Sınır Ötesindeki Akrabalar Bakanlığı

Artık ağlamak istemiyorum ve bunun için de bir teklif sunuyorum diyen yazar Mehmet Ali Bulut sınır ötesindeki soydaşlarımız için bir bakanlık kurulmasını teklif etti:

ARTIK AĞLAMAK İSTEMİYORUM VE BUNU İÇİN BİR TEKLİF!

Farkında mısınız, son dönemlerde Türk halkı sık sık boykota çağırılıyor! Son on beş yirmi yılda kaç kere bu millet isyana, mitinge, boykota çağırıldı bir düşünün!

Neden hep acılar bize düşüyor?

Gerçi İsmet Özel’e göre bunun nedeni zahir: ‘Türk, savaşan Müslümanın adıdır’ da ondun!

Hadiseler onu haklı çıkartıyor. Evet eksikliklerine rağmen Türk milleti hala bu ümmetin ‘kaim/güçlü topluluğudur’ (Ali İmran,104) ki ümmetin başı ne zaman derde girse imdat için bu millet akla geliyor ki gelip ateşe su döksün!

***

Kendimi bildim bileli, mazlumuz! Hep biz imdat istiyoruz, hep biz yalvarıyoruz diğer ümmetler: ‘yapmayın, etmeyin!” diye.

Kimse bize “insaflı olun!” demiyor. Kimseye bir şey yapacak halimiz yok ki! Bu ümmet bir iki asırdır, kendi mukadderatını başkalarının insafına bırakmış. Bu bir vaka! Sebepleri şudur budur demenin manası da yok. Biz acz içindeyiz ve her acemi berber, bizim kanımızı akıtarak kelle tıraş etmeyi öğreniyor!

İşte bakın:

1987’de Bulgaristan, Müslüman azınlığı isim değiştirmeye zorladı ve değiştirmeyenleri sürgün etti. Bu insanlık dışı eyleme Türkiye’den başka dur diyen olmadı.

1990’lı yılların başında Saddam, Kerkük, Musul, Süleymaniye, Halepçe’de katliamlar yaptı. Yüz binler yine yüzlerini Türkiye’ye döndüler ve imdat istediler. Türkiye topraklarını ve bağrını açtı.

Yine 1990’lı yılların başında, Bosna, Avrupa’nın gözü önünde doğrandı. Kadınların utanç çığlıkları ve Müslümanların feryadı arşı tuttu ki sonunda Amerika bile Türkiye’nin baskısı ile insafa geldi de kan ve gözyaşı durdurulabildi.

İşte size Kafkaslar! Kolu kanadı kırılmış, evi barkı yanmış, bütün umutları elinden alınmış asil bir çocuk gibi oturmuş ağlıyor… Düne kadar kendi halklarına insafsızca zulmeden Irak, şimdi ağıla dalmış sırtlanların elinden ne yapacağını bilmez halde. Filistin’in ağlamaktan göz pınarları kurumuş.

Ve şimdi bağrımız yeni bir yangın düştü. Maşrığın acısı mağribi gölgeledi. Müslüman Uygurlar, cadde ve sokaklarda sürek avcına çıkmış askeri kıyafet içindeki Çinli canilerin önünde, seyip yılkılar gibi sağa sola yalpalayıp caddelere düşüyorlar. Ve dünya yine seyrediyor. Çünkü hiç kimse, senin gibi kardeşine ağlamaz!

Elbette acılarımız sadece yurtlarımızın talan edilmesi uzak ve yakın akrabalarımızın katledilmesinden de ibaret değil. Haysiyetimiz de dinimiz de şerefimiz de aczimizden dolayı ayaklar altında eziliyor.

Bir kendini bilmez çıkıp Resulullaha dil uzatıyor, biz boykot ediyoruz. Biri dinimize hakaret ediyor, biz yine boykot ediyoruz. İzanımız, şerefimiz, haysiyetimiz, ırzımız, namusumuz ayaklar altına alınıyor icabında, biz yine boykot ediyoruz.

Neye yarıyor? Kardeşini parçalayan canavarın bir de senden diş kirası istemesine! Biz hep ağlıyoruz. Ağlayamıyorsak çıkıp mitinglerde bağırıyoruz; ‘şunun malını almayın, bunun malına bakmayın’ diyoruz. Böylece vazifemizi yapmış oluyoruz(!)

Gerçi aciz insanın tepki verme meyli göstermesi de bir şeydir! Fakat böyle devam ederse biz daha uzun süre meydanlarda miting yapacak, malları boykot edecek, ağlayacak ve sıranın ne zaman bize geleceği korkusuyla yaşayacağız!

***

Bediuzzaman, 1918’de Tiflis’te, çıktığı bir tepeden şehri seyrederken yanına bir polis gelir. Kim ve nereli olduğunu öğrendikten sonra ona burada ne yaptığını sorar. O da‘medresemin temelini atıyorum’ deyince, şaşkınlıkla “Burası Rus toprağı sen nasıl gelip burada medreseni kuracaksın!” demesiyle aralarında başlayan ilginç bir diyalog vardır.

Bediuzzaman, İslam ümmetinin o dönemdeki topyekun mağlubiyetini, “tahsile gitmiş olmakla” izah eder. Hint ve Mısır’ı andıktan sonra özetle  “Kafkas ve Türkistan, İslamın ‘bahadır’ iki evladıdır. Rus’un harp akademisinde tahsile gittiler. Her biri zamanla şehadetnamelerini (diploma) alıp bir kıtanın başına geçecek ben de gelip burada medresemi kuracağım!” der.

Peki o ‘mustaid veledler’, o ‘zeki mahdumlar’ , o ‘bahadır evlatlar’ hala tahsilden dönmediler mi?

Dönmüş olmalılar ki birileri gidip ‘medresemi kuracağım’ dediği yere Türk okulu yaptırmış!

Öyleyse neden İslam yurtları  hala acı içinde kıvranıyor? Elbette çöküş gibi yeniden dikiliş de sancısız olmaz, acısız olmaz. Türkiye, 70 yıl boyunca, ‘laik’ olduğu için Müslümanların işlerine pek karışmak istemedi. Yeni yeni anlıyor ki laik olmak, acze layık olmayı içermiyor!

Evet, bin türlü kusuru da olsa bu iktidar, genel anlamda, milletin önünü açtığı ve milletin kendi kökleriyle yeniden buluşmasını sağlayacak azim inkılaplar yaptığı için bizi, gelecek adına ümitvar kılıyor. ‘O evlatlar diplomalarını alıp gelmişler’ dedirtiyor. Hele Davutoğlu gibi ne yaptığını müdrik bir insanın şu dönemde Dışişleri Bakanlığına getirilmesi başlı başına bir fiil-i hayrdır.

Böyle zülcenaheyn insanların işin başına getirilmesi millet adına fikir söyleyecek olanları da cesaretlendiriyor. Bendeniz de bundan cesaret alarak bir teklifte bulunmak istiyorum:

Ya Başbakanlığa bağlı, amacı tarif edilmiş bir Sınır Ötesindeki Akrabalarımız Bakanlığı kurulsun ya da Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir ‘Sınır Ötesindeki Akrabalarımız Ünitesi

Önden giden atlılar az çok zemin çalışması yaptıkları için, bu ünite istihdam ve meseleleri tespitte de fazla sıkıntı çekmeyecek.

Bu ünite, İslam yurtlarının problemli bölgeleri üzerinde çalışacak. Bir niza, kaçınılmaz bir vaka olmadan önce, tedbirler ve çareler üretecek. Çünkü oldubittilere tepki vermekten kendi meselelerimizi çözmeye fırsat bulamıyoruz.

İşte Urumçi! Yine hazırlıksız yakalandık. Yine işi mitingler ve birleşmiş milletlerle çözmeye çalışıyoruz. Hâlbuki orada acı, ben geliyorum diyordu yıllardır. Ama idarecilerimiz “Yurtta Sulh Cihanda sulhu’u bugüne kadar ‘kös kös oturmak’ sandıkları için, Doğu Türkistan’ı görmezlikten geldiler.

Esasında bugüne kadar hep görmezlikten geldik. (Belki de başka çare yoktu!)

Şimdi artık, milli menfaatlerimizi ilgilendiren meselelere karşı uyanık ve kararlı bir hükümetimiz var. Hem millet de uyanmış. Geleceği tasarlamamız gerekir. Eğer biz geleceği önceden tasarlamaz ve tedbir almazsak, olaylar bizi en güçsüz zamanda yakalar.

Türkiye ta işin evvelinde, yani Çin’in açılmaya ihtiyaç duyduğu 1990’lı yıllarda meseleye ciddiyetle eğilip ticari bağlantıları onların huzuru ile ilintilendirseydi Urumçi’de iş bu noktaya gelmez, bugün şu kritik noktada Çin’i karşımıza almaya gerek kalmazdı. Çünkü Çin cidden geliyor!

Şimdi biz Çin mallarını boykot edelim” diye bağırıyoruz ya, biz tedbirimizi alıp stratejimizi ona göre koysaydık, Çin, ‘startejik/ticari ortağını’ kızdırmamalıyım” diye tedbir alacak, şu olaylara fırsat vermeyecekti.

Evet, bizim yapabildiğimiz boykot çağrısı! Tamam, boykot edelim. Edelim de artık kullanabileceğimiz bir şey kalmadı. Bütün ömrümüz boykotla geçiyor!

Akıllı adam, kendisini tepki koyacak hale düşürmez. Elbette dünyanın problemleri bitmez. Ama problemlerini tespit edip üzerinde çalışma yapanlar daha az zayiatla sıkıntıları atlatırlar.

***

İşte bu komisyonlar veya bakanlık, Türkiye, gerçek anlamda ümmete sahip çıkacağı güce ulaşıncaya kadar dünyanın neresinde olursa olsun bizi ilgilendiren/ilgilendirme ihtimali bulunan meseleleri masaya yatırarak çözüm yolları üretmek ve onu hükümetin önüne koymakla sorumlu olacak!

Elbette bu komisyonların başında seçme diplomatlar bulunacak ve kendilerine ait bir bütçe olacak. Abdülhamit siyaseti.

Eğer onun uzak görüşlülüğü  daha sonraki siyasetçiler tarafından anlaşılsaydı, Filistin toprakları hala bizde, Musul ve Kerkük petrolleri TC’nin malı olurdu. Urumçi bağımsız olmasa bile özerk olurdu. İsrail diye bir devlet olmaz, Barzani bir yığın acılardan sonra çıkıp ‘Biz Türkiyeye mecburuz’ deme ihtiyacı duymazdı. Çünkü aramızda bir sınır olmazdı!

Evet bütün bu saydıklarımın  hepsi benim sınır ötesindeki akrabalarımdır. Gözyaşları beni üzer, acıları beni ağlatır ama artık ağlamak istemiyorum!

*** *** ***

Bu yazı “13.Temmuz.2009 16:55:26” tarihinde gasteci.com’da “ARTIK AĞLAMAK İSTEMİYORUM” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir