AK Parti’nin Misyonu

Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun önceki gün Grup Toplantısında yaptığı konuşma içerik açısından önemli hususlar içeriyordu.

Davutoğlu ilk defa bir Ak Parti tanımı yaptı. Doğrusunu gerekirse bu tanım söylediği her şeyden daha önemli geldi bana.

Bendenizin de eskiden beri sık sık Ak Parti’ye neden umut bağladığımızı dile getirip duymuşluğum vardır. O umudumuzu boşa çıkaracak hal ve hareketler gördüğümüzde de eleştirdik. Israrla, bu hizmet hareketi bireysel çıkarların tatminine vasıta kılınmaması için uyardık.

Evet, biz bu partiyi hayrın tecellisinin bir kapısı bildik. 80 yıldır devam etmekte olan iman, ihya ve hayra hizmet çabalarının, siyaset bahçesinde meyve vermesine imkân verecek bir hizmet hareketi… Elhamdülillah ümitlerimiz pek de boşa çıkmadı. Zira bu zamanda bir hükûmetin tüm hizmetlerinin ve mensuplarının pir u pak ve günahsız olmalarını beklemek reel değildir ve ahlaki de değildir… Sermayenin tamamen kirlendiği bir zamanda temiz süt bulmanın da mümkün olmadığı gibi.

Zannedersem Üftade hazretlerine ait bir menkıbedir. Yahut Ebulvefa hazretlerine!

Pirin süt satan (sütçü) bir müridi varmış. Bir türlü gerektiği miktar kadar süt satamazmış. Bir gün şeyhine gelip dert yanmış, “Üstadım neden kimse benden süt almıyor, bu hususta bana himmet eder misin?” diye sormuş.

Üftade hazretleri bir iki gün müsaade istemiş. Manen o müridinin halini murakabe etmiş ve görmüş ki müridi, hakiki katışıksız süt satıyor. Yani tas tamam helalinden bir süt… Merak etmiş neden böyle katışıksız safi temiz bir sütü kimse almaz?

Manen denilmiş ki senin müridinin sütünün hak ettiği para halka yok. Halktaki para kirli. O zat da sütünü biraz kirletirse maksadına hasıl olur.

Üftade hazretleri hayret etmiş. Ertesi gün müridini çağırmış. “Evladım” demiş, “sütüne biraz su kat!”

Mürid şaşkın şaşkın şeyhinin yüzüne bakmış, “Nasıl böyle bir şeyi benden istersin” der gibi…

Şeyh demiş ki:

-Evladım sen sütünü satamamaktan şikayetçi değil misin?

-E ben sana diyorum ki git sütüne biraz su kat öyle sat bakalım!

Müridin aklı basmaz ama şeyhinin istediğini yapar. Ertesi gün bir damacana sütüne bir sürahi su katar. Süt, süt… diyemez, utanır demeye, içinde su olduğunu biliyor ya.  Bir de fark eder ki insanlar süt alıyorlar. Hayret eder. Sütünü tam bitiremezse de o gün epeyi satar.

Ertesi gün sütüne iki sürahi su katar. Bakar ki öğleye varmadan sütünü bitirdi. Sonra üç sürahi, dört sürahi, derken bir gün yarı yarıya su basar sütüne. Evden çıkar. Daha uzaklaşmamıştır karşıdan bir başka sütçü paytonu ile çıkagelir. O sütçü bizim sütçü ile karşılaştığı için çok mutludur. Der ki:

-Kardaşlık bugün müşterimin biri çok fazla süt istedi. Her gün süt vermek zorunda olduğum müşterilerimin bir kısmına veremedim. Şu sütünü bana devretsen de müşterilerime mahcup olmamayayım.

Bizim sütçü der ki, “ama ben bunu perakende satıp bir şeyler kazanmak işitiyorum.!”

Adam “tamam” der “perakende fiyatına bana devret, diyorum zaten”. Bizim sütçü hiç yorulmadan sütünü o gün bi temamiha satar ve doğruca şeyhine gider.

“Üstadım şöyle yaptım böyle oldu böyle yaptım şöyle oldu… Yarı yarıya su katıp satınca da böyle oldu” der ve hikmetini öğrenmek ister.

Şeyhi ona der ki, “Evladım bu zamanda kimsede senin temiz ve helal sütüne verecek kadar temiz ve helal para kalmamış ki Allah o parayı sana nasip etsin. Sen sütünü kirlettiğin miktarda kirli para da gelip seni buldu!

Daha 1700’lerde durum bu ise, şimdi bir takım aklı evvellerin kalkıp mahza hayr olan bir ilişki veya ticaret beklemeleri hakikaten ahmaklıktır. Bediuzzaman’ın siyasette “ehveni şer olanı tercih etme” düsturu da buna binaendir.

Dolayısıyla bir millet neye layık ise onunla idare olunur. Millet kendisini topladıkça, niyetini ve amellerini düzelttikçe onu idare edenler de düzelir. Nitekim önceki bir yazımda bu konuya temas etmiştim. Milletin dinine sarılması nispetinde bizim siyasetin de düzeldiği yönünde…

Dün Sayın Davutoğlu’nu dinlerken o yüzden keyif aldım. Bir zamanlar üst düzey AK Partililere söylediğim, “Siz bizim Ak Partiye yüklediğimiz misyonu bilseydiniz, geceleri rahat döşeğinizde yatamazdınız” dediğim anı hatırladım. Ona yüklediğim misyonun en üst düzeyde dile getirilmesi,  kabul görmesi beni Ayasofya için de umutlandırdı. Davutoğlunun, “Türk siyasi tarihinde büyük çığırlar açan AK Parti hareketi, bugün yeni bir çığırın eşiğinde” sözünü iyi anlayalım. O çok şey anlatıyor.

Bu yeniçağ inşallah Ayasofya’nın yeniden ibadete açıldığı çağ olacaktır. Çünkü bu millet adına yeni bir çağ denilecek dönem, Ayasofya’nın açılmasıyla başlar. Ayasofya, Müslüman Türk halkının mukadderatına vurulan tasmanın kilididir. O kilit kırılmadıkça, Asya’nın bahtı açılmaz. Ayasofya’nın açılması aynı zamanda “meşveret ve şura’nın siyasi hayatımızda hakiki bir esas olmaya başlayacağı dönemin kilididir.

O kapalı olduğu sürece, Batının İslam dünyası üzerindeki Hegemonyası devam ediyor demektir. Batı 1900’lerin başında bizim ocağımıza incir dikti. Dükkânımızı kapattı ve Ayasofya’yı müzeye çevirerek mühürledi. Şimdi o mühür kırılmadıkça bizim yurtlarımıza bahar gelmeyecektir.

Diriliş dizisinin geçen bölümünde, Deli Demir’in –ki o sanayiyi temsil ediyor dizide- damadı olan delikanlının, kayınpederinin yerine körüğün ve örsün başına geçip Ertuğrul ile birlikte kılıç yapmaya kalkışması tuhaf bir şekilde bende, yeni dönem başladı inşallah diye bir umut vermişti içime… Ben hep ısrarla Davut döneminin açılması gerektiğini söyleyip durdum. Davut dönemi başlar başlamaz beniisrailin (yani inananların) yaptığı ilk işi kılıç yapmak olmuştu.

“Biz siyasetin nesnesi olmaya değil siyasetin öznesi olmaya geldik, siyasetin öncüsü olmaya geldik. Biz tarihin nesnesi değil tarihin öncüsü olmaya geldik. Onun için mazlum milletlerin sesi bizim sesimizdir.”

Curchill, Hayim Naom’a, “Sen Türk milletini Batı için bir tehlike olmaktan çıkar, ne istiyorsan verelim” demişti. Onun için, Cumhuriyet kurulur kurulmaz Dil Kurumumuz Agop efendiye, Tarih kurumumuz da Muiz efendiye teslim edilmişti. Ta ki milletin beynini, istidadını ve fikrini bulandırıp İslam ile alakalarını kessinler. 12 Eylül, 28 Şubat hep o ilk iradenin hortlamasının neticesi idi… Türk milletini ebediyyen kayıt altında tutmak.

Başaramadılar elhamdülillah. Ak Parti, bir siyaseten de o niyetleri tar umar etti ve şimdi bizim bağlarımız yeni bir çağın filizlerini açmaya başladılar.

Ben de Sayın Davutoğlu’nun üslubu ile “Selam bu güzel insanlara!”, “Selam bu güzel çabalara!” demek istiyorum.

Açık ve net söylüyorum Ayasofya’yı açacak olan “Halkın beklediği Mehdi”dir.  Halkın beklediği “siyaset âleminde çıkacak Mehdidir!” zira. Onun tanımanın remzi Ayasofya’yı açmaktır. Nasıl ki, “Süfyanın sembolü secdeye mani serpuş” idiyse… Siyaset âleminde zuhur edecek Mehdinin sembolünün bir diğeri de tüm Müslümanları aynı hassasiyet ile kucaklamasıdır.  Ayasofya açıldığında, gidin bu işlerin tezahür etmesine hizmet eden zatın elini öpün ve ona biat edin. Çünkü o Mehdidir!

Oturdukları yerde ahkâm kesen müsveddelerinin kulakları çınlasın!

Duyduğum kadarıyla hükümetin Ayasofya’nın açılması ilgili ciddi bir çabası varmış. Zaten de basit bir bakanlar kurulu karar gerekiyor. Hem siyaseten ve tarihen de Ayasofya’nın açılması vakti geldi. Korkmasınlar, dünyanın tepkisi, şu anda içinde bulunduğumuzdan daha fazla bir yalnızlık getirmez! Mucizeler asrında yaşıyoruz zira! Bir ölsek yirmi dirileceğiz. Yirmi ölsek üçyüz dirileceğiz. İslam dünyasının bağımsızlığı ve hilafetin devamı için asırlarca bayraktarlık yapan şu milletin elinden alınan Devlet istikbaldeki bir sadetle telafi edilecektir diye vaat vardı. Şimdi onun vaktidir. Şöyle demişti o zaman Bediuzzaman “Rüyada Bir Hitabedi”:

“Eskiden beri Allah’ın adını yüceltmek, tek vücut olan İslam dünyasının bağımsızlığı ve bekası için kendisini feda etmeye görevli bilmiş, hilafete bayraktarlık etmiş bu İslam devletinin (Osmanlının) felâketi, İslam aleminin gelecektik saadetiyle telâfi edilecektir. Zira, şu musibet, hayatımızın abı hayatı olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını (İslam kardeşliğinin yeniden doğup gelişmesini) hârikulâde tacil etti. Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız üç gün ölümden sonra meydanda dirilenler var…” (Sünuhat, ss. 55-57 (mealen))

Merak etmeyin, Avrupa’dan bir itiraz ses çıksa dünyanın dört bir tarafından bin tane taraftarlık sadası yükselecektir. Eğer siz Ayasofya’yı açarsanız!

Evet, Türkiye bu misyonu üstlenmeye hazır hale gelmiş bulunuyor. Zira artık Türkiye gerçekten mazlumlar safında. Bunu da sayıklayıp durdum, Türkiye mazlumlar ve dışlanmışlar safına geçmeden kaderden kendisine düşen payı alamayacaktır diye.

Şimdi Türkiye tam o noktada duruyor. Tam vaktidir kendisi olmak için!  Birinci Cihan Harbinde mağlup edildiğinde, bu milletin payına parlak bir istikbal, bizi mağlup edenlere de müşevveş, karışık ve karanlık bir geçmiş düşmüştü! O payımızı almanın vaktidir inşallah!

Allah kendi inayetiyle bu milletin önündeki karanlıkları bulutları kaldırıyor, kaldıracak inşallah. Yeter ki halk rahmani çizgisini korusun ve siyasetçiler de onlara hizmet etmeyi şiar bilsin!

Selam ve dua ile…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir