Eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, türbanın serbest bırakılması için yapılan düzenlemelerden dolayı ıstırap içinde imiş…
Mümkündür. Ona da o yakışırdı zaten. Arapların bir atasözü var, -hep batılıların olacak değil ya- derler ki ‘leyse’l- kehuletu ke’t-tekehhüli” (boyama siyah gözlülük fıtri kara gözlülüğe benzemez).
Demirel, cumhurbaşkanlığı makamına çıkıncaya kadar kendisini kara gözlü diye yutturdu dindar insanlara! Halkın büyük bir kısmı da ona öyle bildi.
Cumhurbaşkanlığı makamına çıkınca anladık ve gördük ki, gözündeki siyahlık boya imiş! Siyaset meydanlarında, kendisine Kur’an-ı Kerim hediye ettirerek, dindarları avlayan Demirel’de, hala hayra dair bir gümân olduğunu zannedenler de nihayet bu hadise ile anladılar ki, hakkında hüsnü şahadet etme imkanı kalmamış!
Daha önce de başını kapatan kızlarımıza “Arabistan’a gitsinler’ demişti! Demek ki, onun kafasındaki din, bir ‘asabiyet’ ten ibaretmiş. Yıllarca onu hak üzre bilenlerin bir kısmına -benim gibi- istiğfar, bir kısmına da kefareti zünub gerekiyor. Mustafa Kaplan dostumun da kulakları çınlasın.
Aslında Demirel’in samimi bir laik olduğunu da sanmıyorum ya ne ise. Çünkü bir zamanlar da samimi demokrattı! Demokrat nurcuları avlamak için!. “Meclis’te bizim de bir temsilcimiz olsun” diyen nurculara “Sizin temsilciniz benim ya!” diyordu…
Yazık, ahir ömründe kendisini ne hale düşürdü. Gazetelere baktım. Alkış beklediği kesim, onun eski yaptıklarını önünü koyup dalga geçmişler. Doğru dürüst ıstırap çekmesine bile müsaade etmiyorlar garibin!
Beri taraftakiler ise, hicabından kahroluyor!
* * *
Görüldüğü gibi Demirel’in hal ve gidiş öyküsü iki satırla ifade edilebiliyor.
Peki siyaset sahnesinde yer alanların hepsinin hal ve gidiş öyküsünü bu kadar kolay izah edebilme imkanı var mı?
Sanmıyorum!
Daha hafifleri var mı bilmem ama çoğunun siyaset öyküsü onunkinden de ağır dram!
Bu zaman, helal ve haramın, hak ile batılın, red ile kabulün, aynı rafta benzer kıyafetler içinde arzı ednan ettikleri bir zaman.
Bu zaman, temizleyicilerin -‘deterjan mesela’- bizatihi kirletici olduğu bir zaman! Islah etmek, moral vermek, kişiliği geliştirmek için yapılan program ve çalışmalara bakın. Hepsi nefsi daha da azdırmak, insanı daha da insanlıktan çıkarmaktan başka amaca hizmet etmiyor.
“Onlara, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın, toplumu ifsad etmeyin denildiğinde, onlar, ne münasebet, biz olsa olsa ıslah edicileriz derler.” (Bakar) buyuruyor Cenab-ı Hak.
Hangimiz bugün bu hitabın hedefi olmaktan kendimizi kurtarabiliriz ki? Bakın Medya kalemşörlerine, siyasetçilerine, köşe yazarlarına, hatiplerine. Herkes, hepimiz, kendi heva ve hevesimizi Kur’an’a onaylatma peşindeyiz…
Bu zaman, en dindarına bile dünyevi hazlar için ahreti feda ettiren bir zaman. Eskiden esas olan rızayı bari idi ve hayatın merkezinde mabed ve Mabud vardı! Şimdi arzular mabud, nefsimiz kabe olmuş.
Dolayısıyla, her şey birbirine karışmış. Kimin hayat macerası nerede karar kılacak belli değil.
Hanginiz, Demirel’in ahir ömründe kendi elleriyle açtığı okullardan mezun olmuş çocukların iktidara gelmesinden ve bir takım yanlışları düzeltme çabalarından ıstırap duyacağını düşünebilirdi ki?
Ama işte ıstırap duyuyormuş!
Karanfiller ve alkışlarla uğurlanmayı, dualarla gitmeye tercih etmiş birine ne yapabilirsiniz ki!
Istırap duymaktan başka!