Öteden beri tekrar edip duruyorum; “dünyanın huzura kavuşması için
1- Hıristiyan ümmetini, Siyonist ihtiraslara hizmet etmekten,
2- Türkiye’yi de laikçi Kemalistlerin tasallutundan kurtarmak lazım.”
Elbette laikliğe de Kemalizm’e de bir diyeceğim yok. Benim itirazım şu kavramların, Türkiye’yi kendi coğrafyasında bile etliye sütlüye karışmayan, çıkarlarını gözetmekten bile aciz bir vaziyete düşürüyor olmasınadır.
Türk halkı, ‘Batılılaşma ve modernleşme çabası’ adı altında nasıl da öz değerlerinden uzaklaştırıldığını anladığında, köprülerin altından çok su akmıştı. Türk milleti laikçi Kemalizm veya Kemalist milliyetçilik projesi altında, güya bir bağımsızlık edinmişti ama bu bağımsızlık, ‘Türk milletini, Batı için tehdit olmaktan çıkarmaktan’ başka amaca hizmet etmemişti. Tartışmalı bir bağımsızlık, kolu kanadı kırpılmış bir cumhuriyet karşılığında hem dininin rüşvet verildiğini, hem de ruhunun Batı nezdinde rehin bırakıldığını anlayan Türk milleti, o değerlerini kurtarmak için 1950’lerden itibaren atak üstüne atak yaptı.
Esasında Türkiye’de 1946’dan beri yaşanan siyasi olaylar, nerede ise tamamen milletin; ’Batı tarafından rehin alınmış ruhunu serbest kılmak’ ve ‘cumhuriyet uğruna rüşvet verilmiş dinine yeniden kavuşmak’ için sürdürdüğü mücadele ve bu mücadeleye karşı Kemalist elitlerin geliştirdiği/uyguladığı yaptırımlardan ibarettir.
Evet, Batı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bize Sevr’i kabul ettirememişti ama birçok maddelerini Lozan Barış Konferansı çerçevesinde bize dikte ettirmiştir. Türkiye o saklı maddeler yüzünden nerede ise bir asırdır (2010’a kadar) kişiliksiz ve etkisiz bir politika izlemek zorunda kaldı.
Belki fıtri zamanı gelmişti, belki son dönemdeki siyasi mücadeleler etkili oldu; ama sonuçta Müslüman Türk halkı, yıllardır hem Batı tarafından hem de içerde Batılı tezleri savunan aydınlar ve siyasetçiler tarafında aldatıldığını ve oyalandığını anladı. Ve bu gidişatı değiştirebileceğini fark ettiği bir ekibe anahtarı teslim etti. AK Parti’ye verilen destek, bu konsepte oturtulmadığı takdirde anlaşılmaz. Anlaşılmadığı gibi, esasında karşıtlarının Ak Parti’yi yöneltilen ‘satılmışlık’, ‘hainlik’ suçlamalarının ilgi görmemesi de bu yüzdendir. Çünkü halk, asıl aldatanların kimler olduğunu artık anlamış durumda.
Dolayısıyla diyebilirim ki tezimin bir ayağı gerçekleşti. Yahut gerçekleşmek yolunda… Türkiye’de hükümetlerin, artık Batının gözünün içine bakmak yerine halkının hakiki taleplerini esas almaya başlamasıdır bugün yaşanmakta olan sıkıntıların altında yatan gerçek! Türkiye’nin, Batının etki alanından kurtulmaya çalıştığı, halkının istediği mecraya doğru akmaya başladığı cümlenin malumudur. Türkiye’yi bu gidişatından caydırmak için daha neler oynanacak göreceğiz. Ama yıldız yükselmeye başladı.
Şartlar Asya’nın lehine dönüyor. ABD istemese de Çin ile çatışmak veya en azından kaynakların paylaşılması hususunda onun da görüşünü almaya kendisini mecbur hissediyor. Batı medeniyetinin çöküşe geçtiği, Batılı düşünürlerin de artık teslim ettiği bir gerçek… Batı ya kendi üstüne kapanıp tamamen saf dışı kalacak veya Hıristiyanlığın hakikatlerini de ihtiva eden Kur’an’a teslim olacak. Hz. ‘İsa (as)’nın gelip Mehdiye iktida edeceği’ müjdesini de böyle anlamak mümkündür.
OSMANLI DEVLETİ AVRUPA’YA HAMİLEDİR
Nitekim Bediuzzaman hazretleri ile Mısır Ezher Üniversitesi müderrisi ve Mısır müftüsü Şeyh Bahit el- Muti arasında 1907’de geçen bir konuşma da bunu müjdeliyor.
Ayasofya caminin avlusunun yanındaki çayhanelerin birinde bir araya gelip sohbet eden iki âlim arasında şöyle bir diyalog geçtiği aktarılır: Şeyh Bahit, Osmanlı aydınlarındaki Batılı arayışlardan endişelidir. Bediuzzaman’ın konu hakkındaki fikrini merak eder ve sorar “Osmanlı hakkında ne düşünüyorsun, Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsun?”
Bediüzzaman duraksamadan cevap verir:
‘Osmanlı devleti Avrupa’ya hamiledir. Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak. Avrupa da İslamiyete hamiledir o da bir İslam devleti doğuracak.’
Osmanlı, tarih sahnesinden çekilirken ‘cumhuriyeti bey’i doğurmasıyla birinci iddiayı doğruladı. Şimdi sıra Avrupa’da. O da doğuracak. Ve evladı Müslüman olacak. Bunu hadiseler haber veriyor, şartlar da tasdik ediyor. Fakat bunun en iyi farkında olanların başında Kabalacı Siyonistler geliyor.
Nitekim Pozitivist Batı medeniyeti, hem değerler bakımından hem de güvenilirlik bakımından itibar ve irtifa kaybediyor. (Bunu Batılı düşünürler yaklaşık 30 yıldır dillendiriyorlar). 11 Eylül saldırısı ile Amerika’yı içinden vuran ve suçu Müslümanların üzerine atmayı başaran Siyonist Dünya Teşkilatı, şimdi de Nevzat Tarhan hocamızın yerinde tespiti ile Hıristiyanlık içinde bir kökten dinci El-Kaide örgütüyaratmak istiyor.
Bu da gösteriyor ki Siyonist para babaları, sermayelerini korumak açısından Amerika gibi Avrupa’yı da güvenilir bulmuyorlar. Amerika’dan sonra şimdi de Avrupa’yı ateşe veriyorlar. Avrupa’nın, değerler ve insan malzemesi bakımından yıkıma doğru sürüklendiğini gördükleri ve tabii Kuzey Buz Denizi’ndeki enerji kaynaklarını ele geçirmek için, oralarda da Ortadoğu benzeri bir kargaşa var etmek istiyorlar. Norveç’teki katliamlar, Batı için de çanların çalmaya başladığını gösteriyor.
Göreceksiniz, Oslo’daki saldırının arkasındaki gerçek akıl ve gerçek fail de tıpkı 11 Eylül saldırısında olduğu gibi muğlâk kalacak ama onun üzerinden Hıristiyanlık vurulacak.
Bu da bizi işimize gelecek. Zira bizim medeniyetimiz (Asya Medeniyeti) şu medeniyetin ‘inkişaı’ndan inkişaf edecek. O varlığını sürdükçe Kur’an medeniyeti esaret altında kalacak. Çünkü şu habis medeniyet, ruhunu iki dehadan almıştır ve Hıristiyanî bir suret takınmıştır. Biri Yunan, diğeri Roma! İkisi de putperesttir. Batının dehaları bu iki ruhu ve Hıristiyanlık bilincini birbiriyle imtizaç ettirmek istediler. Ama başarılamadı. Fransa ve Almanya ne kadar uyuşabiliyorlarsa o iki ruh da ancak o kadar uyumlu hale gelebildi. (bak. Maide, 14)
Kökleri putperest iki deha, gövdesi zulüm üzerine inşa edilmiş kilise ruhu, meyvesi mutsuz ve gaddar bir canavar olan şu Batı medeniyetine İslam toplumlarının soğuk davranması ilahi bir rahmettir. İslam toplumunu şu medeniyete karşı tok davranmaya iten, Kuran’ın ‘hüdası’dır. Kuran öyle bir medeniyeti kabul etmez. Çünkü Batı medeniyeti azınlığın mutluğunu esas alan bir ‘heva’ medeniyetidir. Kur’an ise ancak çoğunluğun huzurunu esas alan ‘hüda’ medeniyetini kabul eder.
Dolayısıyla mademki gelecekte ‘her hükmünü akla ispat ettirmiş’ olan Kur’an hükmedecek, elbette Batı medeniyeti dahi Kur’an’a teslim olmaktan başka çare bulamayacaktır.
Dünyanın parasal kaynaklarını ve iletişim araçlarını ele geçirmiş olan ve yegâne amaçları, Tevrat’ta bahsi geçen ‘yeryüzü krallığı’nı kurup dünyanın geri kalanını ateşe vermek olan Siyonist çeteler, İslamiyet gibi Hıristiyanlığı dahi lekelemenin peşindedirler. Mamafih o iki ümmet dahi birbirine karşı saklı bir düşmanlık içindeler… (Bak. Maide, 64)
Esasında ‘siyasi Yahudilik’ (Siyonizm), hem Hıristiyanlığa hem de İslama karşı derin bir intikam duygusu içindedir. İslam dünyası çok şükür az çok işin farkına vardı, ama Hıristiyanlar biraz da İncil’i Tevrat’ın devamı bilmelerinden dolayı hâlâ Yahudilere karşı ‘romantik’ bir muhabbet duyuyorlar. Tıpkı Grek medeniyeti sebebiyle Yunanlılara duydukları ahmakane muhabbet gibi!
BİLİMİ TANRI TANIMAZ HALE GETİRENLER
Fakat işte şu hadiseler, Hıristiyan ümmetinin de gözünü açacak ve onlar dahi Siyonistlerin, dünyayı felakete sürükleyen dinsiz anarşistlikten daha şeytani bir örgütlenme olduğunu fark edeceklerdir. Kur’an bize, İslam’ın, yani huzur ve barışın en büyük düşmanının Yahudiler (Siyonistler) ve ateist müşrikler ve anarşistler olduğunu haber veriyor (Maide 82).
Maalesef, bilimi tanrı tanımaz hale getiren ve sonra ondan kendisi için Truva atları var ederek, diğer ümmetlerin dimağını ele geçiren, Yahudiler ve Siyonistlerdir. Tanrı tanımaz pozitivist düşünceyi de onun var ettiği teknolojiyi de en iyi onlar kullandılar, kullanıyorlar. Batının tüm imkânlarını ve medeniyet araçlarını ele geçirmiş durumdalar. Tam da rivayette haber verildiği gibi…
Bugün maalesef, dünyanın kanını emen, belaların üzerimizden eksik olmamasına zemin hazırlayan gizli Siyonist yapılanmadır. Deccal rejimi diye haber verilmiş örgütlenme bir dünya hükümeti gibi hareket ediyor ve tüm milletleri kendi şerlerine boyun eğdiriyor.
Peygamberimiz o dehşetli deccal rejiminin, uyanmış Hıristiyan ruhaniler eliyle yıkılacağını haber veriyor. O zındıka komitesi (yani Dünya Siyonist Örgütü) o kadar güçlü o kadar dessas olarak tanımlanmış ki, onunla baş edebilecek yegâne kuvvetin de Hz. İsa olabileceği belirtiliyor. “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hz. İsa (AS) onu öldürebilir. Başka çare olmaz.” diye rivayet edilmiş. Yani onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek; ancak semavî ve ulvî halis bir din, İsevilerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’aniyeye iktida ve ihtida eden bu İsevi dinidir ki, Hz. İsa (AS)’nın nüzulu ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür…” (Şualar, 5. Şua, 489)
Dünya hızla günlerin sonuna doğru akıyor. Vaad edilen iyi zamanların tahakkuku için fazla zaman kalmadı. Artık Hıristiyan ümmetinin uyanması lazım… İşte Norveç’te yaşanan şu hadise ve daha sonra gelecek benzerleri sayesinde, Hıristiyanlar uyanacak ve tez zamanda akıllarını başlarına alarak Kur’an’ın vahye dayanan şemsiyesi altına girmekten başka çareleri olmadığını anlayacak. O zaman da Avrupa inşallah Müslüman evladını doğurmuş olacak.
BİR İLGİNÇLİK
Aşağıdaki işaretler, saldırıyı düzenleyen Anders’in soyadı olan ‘breivik’ kelimesinin Wingdings 3 ile yazılımını sembolize ediyor.
Görüldüğü gibi Siyon dağını temsil eden eşkenar üçgenden iki tarafa oklar çıkıyor. Bu oklardan sonra bir değerin düşüşe geçtiğini gösteren ok işareti geliyor. Ben onu, faturası Müslümanlara kesilen Irak ve Afganistan’ın işgal edilmesine neden olan 11 Eylül saldırısı olarak değerlendirdim. Bir sonraki adımda Siyon tepesinin ters yüz olduğu görülüyor. Bu da Siyonizmin kendi ayağına kurşun sıkması demektir ki Hıristiyanlığı vurması bu anlama gelir. Nitekim o dahi bu saldırılardan nasibini alacak.
Ve ardından yeniden yükselişe geçmeyi temsil eden ok geliyor. İlginç bir tevafuk!
Demek ki Siyonistler, İslam gibi Hıristiyanlığı da lekedar etmek isteyecekler (Çünkü oklar hem sağa hem (İslam’a) hem sola (Hıristiyanlığa) saldırılar olacağını gösteriyor) . Her iki dini de dünya insanları nezdinde ‘terörist’ durumuna düşürmek isteyecekler ama bu onların aleyhine dönecek, çünkü piramit ters yüz oluyor. Daha doğrusu, olayların arkasında onlar olduğu anlaşılacak ve böylece dindar Hıristiyan ve Müslümanların gözü açılıp o zındıka komitesine karşı ittifak edecekler.
TEVZİH ve TAZİR
Bir önceki yazımda Şeyh Said için ‘zavallı’ ifadesini kullanmış olmamdan dolayı bazı hakşinas okurlarım rahatsızlıklarını beyan ettiler. Rahatsızlığın temel sebebi, tabii ki ‘İslam adına kalkışmış’ bir zata böyle bir ifadeyi yakıştırmış olmamdır… Ama maksadımı doğru anlamışlar sanırım. Çünkü o konudaki kanaatimi daha önce net yazmıştım. O mazlumen şehiddir ama o hale kendisi sebebiyet vermiştir. Tıpkı Hz. Hüseyin gibi… He ikisi de ikaz almalarına rağmen durmadılar!
Ben de biliyorum Şeyh Said’in kalkışma sebebini. Onun hali şapkaya karşı çıkan İskilipli Atıf hocadan farklı değildir. Ancak Bediuzzamangibi ,-bin yıldır İslam’a hizmet etmiş bir kavme kılıç çekilmez demiştir- bir kısım Kürt ulemasının karşı çıkmasına rağmen o harekete kalkışması Kürt halkının hiç yere acı çekmesine neden olmuştur.
Elbette Şeyh Said İngilizlerin ağzına bakarak o işe kalkışmadı. Ama benim bildiğim, İngilizlerin o kalkışmadan yararlanmak için destek sözü verdikleri yönündedir. Fakat bazı dostlar buna da ciddi itiraz ettiler ve böyle bir ilişkinin asla oluşmadığını söylediler.
Ben o olayı hasetsen incelemiş değilim. Ama bilgilerimin kulaktan dolma olduğunu da söyleyemem. Madem ki bu kadar ciddi itiraz var, bir kere daha araştıracağım. Resmi tarihin birçok meselede saptırıcı davrandığını biliyoruz. Ama resmi tarihin her söylediğinin de tamamen yanlış olduğunu söylemek de mümkün değil. Bendeki bilgilere göre Kalkışmanın kendisi İslami kaygılar iledir. Ama İngilizler bu kalkışmadan yararlanmış ve Türkiye’den taviz koparmışlardır. Benim zavallı dememin sebebi, onlara güvenmekten doğan ve sonunda mazlumen şehid olmasına sebebiyet veren hal içindir. Böyle bir durum yoksa o sıfat da zaten ortadan kalkar. ‘Zavalı’ tanımını düşürüldüğü halin sıfatı olarak kullandı, zatı için değil. Slam ve dua ile (MAB)