu oyunu yutmadılar. Böyle bir anlaşmayı tanımadıklarını telgrafla Konferans heyetine bildirdiler. Kürt Şerif Paşa da istifa etti. Böylece, İngilizlerin, Ermenilere Anadolu’da yeniden yer yurt verme hayali suya düştü.

O sırada öne sürülen tezlerden biri de Kürtler ile Ermenilerin aynı soydan geldiği tezi idi[1]. Eğer bu plan gerçekleştirilmiş olsaydı, bir taşla birkaç kuş avlanacak, Ermenilere verdikleri devlet kurma sözünü yerine getirmiş olacaklardı.

İkincisi; bölgenin ‘Ehli Sünnet’ inancının en ciddi taraftarı, tavizsiz takipçisi Kürtlerin İslam ile bağları zayıflatılacak ve böylece, Anadolu’da istedikleri gibi tasarrufta bulunacaklardı…

Tabii bunda asıl maksat Kürtlere devlet kurdurmak falan değildi. Kürt’ü, Ermeni devletini kurmak için hazır petek olarak kullanacak ve içinde Anadolu Ermeni Devleti inşa edilecekti. Sonra da Kürtler yeniden ikinci sınıf derekesine düşürülecekti.

O zaman o düzen tutmadı. Bu amaçlarından vaz geçmediler. 1985 yılında yayımlanan Kürt Ermeni bildirgesi ile bu beraberliği Marksizm ekseninde gerçekleştirmek istediler. O da Kürt halkının, dinine olan bağlılığa sayesinde tutmadı.

Sonra Pakaka belası icat edildi ve Kürt nüfus içinde ciddi tahribata neden olundu.

Fakat bir türlü asıl maksatlarını gerçekleştiremedikleri için bu sefer de Aleviler ile Kürtler arasında bir birliktelik var etmek istiyorlar. Tabii Yezidileri de işin içine katarak.

Fakat bir manileri var. Aleviler ile Yezidileri bir araya getirmek kolay değil. Yezid ismi, hiç bir Alevinin hoş karşılayabileceği bir şey değil. Evet, Yezidiler ile Hz. Hasan’ı şehid ettiren Muaviye’nin oğlu Yezid arasında isim benzerliğinden başka bir bağ yoktur ama bu benzerlik Aleviler ile Yezidiler arasında bir ittifak kurulmasını zorlaştırıyor. O yüzden bir merkezden düğmeye basılmış gibi herkes asırlardır Yezidi diye bilinen halka Ezidi demeye başladı.

Amaç ne? Amaç, Kürt aleviler ile Sünni Kürtleri bir araya getirmek, onları Yezidilerle desteklemek ve Güneydoğu Anadolu bölgesini, tıpkı Kuzey Irak ve Suriye’de olduğu gibi tartışmalı ama güya Kürtlere ait bir bölge haline getirmek! (Defalarca yazdım bir daha söyleyeyim; bu toprakları İsrail kendisi için hazırlıyor)

Bu fikir, Batının kafasından çıkmadı. Bu fikir, bölgenin saklı bir Yahudi halkı olan Pakradunilerin başının altından çıktı, Avrupalılar da benimsediler. Pakraduniler, Ermeni içinde varlığını sürdürmüş Yahudilerdir. Bizim Sebataycılarımız gibi. Nasıl Sebataycılar Müslüman görünen Yahudiler ise bunlar da Ermeni –şu sıralarda Alevi Kürt- görünümlü Yahudilerdir.

