Siyasette Müspet Hareket

Bir zaman, liderlik bazında siyaset yapmak isteyen bir dostuma teşehhüt miktarı danışmanlık yapmıştım.

Mizaç itibarıyla kavgacı olmayan bir insandı. Ona,  bir şarklı olarak, pozitif (yani Müsbet Hareket üzerine bina edilmiş) bir değerler siyaseti yapmak istiyorsa dört insanın hayatını ve siyasi mücadelesini özümsemesini salık vermiştim. Aksi takdirde, mevcut siyasi üslubun ‘değerler siyaseti’ne fırsat vermeyeceğini söylemiştim.

O dört kişinin siyasi yaklaşımları, batılı değerlere ihtiyaç bırakmayacak kadar insan merkezliydi. Bir şarklı siyasi lider olarak reel ‘demokrasiyi’ özümsemiş ve her durumda demokratça bir ‘refleks’ sergileme doğallığı kazanmış olmak için onların ahlakı ile ahlaklanmak yeterdi. Çünkü onların siyaset edişleri ‘insan’ merkezliydi.

***

Malum, şarkta hiçbir fikir uzun süre fikir olarak kalmaz, kalmamış. Hemen eyleme dönüşür. Her tahrik, hemen makes bulur. Şarklı insanı yönlendiren duygusal zekâ olduğu için hareketler duygusal ve tepkiseldir. Çabucak tuzağa düşer. Öfkeye daha büyük bir öfkeyle, hakarete mübalağalı bir hakaretle karşılık verir.

Şu günlerde söylem ve demeçlerinden dolayı başı dertte olan siyasilerimizi düşündükçe içim eziliyor. Hiç de hak etmedikleri halde ‘demokrat’ ve ‘demokratımsı’ çevrelerden ağır eleştiriler alıyorlar. Söz ve tavırlarına maksat ötesi manalar yükleniyor. Çünkü sarf ettikleri sözler ve sergiledikleri tavırlar tamamen şarklı bir duygusallığın eseridir.

Şarklı kültürde, siyaset üslubu, akılcılıktan ziyade kalbi değerler üzerine kurulu olduğu için, bizim siyasi kültürümüzde eleştiri salt ‘karşıtlık’ olarak algılanıyor ve bu da liderleri öfkelendiriyor. Hâlbuki iki dakikalık bir tahammül gösterseler, öfke kontrolü yapabilseler şu hale düşmeyecekler.

Öfkeyi yenmenin, neden Kur’anî kültürün en temel erdemlerinin başında geldiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Kur’an, inanan insanı ‘Vel kâzıminel gayza vel âfina aninnas’(öfkelerini yener ve insanları affederler) diye yüceltir (3/134).

***

Şu sıralarda siyasetimiz toz duman. Muhalifler insafsızca eleştirdikçe başbakan da sert çıkışlar yapıyor. Elbette sözlerinin çarpıtıldığı bir gerçek. Ve damarına basıldığı da. Ama işte ben, tam da bu noktada başbakanımıza o dört ismi hatırlatmak istiyorum.

Elbette ki vaktinin olmadığını biliyorum ama eğer siyaset yapma üslubunu değiştirmek, içindeki ‘derin devletin’ yasalarını (zihinsel paradigmalarını) güncellemek için zaman ayırmazsa, şu siyasi üslup, ona bol bol kitap okuma fırsatı verecek!

Hâlbuki sayın başbakanımız asıl bundan sonra milletine hizmet edebilecek kıvama gelmiş bulunuyor.  O yüzden o dört insanın siyaset yapma usullerini bu vatan ve millet hesabına bir kere daha ona hatırlatmak istiyoruz.

Aldığı eğitim eminim o dört insanı da tanımasını sağlamıştır. Kendisi biliyordur ama şu konjonktürde bir kere daha hatırlamasında yarar vardır, diyoruz.

Bu dört isim Hz. Muhammed (asv), adil bir hasım ve bilge bir Sultan olan Selahattin Eyyubî, köleleştirilmiş halkını bağımsızlıkla tanıştırmış ‘pasifist militan’ Mahatma Gandi ve ‘en büyük hile hilesizliktir’ diyen ve mücadelesinin temeline  ‘müspet hareket’ esasını oturtan ‘muhabbet fedaisi’ Bediuzzaman Saüid Nursi.

Bu insanların elbette başka yönleri de vardır. Fakat benim dikkat çekmek istediğim yönleri siyaset yapma üsluplarıdır.

Kendisini mücadelesinden vazgeçirmek isteyen Mekkelilere, ‘Bir elime Ay bir elime Güneş verilse davamdan dönmem’ diyen Hz. Muhammed (asv), gittiği Taif’te, kendisini taşlatan düşmanlarına bile kahretmemiş; Cebrail’in, ‘dilersen şu iki dağı bir araya getireyim de bu şehri yok edeyim’ teklifini, ‘hayır, onlar bilmiyorlar. Bilselerdi böyle yapmazlardı’ diyerek öfkesini yenmiş; kendisini öldürmeye kalkışan, onu kovan şehre muzaffer bir komutan olarak girerken, hiçbir intikam arzusuna kapılmamıştır. Öyle ki, Cenab-ı Hak sonunda ona “Ey Muhammed sen onlara böyle merhametli ve şefkatli davranmasaydın, onlar senin etrafında böyle kenetlenmezdi..”) diye seslenmiştir.

Elimizde Resulullah gibi bir örnek varken aslında başka örnek aramaya bile gerek yok ama ben yine de O’nun yolundan gidenlerden de örnek vermek isterim.

Selahattin Eyyubi; şair, edip bir şehzade iken, babası onu musâhabe meclislerinden koparıp zorla devletin başına geçirmiştir. Bileği kadar bilgeliği de pektir. O, savaş anında bir kartaldır. Savaş bittiği an, merhametli bir el olur; gidip hasımlarının yarasını sarardı. ‘Taaa bilmem nerelerden kalkıp gelmişler, benim yurtlarımı işgal etmişler, ben bunlara neden merhamet edecekmişim’ dememiştir.

Mahatma Gandi; iki satıra sığmayacak kadar erdemli bir özgürlük savaşçısı ve mücadelesini ‘insan onuru’ üzerine inşa etmiş muhteşem bir siyaset dehasıdır.

“Benim mücadelemin esası şiddete şiddetle mukabele etmemektir. Bu, aynı zamanda benim ‘itikadi’ anlayışımın da nihai hükmüdür” diyecek kadar yüreği insanla dolu olan Gandi, Hinduların Müslümanları katlettiği bir hengâmede, gidip ateşe verilmiş bir mahallede mazlum bir Müslüman’ın evine oturmuş, mazlumlarla birlikte yanmayı göze almıştır. Onun bu ‘insan endeksli’ kararlı tutumudur ki, sonunda Hindular kendi yaktıkları ateşi söndürmüşler ve Müslümanlara yönelik katliama son vermişlerdir.

Ve sonra “ben muhabbet fedaisiyim, husumete vaktim yok” diyen Bediuzzaman. Yıllarca dehşetli bir baskı ve tahkir ile kasaba kasa sürülen, zindan zindan çürütülen Said Nursi, öfkesine yenilmemiş, şu gaddar rejimin despot idarecilerine beddua bile etmemiştir. Şöyle der Kastamonu Lahikası’nda (s. 185):

“Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat kabul de etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır.”

Ne kadar demokratça bir tavır! Çünkü o, bu çağın getirdiklerinin farkındadır. Ve mücadele üslubunu da ona göre belirler. ‘Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal’ diyerek siyasette dinin değil “makuliyetin ve insan fıtratında mutabakatın” referans alınması gerektiğine dikkat çeker:

“Cihetülvahdet-i ittihadımız, Tevhiddir (bizi bir arada tutan tevhiddir). Peyman ve yeminimiz, imandır. Madem ki muvahhidiz (aynı Rabbin kullarıyız), müttehidiz (bir ve beraberiz). Her bir mü’min Allah’ın adını yüceltmekle mükelleftir. Bu zamanda (Allah’ın adını yüceltmenin) en büyük vasıtası, maddeten terakki etmektir. Zira; ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla (bilgi ve teknolojileri ile) bizi manevi baskıları altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhiyla, yükselmenin en müthiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve fikir ayrılıklarına karşı mücadele edeceğiz. Amma; cihad-ı haricîyi, yani gayrı Müslimlere karşı mücadeleyi; kılıç yerine dinin sağlam ve keskin delillerine havale edeceğiz; zira, medenîlere galebe çalmak, ikna iledir; söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!…

Meşrutiyet (cumhuriyet) ki, o da gücün, adalet, meşveret ve kanunun emrinde olmasından ibarettir. İslam, on üç asır evvel teessüs ettiğinden, kanun yapmada Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslâma büyük bir cinayettir.

Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdad yaygınlık kazanır. Her odak padişahlığını ilan eder. “Hak, kuvvet ve izzet sahibidir” ayetinin hükmü kalplerde ve vicdanlarda hâkim olmalı. O hâkimiyet de, marifet-i tâmm (yaygın bir eğitim) veya medeniyet-i âmm (herkese ulaştırılmış bir medeniyet) yahut İslâm adına olmalı. Yoksa; istibdad (baskı) daima hükümfermâ olacaktır. Birlik ve beraberlik hüdadadır; heva ve heveste değil! İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu. Başkasının kusuru, berikinin kusuruna senet ve özür olamaz!…”  (mealen, Tarihçe-i Hayat 52)

Meşru bir cumhuriyetin manifestosu niteliğindeki şu cümleler, onun siyaset ve yönetim üslubu ile birlikte post demokrat bir insani hayat tarzının da temellerini atar.

Bizim şu kendi değerlerimizdeki engin siyaset anlayışı ve politik kavrayışa rağmen siyasetçilerimizin ürettikleri şu tahammülsüzlük siyaseti ne kadar onur kırıcı, ne kadar acı değil mi?

Biz siyasetin ‘mübarek bir iş’ olduğunu bir kere daha hatırlatalım. Çünkü halka hizmet, hakka hizmettir. Hakka hizmet en büyük cihattır. Cihat mübarektir. Mübarek işlerin içine öfkeyi katmamak lazım!

*** *** ***

Bu yazı “20.Kasım.2008 11:54:53” tarihinde gasteci.com’da “Siyasette müspet hareketler” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir