Paramiliter Ordu / Yeni Hasan Sabbahlar

Habbab b. Eret (r.a.) rivayet ediyor: Peygamberimiz (sav), bir gün namaz kıldı ve uzattıkça uzattı.

PARAMİLİTER ORDU NEYE HİZMET EDECEK?

Ashaptan birileri  “Ey Allah’ın Resulü bu güne kadar kılmadığın uzunlukta bir namaz kıldın” dediler. Peygamber efendimiz (sav), “Evet, bu; korku ve ümit namazı idi. Namaz içerisinde ben Allah’tan üç şey istedim. İkisini bana verdi, birini vermedi. Allah’tan ‘ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini’ istedim, bunu bana verdi. ‘Düşman güçlerinin ümmetimin başına musallat olmamasını’ istedim, bunu da bana verdi. Üçüncü olarak da ‘ümmetimin birbirine düşürülmemesini istedim bunu bana vermedi” dedi. (Müslim, Fiten: 5)

Bu hadisin, Sa’d ve İbn Ömer (ra)’den aktarılan versiyonu ise şöyle:

Sahabeden Sevbân (ra), Rasûlullah (sav)’ın şöyle anlattığını aktarıyor:

“Allah, yeryüzünü benim için katladı, dürdü, büktü. Bende yeryüzünün doğu ve batı her tarafını gördüm. Ümmetimin hükümranlığı ve saltanatı benim için katlanan ve gösterilen yerlere kadar ulaşacaktır. Bana iki hazine verildi, biri sarı, biri kırmızı. Rabbimden, ümmetimin umumî kıtlıkla helak edilmemesini ve kendilerinden olmayan onların kökünü kurutacak haricî (dış) düşmanları onlara musallat etmemesini istedim. Rabbim de bana şöyle karşılık verdi:

“Ey Muhammed kesinlikle hüküm verdim, bu hüküm geri çevrilip değiştirilmez. Ümmetin için sana şu müjdeyi veriyorum; onları genel bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Kendilerinden olmayan; köklerini kurutacak bir düşman gücünü onların başına musallat etmeyeceğim. Hatta ümmetine karşı dünyanın çeşitli bölgelerinden -veya çeşitli bölgeleri arasından- bir araya gelseler bile… Fakat onlar yani senin ümmetin, birbirini kıracak ve birbirini esir edecektir.” (Müslim, Fiten: 5)

***

Her iki rivayetten de anlaşılıyor ki, bu ümmet, kendi içinden vurulup kırılacak! Acıdır ki İslam tarihi, bu hadisin tasdikinden ibaret bir serencam olmuştur.

İlk fitne, daha Resulullahın cenazesi yerde iken baş göstermiştir. Ve bir daha da durulmamıştır. Dirayetli idareciler zamanında fitne yatışmış gibi görünse de İslam iktidarının zaafa düştüğü her dönemde o fitne yılanı, uyanmış veya uyandırılmış; ümmeti teşkil eden halklar birbirini kırmıştır.

Gazetelerde, İran’ın Suriye’de 50 bin kişilik paramiliter bir ordu kurmaya çalıştığı yolundaki haberi duyunca bu hadis aklıma geldi. Yaşanabilecekleri düşündükçe içim yırtılıyor adeta!

Bu ümmet, henüz 14 asır önce yaşanmış acıların hesabını kapatamamışken, yeni acılara nasıl tahammül edeceğiz ya Rabbi?

Önce 13 bin kişinin şehit düşmüştü bir hiç yüzünden Cemel Vak’asında. Ardından Sıffin’de 70 bin can telef oldu iktidar hırsı ateşinde… Ve o acının ardından bir daha kapanmamak üzere açılan, haricilik fitnesi, onun neticesinde gelen iç kavgalar, Hz. Ali (ra)’nin şehadeti, Hz. Hasan (ra)’ın zehirlenmesi, Hz. Hüseyin (ra)’in şehid edilmesi (Kerbela faciası) ve sonra ve sonra…

Kim haklıydı kim haksızdı? Tartışsak, ne önemi var. İnsanların yürekleri paralandı bir kere. O siyaseti uygulayanlara dönüp lanet etmek de yarayı sarmıyor. Çünkü bu, sadece birilerinin ‘ya gördünüz mü ben haklıyım işte’ demesinden ve inadını sürdürmesinden başka işe yaramıyor. Ne zaman birileri ümmeti bir araya getirmek için çaba gösterse bir de bakıyorsunuz, o hadiseler hemen gündeme getirilmiş ve yürekler yeniden kin ve nefretle doldurulmaya başlanmıştır. Öyle sanıyorum ki asabiye dönemi kinleri olduğu gibi günümüze kadar taşınıp durmuş. Herkes birbirinin kanını içmeye teşne! İslam kardeşliği, ihlas, istişare… hak getire!

Sahabeler arasında yaşanan hadiseleri ‘ashaba yakıştıramayan’ kimi tarihçiler, hadiseleri, sosyolojik sebepler, hukuki çatışmalar, ictihadî ayrılıklar çerçevesinde izah etmeye çalışmışlar ama çözüm yok. Bugüne kadar bulunmuş en yatıştırıcı izah, Abdullah Bin Sebe parmağı! Elbette masum değil Abdullah bin Sebe ama o kadar acıları bir tek adamın fitnesine havale etmek, o fitneye gönüllü katılanları masumlaştırmaz mı?

Kimse hikmet nezdindeki bu zaafımıza; fitneye açık kimliğimize, ‘iman etmeden Müslüman olmaktan’ kaynaklanan -ve her türlü fitneye teşne olmamıza yol açan- örtülü münafıklığımıza toz kondurmamış! Her tarihçi kendi tuttuğu tarafı haklı çıkarmak için bin dereden bahane getiriyor. İtiraf etseler ki “evet bir insani zaaf var. Taraflar o günün cahilane müstebit şartları içinde akıllı karar verememişler ama bizim bugün hala o yanlışları sürdürmemizin bir manası yok” iş bitecek.

Bulsun Sünniler bir Yezit, desin ki “evet ben hata ettim özür diliyorum”. Veya bir Ayetullah çıkıp dese ki “E canım biz de hadiseyi çok uzattık!” ne olur?

Neden geçmişin, karanlık ve müsteabid anlayışları altında şekillenmiş karışık ve müşevveş bir mazi, bu günümüzü ve geleceğimizi de berbat etsin.

İnsanda müdebbir-i galib, yani insanın meselelere bakıştaki ölçüsü ya akıl veya basardır. Başka bir deyişle insan, meselelere ya aklıyla bakar ya duygularıyla. Ölçüsü ya haktır veya kuvvettir. Gerekçesi ya hikmet veya hükûmettir. Onu olaylar hakkında tavır almaya sevk eden etken, ya kalbinin eğilimleridir ya aklının icapları. Onu harekete sevk eden ya hakka ve hukuka taraftarlığıdır veya nefsi ve kör bir tarafgirliktir.

Geçmişte insanlarımız, akıllarından ziyade safi ahlâk ve halis hissiyatlarıyla hareket ettiklerinden çeşit çeşit ihtilaflar ve ayrılıklar aramızda hayat buldu.

Ama bugün biz pekâlâ aklın icaplarına dayanıp, aramızdaki husumetleri aşabiliriz. Bizim durumumuz Avrupa’dan daha karmaşık ve daha nefret dolu değil ki. Adamlar aklın icaplarını çoğaltıp, aralarındaki tüm çatışmalara son verdiler ve bir Ab kültürü ortaya çıkardılar. Biz bunu neden yapamayalım?

İktidar hırsıyla kararan gözlerin, iman kardeşliğini hiçe sayan ırkçı asabiyenin, ulemadaki kin ve hasedin, kuvve-i şeheviye ve gadabiyeden kaynaklanan Şeytani hazzın, güya ‘hakperestlik’ kıyafeti giymiş ırkçılığın, imanı ve inancı boğazlamasından başka bir şey olmayan o didişmelerin bugünümüzü de mahvetmesine neden fırsat tanıyalım. Ey Farsın yüksek zekâları, ey Araban ve Türk’ün İslam’ın şu halinden utanç duyan aklıselim sahipleri ve ey Şia ve Ehli Sünnetin insaflı yürekleri cahiliye asabiyesine dönüştürdüğünüz ‘benim mezhebim hak, senin ki batıl’ bağnazlığından ne zaman kurtulacaksınız?

Geçmişte birbirimizi kırarak neyi çözebildik?

Evet, kabul edelim ki Fars kavmiyetçileri, İslam’ın yükselmesiyle yok olmuş milli asabiyelerinin intikamını almak için İslam içindeki konjonktürleri kullandılar! Muaviye ile başlayan Emevi saltanatı ve zulmü, Ümeyye aşiretinin, Haşimoğlularına karşı duyduğu cahiliye dönemi kinin bir tezahürüydü. Evet, Haricilik mantığı İslam’dan nefret eden birilerinin içimize sokuşturduğu iflah olmaz bir murdarlık haraketliydi. Evet, her türlü fitneye zemin hazırlayan heterodoks düşünceler, Araplar eliyle gururu kırılan Fars ırkçılığının, ‘ehli beyte muhabbet’ abası giyinmiş kin ve mefret militanlığıdır…

Büveyhoğulları, İhşidoğulları, Samaniler ile başlayıp İslam tarihi boyunca şurada burada hep tekrar ede gelmiş ve her ortaya çıktığında da İslam topraklarının işgal edilmesine zemin hazırlamış bir beladır… Hasan Sabbah belası -ki İran havzasının geleneksel İslam karşıtı fikir üreten bir atölyeye dönüşmesine yol açmıştır- 160 yıl devam etmiş, o bela ancak Cengiz fitnesinin tüm İslam yurtlarını yerle bir etmesi sonucu yok olmuştur…

Her birinin öteki için söyleyebileceği sayısız itham ve isnat var. Ve diyelim ki siz haklısınız. Peki bu öfke bugün bize ne kazandırıyor ne kaybettiriyor, bunun muhasebesi yapılmalı değil mi?

Maalesef, İslam ümmeti hala eskinin arızalarını barındırıyor ve korkuyorum ki, bir kere daha birbirimize kırdırılacağız.  Özellikle Suriye’de oluşturulmaya çalışılan 50 bin kişilik paramiliter ordu beni dehşete düşürüyor.

Çünkü bu, haricilik ruhunun yeniden diriltilmesidir. Yeniden bir yerlerin elimizden çıkacağının işaretidir. (Ara not: Bu konunun ne kadar vahim olabileceğini anlamak istiyorsanız Taha Akyol’un Haricilik ve Hizbullah adlı eserini öneririm) . Harici mantık ve yaklaşımı İslam’a çok zarar vermiştir. Hadiselere, öfke penceresinden bakışı masum kılan bir yaklaşımdır harici mantığı zira!

Şu meseleye nasıl bir çare bulunur diye gönlümü Nehcül Belağa’ya bıraktım. Onda bir çare vardır diye… Çünkü haricilik mantığından en çok çeken Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’itr. Rast gele açtığım ilk sayfa şöyle başlıyordu:

“Babasız kalasıcalar! Zaferinizden neyi bekliyorsunuz? Cihadınızla hakkınızı almayı mı? Ölüm ve zillet sizin olsun! Vallahi gün gelince sizinle benim aram ayrılacak! Etrafımda çok olmanıza rağmen sizlere bir çift sözüm var. Sizi din bir araya getirmeyecekse, bir ateş sizi tetiklemeyecekse Allah sizi bildiği gibi yapsın…”

Sonra da şu mektubu geliyor:

  1. Onun (ra) Sözlerinden:

“Haricilere ulaşmak isteyen küfe askerlerinin durumlarını iyli kavrayabilen bir adamını onlara göndermişti. Onlar ise kendisinden (ra) korkuyorlardı. Geri döndüğünde adama: Kendilerini güvende hissedip oturdukları yerde oturdular mı yoksa korkup orayı terk mi ettiler?” diye sorunca adam cevapla ‘Terk edip gittiler’ dedi.

(Bunun üzerine Hz. Ali Şöyle buyurdu:) “Semud kavmi gibi can evlerinden vurulsun”’lar. Mızraklar önlerine uzatıldığında, kılıçlar tepelerine indirildiğinde pişman olacaklar. Bugün onlarla beraber olduğunu söyleyen şeytan yarın, onlardan ‘beri’ olduğunu söyleyip yalnız bırakır. Hidayetten çıkmaları, delalet ve körlüğe uymaları, Haktan yüz çevirmeleri sapıklık çölünde serkeşlik etmeli bela ve ceza olarak onlara yeter” (Sayfa 188)

***

Maalesef bizim iç kavgalarımız sadece kanımızın dökülmesiyle neticelenmiyor. Yani sadece sapıklık çölünde serkeşlikle kalsalar yine de tahammül edilir. Ama ne zaman ki bu tür tepişmeler olmuş, biz toprak da kaybetmişiz.

Heterodoks düşüncenin İslam topraklarında ilk yayılmaya başladığı dönem hicri 260 ve sonrasıdır. O döşünce İslam yurtlarını sarmaya başlayınca Anadolu Müslümanların ilinden çıkıp yeniden Bizans’a geçti…  Uzun müddet, Bizans ile Abbasiler arasında savaşın konusu olmaya devam etti. Ne zaman ki Türkler Anadolu’ya geldi Anadolu ebediyen İslam yurdu oldu.

Heterodoks düşüncenin bir kere daha palazlandığı dönem Moğol istilası öncesidir.  Esasında Abbasi Hilafetini krize sokan de heterodoks -Kuran dışı- düşüncelerdir. Abbasilerin son döneminde, Kur’an, Kur’an ile izah edileceğine, İslam felsefesi, hakikati, Yunan Felsefesi ve İsrailiyat ile izah etme yoluna girdi. Ardından Kur’an dışı yaklaşımlar yeniden yükselmeye başladı ve heterodoks düşünce bir kere daha tüm İslam yurtlarını etkilemeye başladı. İran, Irak ve Suriye mıntıkası tamamen o düşüncenin etkisi altına girdi. Ümmeti birbirini kırmaya başladı.

Bir de baktık ki Haçlı Seferleri başlamış. Ta İngiltere’den ve Fransa’dan kalkıp gelen Avrupalılar bir de baktık ki Kudüs’ü işgal etmişler, Antakya ve Urfa’yı ele geçirmişler. Anadolu’daki Müslümanlarla İslam âlemi arasında bir duvar örmüşler.

Bu duvar iki yüz yıl ayakta kaldı. O duvarın örülmesinde ve ayakta kalmasında en büyük hizmeti verenler yine güya Müslüman görünen o heterodoks düşünce sahibi Zeydiler, Nusayriler, Batıniler ve İsmaililerdi…

Şimdi yeniden Anadolu kucaklanıyor. Azerbaycan İran, Irak ve ardından Suriye’de kurulacak 50 bin kişilik bir paramiliter ordu ile bu bölgeler yeniden Hasan Sabbah niyetli militanların insafına bırakılacak… Ardından bir de bakacaksınız ki -Allah korusun- Kudüs yeniden düşmüş…

Hz. Ali (ra)’nin ifadesiyle İslam düşmanlarının kılıçları hepimizin başına indiğinde pişman olacaklar ama iş işten geçmiş olacak…

Yani tam da hadiste ifade edildiği gibi… Eğer biz birlik olsak, eğer biz birimize kin ve nefretle sardırmasak, ta Amerika’dan gelip buraları sömürebilirler mi? Amarika ile Rusya menfaat için bilek güreşine tutuşmuş, avuçlarının içinde ezelinler Müslümanlar.

Neden?

O Şii, beriki Sünni!

Allah sizi ıslah etsin!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir