Türkiye hakikaten çok kritik bir seçimi geride bıraktı sağ salim.
Çoğu insan için belki bu seçim, memleketi idare edecek partiyi belirlemekti fakat benim için o bir tercihti!
Meseleye memleketi idare edecek parti açısından baksaydım, yaptıkları bir yığın güzel hizmete rağmen iktidar partisine oy vermezdim.
Sayısız gerekçelerim var. Ama en başta, tarım geliyor. Sadece, 15 yıl önceye kadar kendisine yetebilen 7 büyük ülkeden biri olan Türkiye bugün mısırdan buğdaya kadar her şeyi ithal ediyor ve iktidar partisi bu halin devamından -kendisi sebebiyet vermiş olmasa da- sıkılmıyor!
Bundan sadece 20 yıl önceye kadar hayvancılığın beşiği olan Türkiye, bugün ne idiğü belirsiz etleri ve kokuşmuş kıymaları ithal edip halkına yedirmekten hicap duymuyor.
İçilebilir sularının büyük bir kısmı kiralanmış. Sulanabilir arazilerinin en güzel yerleri kiralanmış, boş duran arazilere güya çiftçiye destek babından verilen paralar arazilerin atıl tutulmasına hizmet ediyor. Çünkü çiftçinin emeği, çektiği zahmete değmiyor.
Rahmetli babam, hayatı boyunca, hep sağın da en sağındaki partilere oy vermeye çalışmış biri idi. Son genel seçimde sandığa bile gitmek istemedi. Bana söylediği bir şey vardı o zaman.
“Benim şu kadar bağım var. Ben bu bağlar ile 7 çocuk büyüttüm, besledim, okuttum, everdim. Şimdi son dört senedir, sadece annenle ikimiz kalmamıza ve benim bağ-kur emeklilik maaşım da olmasına ve geçim endeksim de en asgariye düşmüş bulunmasına rağmen, senin desteğin olmasa zorlanacağım. Çünkü bağlara yaptığım masraf belimi büküyor ve başını da yıkamıyor. Bu hükümet çiftçinin halinden anlamıyor.” demişti.
Maalesef hükümetin millet için çizdiği ufuk büyük ama o ufku besleyecek tedbirleri alma noktasında bugüne kadar zayıf kaldılar… Elbette serdedecekleri bahaneleri vardır ve belki bir parça kabullenilebilir de fakat yine de hükümetin son 8 yıldır tarım, hayvancılık konusunda üzerine düşeni yaptığı söylenemez.
Aynı şekilde temiz gıda konusunda samimi değiller. Geçen yıl başında GDO’lu gıdaların ülkeye girmemesi için kanun çıkarıldı fakat aradan üç ay geçti geçmedi, bir gece yarısı eklemesiyle bazı kalemlerde o yasağı kaldırdılar. Kaldırdıkları kalemler mısır, soya ve yağ gibi en hayati alanlar. Sonra merak ettim bunların ithalatını kimler yapıyor diye. Gördüm ki, hükümet birilerinin hatırını, milletin istikbalinden ve sağlığından daha ehemmiyetli görmüş…
Keza, ekonominin ‘gerçek anlamda’ –üstelik bu konuda önlerinde Erbakan deneyimi vardı- büyümesini sağlayacak ciddi adımlar atmadılar. Ülkenin satılabilecek tüm mal varlığı satıldığı halde, Türkiye’nin cari açığı tehlikeli boyutlara gelmiş durumda. Buna rağmen hâlâ çocuk donundan ‘püskevit’e kadar her şeye ithal izni veriliyor. Hiçbir strateji takip edilmiyor. ‘Şu kalem mala ithal izni verirsem şu kesim mahvolur’, ‘bu kalem mala izin verirsem, şu sektör zarar görür’ demiyorlar. Günü kurtarmak için sürekli basit tedbirlerle işi geçiştirdiler. Nerede ise, kapitalizmi icat edenlerden bile daha kapitalist oldular. Düşünmüyorlar ki bu kapitalizm, bu özelleştirmelerin bir kısmı aynı zamanda dünya tröstlerinin dayatmalarından ibaret!
Neden? Çünkü biz, en vahşi kapitalizmin de en insafsız olanını tatbik ediyoruz. Veya hükümet, global tefecilere karşı direnemiyor.
Tabii ki korumacı ekonomiden söz etmiyorum. Yıllarca karton ve tenekelerden üretilmiş otomobilleri, bize, ‘yerli üretimi koruma’ ayakları altında kakaladılar. Bunu biliyorum ve öyle olsun demiyorum. Ama diyorum ki, hükümetin bu meselelerde bir sırrı, bir stratejisi, milletin bekasını önceleyen bir tutumu olmalıydı, olmadı.
Bilim ve teknolojiye yatırım yapmadılar. Bilmiyorum hükümet cidden bilim ve teknolojinin değerini biliyor mu? ARGE yok. Üniversitelerin üniversite haline getirilmesi çabası yok. Varlıklarını ideolojik kamplaşmanın sürdürülmesinde bulan üniversitedeki birtakım dinozorların oyununa düşüp ideolojik tavırlara girdiler.
Anadolu toprakları hala dünyanın en temiz florasını (bitki varlığı) barındırıyor. En kıymetli tohumlar bu topraklarda mevcutken, son sekiz yıl içinde Anadolu tohumları, çoğu hükümete yakın duran muhteris ithalatçılar yüzünden yok olmayla yüz yüze geldiler. Sonunda dünyanın bu kadim tahıl ve sebze ambarı, tohum ve tohumluk çekirdekte Hollanda’nın ve İsrail’in ‘ebter’ tohumlarına mahkum edildi. Geçen sekiz yıl boyunca hükümet bu konuda da ‘basiretli’ bir tutum takınmadı, takınamadı…
Bu başlıkları uzatabilir ve çeşitlendirebilirim. Yani kısaca milletin bekası ile ilgili kritik meselelerde hiçbir ciddi adım atılmadı…
Peki, buna rağmen neden ben dâhil bu ülkenin her iki insanından biri AK Parti’ye oy verdi?
Bu gerekçe anlaşılmadan, MHP’nin, Saadet’in, Demirel’in, Cindoruk’un, Haydar Baş’ın, Namık Kemal Zeybek’in, Abdüllatif Şener’in; yani yıllarca sağ görünüp, bugün AK Parti’ye oy veren kesimlerin oylarıyla beslenen siyasetçilerin, seçimde, CHP’nin çizgisinde yer almalarına anlam veremezler…
Gerçekten birçok siyasetçi, toplum bilimci, toplumu okumada, toplumun gidişatını anlamada, halkın neyi istediğini bilmede atalete ve acze düştüler. Bu milletin yeni ve muazzam bir ‘kel yarılması’ yaşadığını, Batı’nın Türk’e biçtiği, laisizm namı altında bize ait bir değişimmiş gibi gösterilen Deccal düzeninin sonuna gelindiğini göremediler. Türk insanının, tarih içinde sergilediği misyonu yeniden yaşamak istediğini kavrayamadılar…
Anadolu halkı, geçen asrın başında zorla kendisine giydirilen deli gömleğini (güya modernlik adı altında bize uygulanan yönetimin aslında saklı bir esaret şekli olduğunu kavramış oldu bu millet) artık sırtından atmak istiyor. Bunu, göremediler, daha doğrusu görmek işlerine gelmiyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş varsayılarak, mazlumlar safına geçmiş bu milletin, rövanşını alma zamanı yaklaştı. Yeryüzündeki deccal düzenleri, halklarına rağmen oluşturulmuş tiranlık düzenleri çöküyor.
İşte bugün Türk milletinin seçimle yapmak istediği şey, aslında Arap halkının yaptığı şeyin aynısıdır. Onlar, açık ‘nemrut’ ve ‘firavun’lara karşı mücadele veriyorlar. Mübarek, Kaddafi, Hasan Ali, Beşşar yıkıldığında, biliyorlar hürriyetlerine kavuşacaklarını. Altında ezildikleri saklı esaret ve istibdattan kurtulacaklarını biliyorlar. Biliyorlar başlarına oturtulmuş o kuklalar, müstevli, zalim ve sömürücü Batının adamlarıdırlar.
Onlar devleti ele geçirmiş bir aile veya bir şahısla mücadele ediyorlar. Türk insanı ise bahtını değiştirmek, onu ‘görünmeyen zincirler’le sımsıkı bir esaret altına almış, aşağılatıcı, onur kırıcı bir talihsizlikle savaşıyor. Adı Batıcılık olan ve devletin bütün müesseselerinin içine dal budak salmış ahtapot bir ‘gulyabani’ ile savaşıyor!
Adı ‘cumhuriyet’ olan bir ‘istibdat’; adı demokrasi olan bir ‘çifte standart’; adı modernlik olan bir ‘sefillik’; adı ‘batılılaşmak’ olan bir ‘soysuzluk’; adı ‘laiklik’ olan saklı bir ‘dinsizlik’ ile mücadele ediyor.
Bir millet düşünün ki, devleti, askeri, yargısı, aydını, gazetecisi onun izanı, imanı, ahlakı ve dini ile alay ediyor. Onun geçmişini yok sayıyor. Onun varlığını yalnızca kendi düzeninin devam ettirilmesi için bir adi sebep telakki ediyor.
İşte bu millet, böyle bir yaşam biçiminden kurtulmak, hakiki manada kendisi olmak için AK Parti’yi destekledi.
Ha siz AK Parti’yi, ‘memleketi satıyorlar’ diye eleştiriyordunuz ya demek ki millet inanmamış…
Siz AK Parti’yi ‘ülkeyi şuna buna peşkeş çekiyorlar’ diye kınıyordunuz ya demek ki yalanmış…
Siz millet ‘püskevitsiz kaldı’ deyip ağlıyordunuz ya demek ki aslı astarı yokmuş…
Siz AK Parti, yiyor, çalıyor, götürüyor diyordunuz ya demek ki inandırıcı olamamışsınız…
Bir tek iddianız ‘yalan çıkmadı’ denilebilir, o da ‘AK Parti’nin seçmeni satın aldığı!’ Türkiye’nin yarısı AK Parti’ye oy verdiğine göre J)!
Evet, ya diyeceksiniz ki biz yalan söylemişiz, ya da diyeceksiniz ki, millet bizi inandırıcı bulmadı. Üçüncü bir şık da, öteden beri CHP’lilerin ve yandaşlarının yaptığı gibi diyeceksiniz ki, ‘bu millet ahmaktır, kıymetimizi bilmiyor…”
Diğer partilerin bunu söylemesi mümkündür ve haklarıdır. Ama MHP bunu diyemez. Çünkü ülkücülük, millet namına ‘dervişliktir, tefânî fi’l- millet olmak’tır. Milletin düşüncesi, isteği, senin aklından ve iradenden daha yüksektir. Eğer sen de ey MHP, bu millet yanlış yapmıştır dersen, müstemlekeci CHP ile aynı yana düşersin. Buna hakkın yok. Ve dahi küsmeye de… Çünkü sen milliyetçisin; milletin bekası ve isteği senin varlığından bile daha kutsal olmalı ki milliyetçiliğinin bir hakikati olsun. Şimdi size düşen ya diyeceksiniz ki, bu millet ahmaktır, aptaldır, kendisini küçük menfaatlere satıyor; ya da diyeceksiniz ki mademki milletimin talebi bu yöndedir, bakayım, ona bu noktada nasıl hizmet edebilirim.
Evet, bu millet, bu seçimde bir parti seçme telaşında olmadı. Milyonlarca insan, dünyanın dört bir tarafından kucak dolusu paralar ödeyip, günübirlik hava limanlarına geldiler, oylarını kullanıp gittiler. Siz bunu AK Partinin kara gözü, kara kaşı için zannederseniz, aldanırsınız, hüsrana uğrarsınız ve basiretsizlik göstermiş olursunuz.
Sizi temin ederim, gelecekte tarihi yazacak olanlar, 12 Haziran seçimlerini Malazgirt Savaşı, Çanakkale Savunması, belki vaad edilmiş ‘cennet asa baharlara ermemiz için’ yapılmış yeni bir ‘istiklal savaşı’ diye kaydedeceklerdir. Bu iddiamı ispat edecek çok gerekçem var bu yazının sınırlarında izahı uzun sürer.
Seçimin sonuçlarına bakarsanız, bu seçimin nasıl da rahmani bir el tarafından düzenlendiğini görürsünüz. Herkesi memnun etti millet. En büyük dersi ise AK Parti’ye verdi.
İmam Azam’a dayandırılan bir rivayet var: Kur’an-ı Kerim’i ancak beş yaşında ezberleyebilmiş olmasına bahane olarak demiş ki ‘Annem o elmayı ısırmasaydı, ben Kuran’ı üç yaşında ezberlerdim.’
Ben de diyorum ki, AK Partililerin ‘elma yeme’ye bu kadar büyük hırsları olmasaydı, millet onlara tek başına Anayasa yapma yetkisi verirdi.
AK Parti’nin Anayasa’yı tek başına yapabilme sayısından mahrum edilmesinde, geçmiş iki dönemde milletin kesesinden insafsızca ceplerini dolduranların payı büyüktür. Malum, Kuran bize ‘yiyin için israf etmeyin’ diye emrediyor. Bazıları bunu ‘Yiyin, için, insaf etmeyin’ şeklinde algıladıkları için, ceremesini tüm parti çekiyor. Allah hepimizi ıslah etsin…