Başbakan Erdoğan “Milliyetçilik ayak altında” deyince kıyamet koptu.
Bir yığın mail aldım, “Başbakan Türk milletine hakaret ediyor. Hala mı savunacaksın?” diye.
Ak Parti, varlığını benim savunmalarıma borçlu ya… Ben eleştirirsem, hemen insanlar uyanacak ya! Fesuphanallah. Sanki kelin merhemi var da kullanmıyor…
Acaba benim kadar Ak Partiyi eleştiren kim var? Ama siz iftirayı tenkit, hakareti eleştiri sanıyorsunuz. Zaten bu tutum değil mi ki Ak Parti’yi bunca zamandır ayakta tutuyor. Daha önce yazmıştım, böyle bir muhalefet var oldukça Ak Parti iktidardan inmez diye. Siz hangi müspet işe alkış tuttunuz ki, yaptığınız eleştirinin bir hatırı olsun. Ben iyiyi alkışlıyor, yanlışı tenkit ediyorum.
Mesee bana öyle aktarıldı ki, sanırsın Başbakan, Türklere hakaret etmiş!
Merak ettim, Başbakan ne demiş diye. Nasıl ayağının altına almış milliyetçiliği?
“Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız.”
Sonra da eklemiş: “Kim ki kendi ırkının, kavminin, kendi kabilesinin diğerlerinden üstün olduğunu iddia ediyorsa o kişi şeytanın izindedir. Kavimler, kabileler, ırklar, inançlar farklı olabilir, ama hepsi saygındır. Biz, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde hep beraber tek milletiz. Bu millet kavramının içinde Türkü var, Kürdü var, Arabı var, Lazı var, Çerkezi var, Abazası var. Var oğlu var.”
Bunun neresi yanlış?
“Bizim kadim medeniyetimizde asla böyle bir farklılık, asla böyle ayrım olmamıştır” diyor bunun neresini tenkit ediyorsunuz?
Ve sonra diyor ki “ Etnik milliyetçiliği kim yaparsa yapsın o sapkınlığın içindedir, fesat içindedir, fitne peşindedir. Bin yıllar boyunca bu topraklarda nasıl bir ve beraber olduysak Allah’ın izniyle yine bir olacak, diri olacak, bu topraklar üzerinde iri ve güçlü olacağız”
Kardeş açın bakın Kuran da böyle diyor! Vallahi ben bunda Türk milletine bir hakaret falan görmedim. Aksine hakiki bir vatanseverlik budur! Haa eğer siz milliyetçiliği, ‘başkasının varlığına tahammül edemeyen bir tür ırkçılık’ sanıyorsanız, evet başbakan o anlayışı tahkir ediyor! Ve o anlayışta yalnız da değil. Türküyle Türkleşmiş tüm unsurlarıyla millet dahi öyle düşünüyor. Yani o anlayış zaten hakir görülmeye layıktır! Ama milliyetçiliği müsbet manasıyla, milletini sevmek ve ona hizmet etmek, milletinde fani olmak şeklinde anlıyorsanız, o zaman başbakan tam da o anlayışa hizmet ediyor.
Cenab-ı Hak, “Birbirinizi tanımanız ve sosyal hayata ait olan ilişkilerinizi bilmeniz için (güçlü olanlarınız zayıf olanlarınızı da beraberinde taşısın diye) sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yarattım…” (Hucurat, 13) buyurarak, insanın kindi milletini diğer milletlerden daha çok sevmesini meşrulaştırıyor. Elbette ben kendi milletimi severim ve ona hizmet etmeyi, onun varlığını, dilini ve kültürünü sonsuza kadar korumasını isterim. Bu meşrudur. Ama bunu yapacağım diye, birilerinin aynı haklarını ellerinden almak, hak değildir meşru da değildir.
Müspet milliyetçilikte, öteki halkları yok etmeyi gerektirmiyor. Hitler ve Mossolini onu yapmaya kalkıştılar da dünyayı ateşe verdiler.
Munazarat‘ın başında Kürt aşiret reislerine seslenen Bediuzzaman, medeniyetten nasibini almamış Kürtlere “milliyetinizi bir huffar yapın” diyor. Yani demek istiyor ki, siz önce kendiniz gayret edin. Halkınız için ne yapabilecekseniz yapın sonra Türklerden şikâyetçi olun. Çünkü milliyet fikri insanı, kendi milleti adına fedakârlık yapmaya sevk eder. Akabinde de diyor ki, “hep şikâyetçi olmak, hep başkalarından bir şey beklemek ya haksızlıktır ya dilencilik”.
Yani diyor ki siz de gayret edin. Çünkü milliyetçilik, halkı adına rahatını terk etmektir… Ama siz bunu tahripçi bir tavırla, -PKK’nın ve BDP’nin yaptığı gibi- başkalarının canına ve malına kast ederek yaparsanız, pekâlâ birileri de çıkar “bu tür milliyetçilik ayaklarımın altındadır” der ve demeye de hakkı vardır. Başbakanın ayakları altına attığı milliyetçilik o tür bir milliyetçilik!
Başbakanın konuşmasını bana aktaranlar, sanki Kürtlere şirinlik muskası yapayım derken Türklere hakaret etmiş gibi anlattılar… Oysa başbakan tam da ayette geçen haliyle diyor ki, “Milliyetçiliğinizi, ötekinin yok edilmesine vasıta yapmayın! Ayet de öyle diyor “Biz sizi milet millet, kavim kavim yarattık ki bilişesiniz yardımlaşasınız. Birbirinizi inkâr edesiniz, yabancı bilip düşmanlık edesiniz diye değil!” (Hucurat , 13)
Tabii ki başbakanın teraziyi hassas kullanıp kullanmadığı önemli!
Kendilerine verilen dış talimatla gidip ta Karadeniz’de bile tahripkarcılık yapan ve bunu da güya “demokratik hak arayışı” diye yutturanlar ile bunlara karşı direnç gösterenleri aynı kefeye koyarsanız bu insafsızlık olur! Bir düşünün, BDP’nin Türklere, Türk milletini oluşturan unsurlara, Türk devletine karşı sergiledikleri tahkir ve tahrikleri… Türk milliyetçileri aynıyla cevap verseydi, ne olurdu?
Milletin de de şikâyetçi olduğu ve zaten tashih ve tağyir etmeye salıştığı eski rejimin günahlarını ve hatalarını, kasten milletin sırtına yüklemek çabası içindeki mazurları, bu milleti seven ve yaşananlardan canı sıkıldığı için şurada burada öfkesini dile getirenler ile aynı kefeye koymamanız gerekir. Koyarsanız haksızlık olur!
Allahtan ki, Türk milliyetçileri -ulusalcı ırkçıları kast etmiyorum. Onlar zaten dindar bir Türkiye görmektense parçalanmış bir Türkiye’yi tercih ediyorlar- hakikaten şu süreci itidal içinde geçirdiler ve geçiriyorlar. Bu, ülkenin şansıdır. Belki içlerinde ‘ırkçı’ denilebilecek insanlar da vardır ama ‘müspet milliyetçilikten’ yana olanlar bugüne kadar dizginleri tutmayı başardılar. Elhamdülillah ne Kürtlerde ne de Türklerde ırkçılığa pirim verenler çoğunluktadır. Öyle olsaydı zemberek çoktan boşalacaktı. Olmayacak inşallah. Çünkü bu kardeş toplumlar anlamıştır ki İslam milliyeti en hakiki kardeşlik en kuvvetli birlik ve beraberlik ipidir… Sım sıkı ona tutunmuşlar. O ip, urvetul vüskadır! Ne ayrılıkçı PKK, ne ‘tepeden bakmacı’ ulusalcılar bu ipi koparabilir…
Sonuç olarak benim gördüğüm, Sayın Başbakan, ‘ırkçılığı kast ediyor’ “milliyetçilik ayak altında” ifadesiyle. Yoksa ayette geçen, herkesin kendi milletini sevme hissini rencide etmiyor. Çünkü o konuşmanın devamı şöyle:
“Medeniyetin artık bu ülkede hâkim olduğunu görüyoruz. 780 bin kilometrekare vatan toprağının her karışında aynı hakların, aynı özgürlüklerin hâkim olması için çalışıyoruz. Artık, inkâr, ret, asimilasyon politikaları yok. Bunların hepsi ayaklarımızın altında! Kürt’ü de Arap’ı da Türk’ü de Laz’ı da Çerkez’i de Gürcü’sü de hepsi benim kardeşim. Biz imtiyazları yıka yıka bu ülkede demokrasiyi güçlendirdik, kökleştirdik. Bugün önümüzde duran sorunların çözümü yeni imtiyazlar üretmekten geçmiyor, tam tersine hakların ve özgürlüklerin herkes için hayata geçirildiğinde sorunlar gerçek anlamda ve kalıcı şekilde çözülmüş olacak.”
Ben bu paragrafın altına imza atarım. Çünkü bizleri bekleyen o parlak maziye ancak ‘medeniyetin imkânları’ ve ‘insanlık onurunun öncelenmesi’ ile varabileceğine inanıyorum.
Başta yekdiğerini beslenmekle canavarlaşan ırkçılık olmak üzere tüm şuculuk buculuklar bizi mahvetti. Maziden tevarüs ettiğimiz kötü huylarımızla, kısım kısım parça parça olmamıza yol açan fitne nüvelerini canlı tutmakla o geleceği inşa edemeyiz.
Geçmişte elbette insanlarımız bugünkünden daha ahlaklı idiler ama onları sevk ve idare eden akıldan ziyade hissiyat ve muyulattı. Meselelere bakıştaki ölçüsü akıldan ziyade duygulardı. Ölçü haktan ziyade kuvvetti. İnsanları olaylar hakkında tavır almaya sevk eden etken, genellikle duygusallık ve aşiretçilikti.
İstibdat ve saltanat, aklın ötelenmesini gerektirdiği için insanlar akıldan ziyade hissiyatlarıyla düşünüyorlardı. O dönemin hatırası sayılacak bir yığın kötü adet ve eğilim, cehalet ve tefrika da bize ulaşmaya yol buldu. Zaten bizi mahvedenler de suret-i hakta zuhur eden Kurana aykırı hal ve tavırlardı ki bizi parlak bir maziden sonra müşevveş ve geri bir hale düşürdü! Bugün içimizde var olan çeşit çeşit ihtilaflar ve ayrılıklar o kötü sıfat ve vasıflarımızın yadigârıdır.
Zor gelse de onları terk etmek zorundayız. Cemaatimizin aleyhine de olsa, milliyetimizin aleyhine görünüyor gibi de olsa, her türlü istibdat nüvelerini, imtiyazları, ağalıkları terk etmek zorundayız ki, iri olalım, büyüyelim, istikbalin o görkemli sarayını inşa edebilelim.
O geleceğe nasıl ve hangi yöntemlerle varabileceğimizi anlamak isteyenlere Bediuzzaman‘ın Muhakemat adlı eserinin Sekizinci Mukaddemesini okumalarını tavsiye ederim.