Diyanet İşleri Başkanımız Görmez’den Bir Rica!

Geçtiğimiz pazartesi günü sevgili dostum Erdoğan Aslıyüce’nin daveti üzerine Yesevi Dergisi dostlarıyla bir kahvaltı yaptık Küçük Ayasofya’nın avlusundaki vakıfta.

Bir zamanlar orası mezbelelikti. Erdoğan Aslıyüce kendisine yaraşır bir mücadele ile orayı temizledi, restore etti ve Yesevi Dergâhına dönüştürdü. Şimdilerde zaman zaman o dergâhın manevi havasına uygun sohbet kahvaltıları da düzenliyormuş.

Geçtiğimiz Pazar sabahı ben de katıldım o sohbetlerden birine. Sohbet öğleye kadar sürdü. Meğerse öyle bir gelenek oturtmuşlar. Kahvaltılı sohbet öğleye kadar sürüyor ve öğlen hep birlikte Ayasofya camiinde namaz kılınıp dağılıyorlar.  Hoşuma gitti. Bütün bunlar gösteriyor ki toplum, dokularını tamir etmeye başlamış. Eski toplumumuzun hayat kaynakları olan bu feyiz ocuklarının yeniden tutuşup aydınlık saçmaları umut verici…

Küçük Ayasofya Camii de tam kendisine yakışır şekilde tamir edilmiş. Camiyi, Vatikan’ın eline düşmek üzere iken alıp İBB bütçesi ile tamir etmeyi başlatan Gürtuna ve onun başlattığı tamiratı sürdüren Topbaş hakikaten hayırlı bir iş yapmışlar. Caminin müthiş de ziyaretçisi var.  Tabii ziyaretçilerinin yüzde doksanı, eski tabirle ‘ecnebiler’!

Fakat dikkat ettim, gelen ziyaretçiler, onları getiren ve çoğu kere, dinden diyanetten haberi olmayan, iyi niyetli de olsalar bir inanç ve tarihî kaygı taşımadıkları için turistlere yalnızca onların duymak istediği bilgileri aktaran tur rehberlerinden başka muhatap bulamıyorlar.

Yüzlerce, binlerce insan ziyaret ediyor camiyi… Hepsi de potansiyel olarak hakikati almaya, duymaya teşne. Camii içinde huzur ile oturuşları, hayret ve merakları bir aydınlık arayışı içinde olduklarını gösteriyor. Ama onlara İslam’dan söz edecek, hakikati, onların anlayabileceği dil ve üslupta anlatacak kimse yok.

Bir ara rehberin anlattıklarını anlar gibi oldum. Baktım, mabedi anlatırken, sanki suçluluk psikolojisi içinde… Esasında ne camiden haberdar, ne dinden!  Kendince onları memnun etmeye çalışıyor ama aklına getirip diyemiyor ki, “Bu en eski Bizans mabedi, benim ecdadımın ona sahip çıkması, onu camiye dönüştürmesiyle bugüne kadar geldi. Eğer biz onu camiye dönüştürmeseydik o da birçok tarihi eser gibi yok olup gidecekti”.

Diyemiyor ki, ‘Siz Endülüs’te, Balkanlarda ve tüm orta ve doğu Avrupa’daki camilerimizi, eserlerimizi, medrese, han ve hamamlarımızı yıktınız ama bakınız işte biz, sizin birçok mabedinizi muhafaza etmişiz! Söyleyin bakalım hangimiz daha medeniyiz?”

İçim acıdı.

Evet kabul ediyorum, bu millet 80-90 yıl süren bir travma ile İslamiyet’ten ve Müslümanlıktan uzaklaştırıldı. Bu milletin çocukları dedelerinin, atalarının Müslüman ve muvahhid olduğunu unuttu. ‘Ben Müslüman’ım’, demekten utanır hale geldiler, getirildiler.

Utanıyor dinine sahip çıkmaya.’ Ben Müslüman’ım’ diyemeyen insan, nasıl onu anlatsın. Hâlbuki Kuran her Müslümana îla-yı kelimetullahvazifesini yükler.

Namaz kılmak, dini vazifeleri yerine getirmek, evet önemlidir. Ama daha önemlisi İslam’ı tebliğ edebilmektir bir Müslüman için. Dil ile hal ile tavır ile…

Yazık ki çoğu din adamlarımız bundan habersiz. Öyle bir dertleri yok. Gelip apar topar bir namaz kılıp gidiyorlar. Onların da problemleri vardır muhakkak.

Kendi kendime ‘Diyanet bunu neden görmez? Neden turistlerin rağbet ettiği camilerimizde, ziyaretçilerle ilgilenecek, sorularına mukni cevaplar erecek, misyoner tabiatlı, eli yüzü düzgün, prezantabl gençler görevlendirmez?” diye düşündüm.

Ben, Sevgili Diyanet İşleri Başkanımıza seslenmek istiyorum. Artık, her din adamının aynı zamanda bir mübelliğ, bir taşıyıcı olması için teşvik edilmesi zamanı gelmedi mi?

Acaba Resulullah’ın yetiştirdiği ve dini tebliğ etmeyi hayatlarından bile aziz bilen sahabe olmasaydı, onlardan emaneti devralıp, kıtalara ulaştıran dervişler, erenler, Allah dostları olmasaydı, bugün İslam coğrafyası bu kadar geniş olabilir miydi?

Dün fütuhat kılıçla kalkanla yapılıyordu. Şimdi durum farklı!

İletişim araçlarının bu kadar geliştiği; bir hakikatin, bir anda milyonlara ulaştırılabildiği bir çağda, bizim eski usullerle dini yaymaya çalışmamız nasıl mümkün olabilir! Nitekim olmuyor olamıyor. Bugün tebliğ ve cihad özellikle harice karşı çok daha büyük bir önem arz etmeye başladı. Üstelik İslam’ın yayılmasına mani engeller de ortadan kalktı.

Eskiden ecnebiler cahildi; gerçeği aramak gibi bir dertleri yoktu. Belki onlara karşı güç kullanmak gerekebilirdi. Şimdi ise ‘gerçek’, insanlığın müşterek yitiği! İnsanlığın vicdanı uyanmış. Papazlarının, din adamlarının onları aldatmasına fırsat vermiyorlar. İnsani değerler önem kazandı. Bilimin ve medeniyetin güzelliği, uyanık her kalbi, hakikati kabule hazır hale getirdi.

Artık kimse körü koruna papazına, din adamına uymuyor. Vicdan hürriyeti ve gerçeği araştırma arzusu tüm manileri ortadan kaldırmış. Gerçek anlamda rekabetin tam zamanıdır. Çarşı müsait, pazar uygun ve rekabet serbest… Kimin malı temiz, düzgün ve kıymetli ise o rağbet görüyor pazarda.  Bediuzzaman’ın, ‘Aklın hükümran olacağı gelecekte her meselesini akla ispat ettirmiş Kur’an hükmedecektir’dediği geleceğin eşiğindeyiz. Her Müslüman kollarını sıvamalı ve inancının güzelliğini ortaya koymalı.

Bu kadar muhkem, muazzam ve güzel bir dinin, dünyanın yarısına bile yayılmamış olması, Ehli Kitab’ın bile Kuran’a hala ‘ecnebi’ kalması bizim ayıbımızdır, bizim kusurumuzdur.

Ben buradan Diyanet İşleri Başkanımıza seslenmek istiyorum. Lütfen, en azından çokça turist çeken camilerimize eli yüzü düzgün, İslam’ın, güzel ahlak olduğunun bilincinde, cihaddan muradın da İslam’ı en güzel şekilde tebliğ etmek olduğunun idrakinde olan, haliyle bilgisiyle, tavrıyla muhatabını etkileyebilecek genç ve dinamik imamlar, müezzinler, kayyımlar tayin etsinler.

Hatta gerekiyorsa asıl işi tebliğ olan; camiye gelen herkesi kendi evine gelmiş ziyaretçiler gibi karşılayıp gönüllerine hitap edecek görevliler yerleştirsinler. Bunun için gerekiyorsa yeni bir eğitim süreci başlatılsın.

***

Bu millet, hala, diyanetin ona yüklediği her hizmete koşuyor. İstediği kadar imkân ve para veriyor. Gerekiyorsa iyi eğitim almış bilinçli yüksek zekâlı insanları teşkilata alıp istihdam etsinler. İyi bir teoloji bilgisi almış aynı zamanda İslamı babasından kalmış bir miras gibi iftiharla anlatabilecek gençler var. Yetmezse yenileri yetiştirilir.

İstanbul’un camilerini dolaşın, özellikle vakit dışındaki zamanlarda. Göreceksiniz, birçok turist gelip o mabetlerin lahuti sessizliğine sığınmışlar. Orada onlara ulaşmamak, yangınlı gönüllerine hitap edememek her diyanet mensubunu, her Müslüman’ı utandırmalı. Kendi gelip o dergâha sığınmış o insanların boş ve çaresizlik içinde dönüp gitmeleri bizim acımız olmalı.

Öğrendim ki Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘Cami Çocuk Buluşması’ projesi başlatmış. Çok sevindim. Bu projeyi, hemen, camilerimizin, kadınlarımızın da gelip rahatlıkla abdest alabildikleri namaz kılabildikleri mekânlar haline getirme projesi takip etmeli.

İlim ve bilim güzeldir. Dinin ve eşyanın hakikatini öğrenmeden İslam anlaşılmaz. Bunun için sayısız fakültelerimiz var. Ama İslam toplumlarının bilim adamı kadar, dini yaymayı, daha doğrusu Kur’an diri kalplere ulaştırmayı kendisine dert edinmiş insanlara da ihtiyacı var.

Camilerimiz, ne zaman ki, oraya gelen insanları kendi evine gelen misafirler gibi ağırlamayı bilen din adamlarına sahip olur, o gün medeniyetimiz de yeniden ayağa kalkar.

Hadi bismillah!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir