Eminim bugün bir çok kalem, sevgili Muhsin Yazıcıoğlu kardeşimi -o da bana bu ifade ile hitap ederdi- hakkında senakar ifadeler kullanarak, onu hayırla yad edecekler.
Bendeniz de herkes gibi Rabbimim bir mucizesiyle onun sağ salim olarak bu millete bağışlanacağını umut ediyorum.
Çünkü o, “azametli, bahtsız bir kıtanın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin” son dönemlerde çıkardığı ‘ender bahadırlardan biri’ydi.
Yusuf Sancak kardeşin ifadesiyle, “o, o kadar beyazdı ki, şavkından fark edilmiyordu”
Siyasette hep ‘acemi’ bulundu. Bu millete o kadar saf bir yürekle bağlanmış ve hizmete o kadar adanmıştı ki, kendine yatırım yapmayı bilmedi. O yüzden de hep ‘amatörce’siyaset yaptı. Profesyönel siyaset yapmayı bilemedi bilmek istemedi.
Onun bu milletin gönlündeki yerini tarif etmeye gerek yok. Fakat şunu söylemeden de geçmeyeceğim: O, gençliğinde kendisiyle kavgalı olduğu solcuların bile takdir ettiği yiğit bir Türk’tü.
MHP ile yollarının ayrılmaya başladığı dönemde Ortadoğ Gazetesi’nde yazıyordum. Parti içinde, onun, dini hassasiyetlerini milli hassasiyetinin önünde tutmasından rahatsızlık duyanlar vardı.
Tartışmalar, fikir çatışmaları gazeteye kadar yansıyordu. Sonunda ben de tartışmalarda tarafımı hissettirmek için İslam “Motif mi Lokomotif mi?” diye bir yazı yazdım.
Yazıda, İslamın, bir kısım Türkçülerin iddia ettiği gibi bu millet için sadece kültürel bir ‘motif’ten ibaret olmadığını, aksine, Türk milletini sahil-i selamete ulaştıracak güçlü ve sağlam bir lokomotif olduğunu vurgulayan bir yazı kaleme aldım.
Ertesi gün aradı. Yazılarımı okumuşluğu dışında bir tanışıklığımız yoktu o ana kadar. Telefonda büyük bir coşku ve samimiyetle aynı fikirde olduğunu, düşüncelerine tercüman olduğumu söyledi ve minnetlerini bildirdi.
Evet o yiğit bir Türk’tü ama ‘Bu milletin İslamsız istikbale yürüyemeyeceğine inanıyorum. İslamsız Türk yaşayamaz” diyecek kadar da samimi bir müslümandı.
Ülkücü dostlar, MHP’liler bu sözümden yanlış fikirler kapılıp onları İslam konusunda hassas olmamakla suçladığımı sanmasınlar. Öyle bir derdim de yok iddiam da yok. Sadece onun hassasiyetinin yüksekliğini ifade babından bu satırları yazdım.
Onunla ilgili söyleyeceklerim elbette bu kadar değil ama ben eminim daha güzel ifadelerle onu millete anlatacak birçok kalem çıkacaktır.
Bu bahiste sözü onlara havale ederek asıl meseleye gelmek istiyorum.
Bakın iki tam gün geçti.
Ve koskoca Türkiye Cumhuriyeti, şu kadar imkânlarıyla bir helikopterin enkazına ulaşamıyor. Onca telefon sinyaline rağmen kaza mahallini tespit edemiyor!
Buna aklınız basıyor ve içiniz el veriyor mu?
Tabii helikopterin, gerçekten bir arıza veya kaza sonucu düştüğünü varsayarak bunu söylüyorum. Aksi durum, çok daha vahim çünkü!
Çünkü, diyorum çünkü bu ülkenin has evlatları hep böyle adi ve süfli ve son derece basit kazalarla yok edildiler de biz ancak yıllar sonra “eyvaaah!” diyebildik.
Evet nedense kalbim bu işin bir kaza olması fikrini benimsemiyor. Aklımın tüm çabalarına rağmen içim bu işin sadece bir kaza olduğuna yanaşmıyor.
Bir helikopterde neden sinyal cihazı olmaz? Var da bozuk idi ise neden tamir edilmedi? Arızalı idiyse neden böyle bir helikopter ile Muhsin Yazıcıoğlu uçuruldu?
Bugün çook uzaktan kumanda ile teknik cihazların bloke edildiğini, yönlendirildiğini hepimiz biliyoruz.
Dolayısıyla meseleye sadece bir kaza diye baksak bile bundan çok dersler alınması gerektiği ortada.
Haber7.com’da ayınlanan Osman Ateşli imzalı bir haberde Türkiyede uydu takip sistemleri üreten bir firma sahibi yaşanmakta olan ihmal ve acz karşısında isyan ediyordu.
Ben cidden merak ediyorum. Hakikaten, düşmüş bir uçağı veya helikopteri bulmak bu kadar zor mu?
Hani termal kameralı gece uçuşlu helikopterlerimiz vardı. Hani Ruslar ve Amerikalılar ve tabii İsrail, telefon sinyallerinden yararlanarak istedikleri adamlarıı vurabiliyorlardı.
Daha birkaç ay önce komutanlarımız, sınırlarımızın BBG evi gibi gözlenebildiğini söylüyorlardı. O teknoloji bu tür aramalarda neden kullanılamıyor?
Cidden merak ediyorum. İHA muhabiri 12 dakika konuşuyor. Ve üstelik, konuşmayı uzatıyor ki, sinyallerden yeri bulunsun. Farkında yani yaptığı şeyin! İkide bir soruyor hala yerimizi bulmadınız mı diye?
İçim acıyor arkadaş, içim acıyor. Yırtılmışçasına içim acıyor. Eski bir İHA Haber müdürü olarak o delikanlının o acz içindeki feryadı ciğerimi parçaladı. O ses sabaha kadar beni uyutmadı. Kendimi ondan mesul hissettim. Ona o helikoptere binmeyi söyleyen amiri benmişim gibi içim yandı.
Bu çağda bu kadar aczden dolayı milletim adına utandım.
Nefsimi, modern silahlar, termal kameralı uçucular ve izleme aygıtları alabildiğimiz için İsrail ile askeri işbirliğine -kerhen de olsa- tahammül etmeye zorlayabiliyordum.
Peki nerede o teknoloji?
PKK’yı izlemek de bu şekilde oluyordu zahir. O yüzden de hiç görünmeden sınırları geçip geliyorlardı demek ki!
Kesinlikle bir telmih veya bir eleştiri yahut askere bir imada bulunmak niyetiyle söylemiyorum. Herkesin can hıraş bir gayret gösterdiğini biliyorum. Ama diyorum ki şu bize çooook pahalıya yutturulan, karşılığında büyük tavizler verdiğimiz askeri teknolojiler nerede?
Netice bu ise pekala bizimkiler de bunu yapabilirlerdi.
Zaten fertler olarak biz kadere alışkınız, kaderciliğe yatkınız. Cenab-ı Hak ile baş edemiyeceğimizi biliyoruz.(!?)
Ama devletin de bu kadar aciz olduğunu bilmiyordum!
Yazık!
*** *** ***
Bu yazı “28.Mart.2009 02:20:09” tarihinde gasteci.com’da “Bu kadar acz bir devlete yakışır mı?” başlığında yayınlanmıştır.