Referandumdan hemen sonra yazdığım bir yazıda, ‘Calut öldü, sıra Duvat’ta’ demiştim. Calut, yani ‘keyfi, küfrî ve cebri’ olduğu artık belgeler ve itiraflarla da tescil olunan Kemalist rejim… (*)
O yazının başlığını ‘Calut Öldü Talut Yara Aldı’ şeklinde tasarlamıştım. Çünkü kıssanın bugüne bakan yüzünde Talut’u, Ak Parti (veya lideri) temsil ediyordu. O, ‘beni israil’i (yani inanları) Calut ( baskıcı rejim) ile mücadele etmeye cesaretlendiren komutandır. Onun vazifesi, inanları (bir ordu gibi) birleştirip çölden ve ırmaktan geçirip Calut’un karşısına dikmekti. Çünkü daha önce kimse buna cesaret edememişti…
AK Parti, sekiz yıllık şu süreçte, millete cesaret kazandırdı. Rejimin tağutî düzen ve kurumlarına karşı dik durarak, halkın, onların mahiyetini görmesini sağladı. Millete ‘oyunu kullanarak’ ne kadar büyük değişiklikler yapabileceğini öğretti. Yıllardır kendisini tavuk zanneden kartal yavrusuna, kartal olduğunu hissettirdi. Millet adına muazzam bir adım!
Bana göre bu, Ak Parti için –bilinçli yapmasa da- en büyük ikinci başarıdır. (İlgilisi için bir kez daha hatırlatayım, bana göre Ak Parti’nin en büyük başarısı, tüm dini cemaatleri siyaseten aynı çatı altında toplayabilmesidir. Siyasette ‘demokrat düşünce’yi önceleyen Nurcuları, ‘ ‘radikal islamı’(!) önceleyen milli görüşçü çizgi ile aynı doğrultuda oy kullanmaya ikna etmesi şu güzel neticeleri doğuran önemli ilk adımdır…)
İşte ikinci adım da, millete, kendi kaderine sahip çıkması gerektiğini ve isterse bunu yapabileceğini göstermesidir ki, bu, bana göre son iki yüz yılın en büyük hadisesidir. Böylece denilebilir ki Ak Parti, fıtrî misyonunun tamamlamıştır.
Artık bundan sonrası için aynı kimlik ve ekiplerle; aynı tarz ve üslup ile devam etmesi zarar verecektir. Zira Talut’un görevi, halkının, mücadele edebilecek kesimlerini toplayıp ondan bir ordu (parti) teşkil etmek ve onları ‘çöl’den ve ‘ırmak’tan geçirerek savaş meydanına ulaştırmaktı. Nitekim Ak Parti de milletin ekseriyetini -(kamuoyu desteğini)- beraberine alıp rejimin sahibiyim diyen ve bu gerekçe ile de (koruma ve kollama görevi adı altında) her türlü haksızlığı yapmayı meşru sayan kesimlerin karşısına koydu.
Talut’un görevi bu kadardı. AK Parti üzerine düşeni yaptı… Askerlerinin (partililerin) büyük bir kısmı evet, ırmaktan kana kana su içti. (yani çoğu dünyevi yükünü tuttu). Dökülenler döküldü ve ırmağı geçip (iktidarın yükünü tutmuşluğuna/kirlenmişliğine aldırmayarak referandumda evet deyip) Calut (rejim) ile mücadeleye tutuşanlar, Calut’u öldürmeyi başardı ve böylece, insanileşmeye yanaşmayan rejimi, değişmeye mecbur etti.
Elbette Calut’u öldüren, rejimi değişikliğe mecbur eden Talut değildi. (Burası çok mühim!) Hatta Talut o savaşta yara bile aldı (Nitekim iktidar da kirlenmişlik ve yükünü tutmuşlukla mütthem durumdadır!). Calut’u öldüren Davut (as) idi. Davut, îlahi teyit ve destek altında olanı temsil eder. Yani, şu noktada Ak Parti’ye maddeten ve manen destek veren cemaatleri ve zevatı unutmamak gerekir.
Öyleyse denilebilir ki, şu keyfî, küfrî ve cebrî rejimi dahi öldürüp, yerine daha insani, daha rahmani bir yönetim getirecek olan da sadece siyaset şapkasını giymiş birileri değil, belki onun maiyeti altında rahmani bir sıbga giymiş, (yani manen vazifeli) birileri olabilir. Zamanı geldiğinde –ki gelmiş olması lazım- ortaya çıkarlar inşallah. Yani şartlar onları görevlendirir…
Elbette, devleti yeniden yapılandıracak olanın, siyaset ve asker tarafından dahi desteklenmesi gerekecektir. Hem de olacak. Nasıl ki Davut(as) Talut’un ordusunda bir neferdi ve sonra devleti ‘vicdan ve aklıselime istinat eden kanunlar’ ekseninde inşa etti. Öyle de şu parti içinden veya dışarıdan çıkacak birileri de yeni dönemde devleti, millet iradesi ekseninde ve millete hizmetkarlık merkezinde yeniden inşa edecektir.
AK Parti’nin bunu düşünmesi gerekir. Eğer devletin yeniden inşası meselesine de mevcut kadro ve anlayışlarla, mutabakat sağlamadan kendisi üstlenirse, büyük tepki alacak. Çünkü şu parti, özellikle de yerel yönetimlerdeki ilişkilerden kaynaklanan menfi dedikodular yüzünden itham altındadır. Yalan da olsa, hatta tam tersi ortaya çıkmış da olsa, muhalefetin ‘AK Parti’nin vatanı sattığı yahut Amerikanın çıkarına hizmet ettiği’ şeklindeki propagandası, toplumun en az yüzde 42’sinde makes bulmuştur. CHP’li olmayıp da referandumda ‘hayır!’ diyenlerin büyük bir kısmı, şu kara propagandaya inanmış olanlardır.
Evet, bu yalan da olsa bu konuda müşevveş hayli zihin var ve onları ayıklamak, düzeltmek de yine AK Parti’ye düşüyor. AK Parti, ya cidden içine çöreklenmiş curufattan temizlenecek, kendisini düzeltecek, ya da Mimar Sinan’ın yaptığı gibi, “eğri” minareyi, iple düzeltmek zorunda kalacak. Malum, Sinan’ın bir camii inşası sırasında bir çocuk, bitmek üzere olan minareye bakıp ‘Aaa bu eğri’ demiş. Yoldan geçen birileri de bunun üzerine minareye bakmışlar ‘Ya hakkaten galiba biraz eğri mi ne’ deyince Mimar Sinan hemen tedbir almayı uygun görmüş. Çünkü böyle bir şuyuun nelere sebebiyet vereceğini bilmektedir.
Yani “git len şurdan, sen bir çocuksun, ne anlarsın” dememiş. Hemen işçilerine emretmiş, uzunca bir urgan buldurmuş ve urganı minareye dolayıp ‘Çekin!’ demiş. Çocuğa da ikide bir soruyormuş, ‘doğruldu mu?’, diye. Sonunda çocuk, ‘hah, işte oldu’ deyince Mimar Sinan, kendisini büyük bir sıkıntıdan(!) kurtardığı için çocuğa teşekkür edip hediyeler vermiş!
Evet, Ak Partililer kabul etmeseler de aleyhlerinde böyle söylentiler var. Biliyorsunuz, Dalan’ı yıkan, onun isminin ‘talan’ ile birlikte anılmasıydı (Gerçi ulusalcı ve Ergenekoncu olduğu için artık temiz sayılır!) Haram yiyicilikle, kayırmacılıkla, komisyonculukla, her ihaleden kendine pay ayırmacıkla devleti yeniden inşa etmek bir arada olmaz.
AK Parti, ya ekiplerini ya ekipmanlarını değiştirmelidir. Yahut da ‘bu parti vazifesini yaptı’ denilerek, onun içinden gerçekten ırmağa ulaştığı halde su içmemiş (Yani iktidarın gücünü şahsî servet edinmek için kullanmamış) kesimlerden yeni bir ekip oluşturmak gerekir.
Başka türlü Türkiye’nin önünü açamayız. Açılsa bile, muhataplarımıza karşı inandırıcı olamayız. Türkiye artık büyüyor. Bütün Afrika, Asya’nın büyük bir kısmı, Kafkaslar ve Balkanlar’da bir yığın mazlum ve çaresiz halklar ve milletler, Türkiye’nin ayağa kalkmasını ve kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlar.
Bu da müttehem ekiplerle olmaz. Devletin acilen yeniden yapılanması gerekiyorsa –ki gerekiyor- bunu eli temiz olanların yapması lazım.
Tayyib Bey büyük ihtimalle ya Cumhurbaşkanı olacak ya Başkan! Behemehal yerine öyle bir ekip bırakmalı ki, gözü arkada kalmasın!
Not: Yarın ve Pazar günü (16-17 Ekim) Köln kitap fuarında Okur Kitabevi’nin standında kitaplarımı imzalayacağım. Bu arada okuyucularla da sohbet edeceğiz inşallah. (MAB)
(*) Birileri Kemalist rejim ile Mustafa Kemali, Atatürkçülük ile Atatürk’ü aynı sanıyorlar ve aldanıyorlar. Oysa nasıl ki, Siyonist Yahudilik Benî İsrail değilse Kemalizm de Mustafa Kemal değildir. Tıpkı Atatürkçülüğün Atatürk olmadığı gibi! Ha, elbette her fani gibi o da eleştirilebilir ama benim şahıslarla derdim yok. O gitmiştir hesabını Allaha veriyordur. Bizi ilgilendiren, onun adına yapılan dayatmalar ve bu dayatmaları meşru kılan zulmani sistemlerdir. Zulmü babam da yapsa eleştiririm, kınarım, yererim! Gücüm yetse gücümle de karşı çıkarım)