2000 li yılların başından itibaren başta Pekaka olmak üzere bölgedeki tüm örgütler içinde ağırlık kazanmaya başladılar. Yavaş yavaş batıyı da etkilemeye başladılar. Uzak olmayan bir zamanda Pekaka batıda yeniden itibar görebilir. Bu kere Ermenilerden de destek görecekler. Belki önümüzdeki yıldan itibaren Kürt ve Ermeni meselesi tek dosya halinde Türkiye’nin önüne konulacak. Sir şey koparabilirlerse ne ala. Koparamazlarsa bile Türkiye en az üç yıl kendi içindeki problemlerle meşgul edecek. Bu da Yahudilere, Ortadoğu’da tamamlamak istedikleri işler için iyi bir fırsat verecek. Beni İsrail bütün çocuklarıyla ayağa kalkmış bulunuyor. Yahudilerin şurada burada bıraktığı, kuluçka dönemi asırlar süren ve lazım olduğunda da uyandırılan ‘evlat’ları (benîn) vardır. İşte şu zaman, tüm o eski kuluçkaların larvaya dönüştürüldüğü zaman. Siyonistler,  zamanın aleyhlerine işlediğinin farkında. O yüzden de tüm imkân ve akıllarını kullanarak Müslümanları kendi bıçaklarıyla yaralamaya çalışıyorlar. Tam da İsra Suresi’nde geçen “Sonra onlara karşı (İbrail devletini yıkanlara karşı), size (Yani Yahudilere) yeniden egemenlik(güç/rövanş)  verdik. Servet ve (şurada burada bıraktığınız) çocuklarla sizi destekledik; (Kudüs civarında) sayınızı daha da çoğalttık” ayetinin bildirdiği gibi. Şartlar da onun lahinde şimdilik.

Şu anda biz Müslümanlara düşen, safları sıklaştırmaktır. Onlar sürekli ayrılık gerekçelerini çoğaltmak için farklılıklarımızı, ayrışma nedeni haline getirmek istiyorlar. Eğer biz iman kardeşliği ekseninde birlikteliğimizi güçlendiremezsek, ırk ve kan ekseninde bir birlik arayışını sürdürürsek, şu tuzaklardan kurtulma şansımız yok gibi.

Çünkü mukadder olanın gelip sizi bulması için, sizin o iş için gerekli mukaddemeleri gerçekleştirmeniz gerekir. Fakr u zaruret ve tefrikanın lazimesi cehalettir. Cehaleti içinizde diriltirseniz, bela, musibet ve tefrike arkadaşınız olur.

Yok, eğer aklı ve muhabbeti önceler; ilmi her çabanızın mesnedi yaparsanız o zaman da izzet ve azamet size yar olur.

İşte önümüzde bahar var. Allah iyi ve kötü günleri milletler arasında tedavül ettirir. Herkese kendisini gösterme sırası verir. Ama sıra size geldiğinde hazır değilseniz, bir kere daha alta düşersiniz. Bahar geldiğinde ağaçlar meyveye durur. Tabii siz o uzuuun kış döneminde (Ki yaklaşık 300 senedir cehalet ve tembellik kışındayız) ağaçlarınızı yeniden meyveye duracak kabiliyette tutmuşsanız. Eğer o ağaçlar kurumuşsa bahar size bir şey getirmez.

Şu sıralarda birileri ağaçlarımızın dibine kibrit suyu döküyor. Eğer siz buna şimdi mani olmazsanız, vakti geldiğinde çaresizlik içinde meyveden mahrum kalmaya kader dersiniz! Evet siz sahip çıkmazsanız, korumazsanız, bahar gelir ama sizin ağacınız kuruduğu için siz meyveden mahrum kalırsınız,

İşte şu anda Türk milletinin yaşadıkları böyle şeyler. Birileri memlekete zarar veriyor, büyük çoğunluk, bundan iktidar da zarar görecek diye bu tahribe alkış tutuyor. Ahmak bilmiyor ki bu yurt elden çıksa başka hiçbir yer onu barındırmayacak!

Ben inanıyorum, Allah bu millete bir kere daha İslam’a hizmet etme şerefi bahşedecek. İsrail’e, Amerika’ya, İngiltere’ye, içimizdeki fesatçılara rağmen Allah bu millete bir kere daha Nusret verecek. Bunu düşmanlarımız da hissetmeye başladı. O yüzden o ihtimali söndürmek istiyorlar. Tüm çabaları, bu milletin ayağa kalkmasını önlemek! Çünkü şu millet ayağa kalktığında onların borusu bu topraklarda ötmeyecek. Bunu biliyorlar. Bildikleri için de tuzak tuzak üstüne kurarak bu milleti parçalamaya çalışıyorlar.

Allah ise nurunu tamamlayacaktır. Biz buna inanıyoruz. İnanmak güzeldir. Fakat tek başına bir tesiri yoktur. Onu akıl, ilim, irfan, iz’an ve gayret ile beslemek lazım ki, netice alınabilsin!

Önümüze sunulan her daneye kanarsak, tuzaklara düşmekten kurtulamayız. Eskiler “Şems-i şitaya, iltifat-ı ümeraya ve nasihat-i adya” güvenmemeyi öğütlemişler. Biz ise en küçük bir menfaate tav oluyoruz[2].

Müslüman halklar artık uyanmalı. Başlarında Türk olmadan bir halt edemediklerini görmeli. İnanın bunu ırkçılık saikiyle söylemiyorum. Görülen de bu!

 Evet, Arap uyanmazsa İslam uyanamayacak. Arabın uyanmasına fırsat vermediler. Mısır’da Suriye’de ve nihayet Tunus’ta o hareketi boğdular. Bizim içimizdeki bir takım saftirozlar da Arap uyanışını fitne addettiler ve despotların yanında yer aldılar. Güya fitne olmasın diye Esed’in yanında yer aldılar. İslam yurtlarının Batının sömürgesi olarak kalmasını öngören eski düzenin devamına fetva verdirdiler; biz buna müstahakız demiş oldular.

Böylece, kendisi uyuyan, idarecileri satılmış ümmet, biraz daha uyumaya mahkûm edildi. İçimizdeki işbirlikçiler sayesinde. Biz zannediyoruz ‘Sisi’ler sadece askerin içinden çıkar. Hâlbuki cemaatler ve dini gurupların içi, ‘Sisi’lerden geçilmiyor.  

Yazık ki bu alanda da mücadele etmesini bilmiyoruz. O cemaatlerin içine sızmış ajanları temizleyeceğimize cemaatleri yok ediyoruz. Bu da toplumsal öfkeyi çoğaltıyor. Her meselede olduğu gibi tırpanlama dalıyoruz işlere. Güya paralelcileri cezalandırmak isterken, 28 Şubat sürecinden daha beter ortama ülke sürüklenmemeli.

Zaman gösterdi ki bir süre daha eski istibdat devam edecek. İslam dünyasında iktidarın halkı sürü gibi gördüğü Emeviyet tarzı yönetimler devam edecek. Yani herkese terakki bahşeden dünya, bizi biraz daha ortaçağın karanlığında tutacak. Ta ki servetimiz ve mülkümüz bir süre daha telef edilsin! Belki aklımız başımıza gelir; iktidara verilen zararın aynı zamanda halka ve mülke zarar olduğunu derk ederiz!

Hiçbir şey ila nihayet sürmez. Zalimin süngüsü önünde sonunda kendi böğrüne saplanır. O vakit de çok uzak değil…


[1]) Nasıl ki şimdilerde de Kürtlerle Yahudilerin aynı genetik özellikleri taşıdıkları iddia ediliyorsa. Bir zamanlar da Karaim Türkleriyle Hazaraların Yahudilerle aynı kökenden geldikleri iddia edilmişti. Esasında bir kısım Yahudi tarihçiler, İsrail’in daha çok Türkiye’ye ihtiyaç duydukları zaman Türklerle; daha çok Kürtlere ihtiyaç duyduklarında ise Kürtlerle akrabalık kurgulama maharetleri yüksektir. İsrail’in yeni ittifak ihtiyacına göre yeni akrabalıklar türetmesi mümkün. Şimdi de Yezidileri, Ezidileştirerek, Aleviler ile Kürtler arasında bir ittifak var etmek istiyorlar… Neden Yezidi’ye Ezidi deniliyor? Ta ki Alevilerde Yezid kelimesine karşı var olan tepkiyi azaltsınlar da ateistleştirilmiş Kürtler ile Aleviler birbiriyle ittifat edebilsin diye. Bu topraklarda Türk iktidarını sarsmak için her şey mubahtır onlar açısından!

[2]) Yoksa var olalı beri Yezidi diye bilinen bir halk (Yahudilik gibi Yezidilik de dini bir kavimdir. Yani Yezidiler de Yahudiler gibi kendilerini seçilmiş bir kavimsayarlar. Yezidi olunmaz, Yezidi doğulur. Çünkü Yaratıcının asıl halkı onlardır), nasıl iki günde Ezidî olsun! Bizim o kadar ahmak bir basınımız var ki, altına konulan her yumurtayı kendisinin sanıp civcive dönüştürüyor!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir