İktidar, acilen demoralize olmuş ordumuzun hemen ve derhal moralinin düzeltilmesi için girişimlerde bulunulmalı. Bu bir. İktidara düşen iki önemli görev daha var…
Bazen, aklımla çözemediğim meselelerde, hayır olan neticeye varmak için Kuran’a müracaat ederim. Kalbimi şüpheden arındırır, onun bana yol göstermesini isterim. Elhamdülillah bugüne kadar kalbimi yatıştıracak bir yol hep göstermiştir.
Seçim sabahı yine öyle yaptım. Tabii ki kararımı vermiştim ama yine de ‘Kuran bana ne diyecek’ diye merak edip ona yöneldim. Gerekli ön hazırlıktan sonra rasgele açtım. Gözümü açtım, baktım ki parmağım Enbiya suresinin ilk ayeti üzerinde durmuş:
“Va’ktaraba li’n-nasi hisabuhum…” (İnsanlar için hasep vakti yaklaştı (fakat) onlar hala farkında değiller oyalanıp duruyorlar) . İlginç. Tam benim seçimlere baktığım perspektifti bu. Bendeniz, cumhuriyetin 80. yaşından beri olup biten hadiseleri, bir dönemin kapanıp ötekinin açılması, insanların gerçek anlamda kıyamet çağına girmesi olarak algıladım.
Esasında insanlık Hz. Peygamberin gelmesiyle birlikte kıyamet çağına girdi. O ne demişti, mübarek şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirip, ‘kıyametle benim aram bu kadardır!’
Üzerinden 1432 yıl geçti. Ve yine ‘istikametle gittiği takdirde’ ümmetinin hâkim döneminin 1500 yıl olacağını haber vermiş. Kur’an ise Cenab-ı Hakk’ın ‘nurunu mutlaka tamamlayacağını’ (Saf, 8) bize bildiriyor. Sonra bir başka ayette “Ve eşrakatil ardu bi nuri rabbiha…”(Zümer, 69) diyerek Allah, yeryüzünün tamamının Rabbimizin nuru ile aydınlanacağını haber veriyor.
Birinci vaat belki bir parça İslam’ın yeryüzüne yayılmasıyla gerçekleşmiştir ama yeryüzünün tamamının Allah’ın nuru ile aydınlanması gerçekleşmemiştir. Bu da demektir ki önümüzdeki dönemde inananlar için – kısa da olsa- muhteşem bir dönem var.
Evet, hem de var. Hem Peygamberimiz haber vermiş, hem kalbi huşyar evliyullah hem de çağımızın maneviyat erleri… Haber vermişler ki kıyamet kopmadan önce imanın ve İslam’ın parlak bir dönemi yaşanacak.
İşte ben son dönemdeki siyasi ve sosyal olaylara o yöne gidiş veya o gidişatı önleyiş noktasından bakadurdum.
Batı’nın Sevr Muahedesi’ni Osmanlıya dayatmasıyla başlayan ve bir tür İslam’ın sahneden çekilmesiyle sonuçlanan karanlık çağ, bu yüzyılın (21. yy) başından itibaren aydınlanmaya başladı. Tam da haber verildiği gibi…
Bilimin, Tanrıdan uzaklaşmak amacıyla kullanıldığı 18. yüzyıldan başlayan ve sonra komünistlik ve kapitalistlik diye iki tarzı hayat halini alan Deccal anlayışı (pozitivist modernizm), ilk darbesini Komünizmin yıkılması ve Darwinizmin temelsiz bir iddia olduğunun ortaya çıkmasıyla aldı. Büyük Deccalin güç kaybı 1980’li yılların sonunda başladı. Artık dünyadaki itibarı (kapitalizmin de komünizmin de) her gün biraz daha azalıyor.
Deccalin İslamlar içindeki temsilcisine ise eskiler ‘Sufyan’ demişler. İslam dünyası Süfyanın soluğunu 1293 (hicri)’ten itibaren ensesinde hissetmeye başladı. Sevr dayatması ile mücessem bir tehdit halini aldı. Ve sonra bağımsızlığımızın kabul edilmesine karşılık biz de ona (Süfyana/modernizme) kucak açtık.
Bizi diğer İslam yurtları takip etti. Sonunda tüm İslam yurtları da Deccalizmin etkisi altına girdi. Ataları dindar olan bir yığın Müslüman, ‘kahrolsun şeriat’ diye gösteri yapar oldular. İslam irtica, Müslüman mürteci, din gericilik oldu. Kur’an (haşa) 14 asır önce uydurulmuş hurafe diye lanse edildi…
Sonunda o da hükmünü icra etti ve tıpkı Büyük Deccal gibi dönemini tamamladı. Her iki deccalın da, her biri bir dönem anlamına dört günü oldu. Birinci dönemlerinde üç yüz yılda yapılamayacak işleri yaptılar. İkinci dönemlerinde 30 yılda yapılamayacak işleri bir gecede gerçekleştirdiler. Üçüncü devrelerinde bir yıl, dördüncü devrelerinde bir haftada yapılamayacak işleri bir gecede gerçekleştirdiler.
Ve sonra o devirler de geldi geçti. Tam da haber verildiği gibi 80’inci yaşında diz çöktü. Adileşti. Bir günü bir gün dönemine girildi. İplerin hala kendisinin elinde olduğunu göstermek için bir takım darbe marbe teşebbüslerinde bulunuldu ama bir şey yapamayacaklarını anladılar…
2003, İslam deccalizminin aczini itiraf edeceği zaman olarak bildirilmişti ve tam da öyle oldu. Artık, zaman ve şartlar İslamın lehine çalışacaktı.
Nasıl ki geride bıraktığımız üç yüz yıl içinde her yenilik ve her güzellik Hıristiyanlığın hanesine yazıldı, bundan böyle iyilik ve hayır İslam defterine yazılacaktır inşallah. Bu söylediklerimin hak olduğunu yaşı 35’in altında olanlar yaşayacaklardır. Gidişat o yönde.
Bizim iklimimize bahar geldi. Bağı, bostanı görmenin, varsa duvarlarının yıkık dökük yanlarını tamir etmenin zamanıdır. Devleti yeniden kurmanın, müesseseleri yeniden gözden geçirmenin zamanı…
Bu da demektir ki önümüzdeki dönem iktidarına çok işler düşüyor.
Bir kere acilen, demoralize olmuş ordumuzun hemen ve derhal moralinin düzeltilmesi için girişimlerde bulunulmalı. Ve bütün levazımatının yerli yapım olacak şekilde yeniden oluşturulması gerekiyor. İleride yaşanma ihtimali bulunan büyük badireleri, bu milletin sağ salim atlatabilmesi için güçlü bir orduya ihtiyaç var. Elbette ki bu orduya yeni bir yüz, yeni bir misyon ve hedef belirlemek de şart. Bunun yolu da acilen, askeri müfredatın yeniden yapılandırılmasıyla mümkündür.
Türk ordusu, bin yıldır Kur’anın ve hakkın bayraktarlığını yaptı. O zamanlar, dünyanın dört kıtasında onun nal sesleri duyuluyordu. Sonra deccal çağı geldi. Ona denildi ki ‘senin vazifen onun düzenini korumaktır’. O da vazifesini yaptı. Hem de kendisinden beklenenin de üstünde bir gayretle…
Esasında Türk ordusu budur. Yeter ki bir şeyi gaye edinmesin. Onu en iyi şekilde yapar. Ona ‘modernizmi koruma görevi’ verildiği için 80 yıldır onu yapıyordu. Şimdi yeni bir gaye ve hedef verilmeli. Bu gaye ve hedef, Türk milletinin sedasını, istikbalin en gür sedası olacak İslam’ın sedasıyla birleştirmek olmalı…
Bilindiği gibi, Deccal düzeninin yıkacak olan ‘İsa’dır. Fakat o gelmeden önce ‘Mehdi’ onun adına bir takım ön çalışmalar yapacak ve bir program hazırlayacak. Onun hazırladığı programı hayata sokacak olan İsa aleyhisselam, Deccali yok edecek… Bu, meselenin sembolik antlımıdır. Tabii bu isimlerin ismen ve cismen de temsilcileri olacak. Fakat hayat patriği olarak bizim bundan anlamamız gereken şudur:
Tanrı tanımaz bilim, sonunda Yaratıcı ile buluşacak ve bilimin, inançsızlığa hizmet ettirilmesi sona erecektir. Bilim yeniden inanç ile, insanlık da yeniden Rabbi ile buluşacaktır. Genel anlam denilebilir ki vahyin hakikatine teslim olmuş bilim sayesinde insanlık, imanın gücünü de yanına alarak, yeni ve son derece adilane bir dönem yaşayacak…
Elbette bir milletin böyle bir şeyi gerçekleştirebilmesi içini, arka planda ona destek verecek yüksek kabiliyetli bir orduya ihtiyacı var.
Nitekim, tıpkı din ve siyaset aleminde olduğu gibi, askeri alemde de bir mehdi çıkacağı haber verilmiş. Askerî âlemde çıkacak mehdinin vazifesi, ‘hakkın ve İslam’ın ordusu’ iken ‘paganist bir modernizemin savunucusu’ haline getirilen orduyu yeniden asli vazifesi ile buluşturmaktır. Bu da yukarıda temas ettiğimiz gibi ancak, müfredatın yeniden tanzim edilmesiyle olur ki bu da gerçekleşecek inşallah. Çünkü rivayetlerde haber verilmiş ki, “ordu dizginin onun elinden alacak, hatasını anlayacak ve yapılan tahribatı tamir edecek…”
***
İktidarı bekleyen ikinci ve daha mühim bir vazife de sağlıklı gıda temini konusudur. İnsanlık büyük bir kavgaya doğru sürükleniyor. Bugün mevcut bütün devletler baş döndürücü bir hızla nüfuslarını besleyecek gıda temini için plan ve proje üretiyorlar. Afrika’nın arazilerin büyük bir kısmı şimdiden kiralanmış durumda. Önemezdeki dönem sömürgeciliği, gidip işgal etmek şeklinde olmayacak. Arazilerin kiralansa şeklinde olacak. Birileri gelip sizin toprağınızdan ve sularınızdan yararlanarak kendi halkları için gıda üretecekler. Siz de onlara karın tokluğuna hizmet edeceksiniz…
İşte insanlığın önündeki en ciddi meselelerden biri de bu! Türkiye de hiç ama hiç vakit kaybetmeden, 2040 civarında 93 milyon olacak nüfusunu kaliteli besleyebilmek için şimdiden tarım ve hayvancılık açısından kendi topraklarını yeniden planlamalıdır.
Ve tabii su! Su insanlığın en son kavgası olacaktır. Mülk Suresi’nin son iki ayeti asayiş ve su ile ilgilidir. Bu mülkün, yani dünyanın en son iki problemi, asayişi temin etmek ve temiz su bulmak üzerine olacaktır ki ikisi de imkânsız bir hal alacaktır. Onun için işin farkında olanlar şimdiden temiz suları kiralamaya başladılar. Ben size bir tek örnek vereyim, gerisini siz düşünün. Bugün yeryüzünde içilebilir suların yüzde 25’ini İsrail kiralamış durumda… Türkiye’nin ise içilebilir sularının büyük bir kısmı yabancıların elinde…
İktidarı bekleyen bir diğer temel mesele ise kalplerin telifidir…
Siyaset ve tarafgirlikle millet efradının kalpleri arasına ekilmiş nefret ve düşmanlıkların temizlenmesi ve yüreklerin barış ve huzur ile yeniden buluşturulması şart.
Türkiye’nin acilen bir ‘Ömer bin Abdülaziz reformu’na ihtiyacı var. Bilindiği gibi Ömer bin Abdülaziz’e gelinceye kadar, Emeviler, minberlerde Ehl-i Beyti ‘isyancılar’ olarak lanse edip küfürler yağdırıyordu. Onların hakim olmadığı yerlerde ise her Cuma hutbesinde Emevilere lanet okunuyordu. Bu kötü leneğe son veren Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz’dir ki hutbelerde Hz. Ali’ye ve ehli beyte hakaret edilmesini yasaklamış, kendisi de ehli beyte ciddi muhabbet etmiştir…
Maalesef şu son dönem seçim süreci, -liderlerin seviyesiz tartışmaları yüzünden- Türk toplumunu birbirine karşı nefret duyan bir yığını haline getirdi. İşte iktidarın ne pahasına olursa olsun başarması gereken bir diğer görevi de birbirinden nefret eden bu ‘kalplerin telif edilmesi’ olmalı. Her ne kadar bu saydıklarım içinde en hafifi gibi görünse de en zoru ve en gerekli olanı budur. Eğer biz milli kalbi tamir edemezsek, ne güçlü bir ordu bu milletin birlik ve beraberliğini koruyabilir ne güçlü bir ekonomi… Dolayısıyla iktidarı bekleyen en kritik ve en can alıcı vazife budur!
Mevlana’nın “hem dılî ez hem zebânî bihterest’ dediği gibi “kalplerin birlikteliği, gönül birliği dil birliğinden daha güçlü bir bağdır’toplumun bekası açısından.
Bir seçim gününde bu hissiyatımı sizlerle paylaşmak istedim. İnşallah bu seçim dahi memlekete hayır kapıları açar…