Doktor Mehmet Öz’e ‘Gıda İntoleransı’ Cevabı

Bana bir mail ulaştırdılar. Mail’de Dr. Mehmet Öz’ün kilo verme konusunda ezberleri bozduğu yazıyor… Ve sanki yeni bir buluşmuş gibi bir iddia geliyor ardından: “Toplumun %60’ı Gıda İntoleransı ile yaşıyor!”

“Günaydın!” demek lazım ama demeyeceğim. Çünkü Dr. Mehmet Öz, yine de bu memlekette birçok şeyi göze alarak beslenme konusunda dürüst ve ilkeli davran insanlardan biri. İlaç sanayiinin emrinde çalışmıyor. İnsanların sağlığını, kurumların çıkarından üstün tutuyor. Dr. Küçükusta gibi…

O yüzden “Günaydın Mehmet bey!” demiyorum. “İyi ki meseleye el attınız Mehmet bey!” diyorum. Çünkü gıda ve beslenme, artık bu ülkede bir “milli güvenlik sorunu” haline gelmiş bulunuyor!

Ben yıllarca bana dayatılan, daha doğrusu ilaç baronlarının sürekli sağmal ineği olmam için üçtaşa bağlanın bir hasta idim.

Doktora gittiğim her seferinde işittiğim şuydu:

“Tansiyonun var şu ilacı kullan. Migrenin var, şu ağrı kesiciyi al. Kolesterolün var şunu kullan, hipoglisemi olmuşsun şu ilacı kulan, şekerin var insülin kullan… karaciğerin yağlanmış şunu kullan.”

Eğer organınınız biraz daha tahrip olmuşsa önerdikleri hemen şöyle olur:

“Gözünde glokom var, gel gözünü çıkaralım. Bademciklerin şişiyor, gel çıkarıp atalım. Safra kesesi çamurlanmış gel koparıp atalım…”

Saf saf sorarsınız: “Peki bunun bir tedavisi yok mu? Eskiler hep kesip atıyorlar mıydı?”

Cevabı hepiniz biliyorsunuz.

En son 2006 yılında, hiç gereksiz yere beni ameliyata alıp devleti 12,500 lira dolandıran hastane ve doktorları, ameliyat sonrasında başıma açılan hastalıkların hiç birine çözüm getiremedikleri gibi, pişkin pişkin, “ameliyatların böyle ön görülmeyen sonuçları olabiliyor” demekten de utanmadılar.

Sakın doktorlar, kendilerini kınadığımı sanmasınlar!.

Ben onları dahi ele geçirmiş bir sistemden, bir gulyabaniden söz ediyorum. Hekimi, doktor derecesine indiren, “hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesini tersyüz eden, doktoru da sadece önüne konulan ilacı yazan bir kâtip, Eczacıyı, belli firmaların güya ilaç diye ürettikleri müstahzaratı satan bakkala indirgeyen bir sistem…

Bu sistemle baş edilebilir mi? Sanmıyorum. Devletler baş edemiyor ki doktorlar baş edebilsin!

İlaçlar Tedavi Maksatlı Üretilmiyor

Tıp teknolojisi hiçbir dönemde bu kadar ileri gitmemişti. İlaç sanayii de hiç bu kadar gelişmemişti. Ama maalesef, hiçbir ilaç tedavi maksatlı üretilmiyor. Hemen hemen hepsi oyalama maksatlıdır. Tedavi etmeyi bilmiyor değiller. Neyin tedavi edici olduğunu biliyorlar. Ama bunu insanlara vermiyorlar. Gıdım gıdım kullanarak ömür boyu sistemde kendileri için para ödeyen abone olmasını sağlıyorlar. Hepsi bu…

Ben bunu anladığım zaman ilk iş, kendimi toparlayacak bir çare aradım.  Bir biyokimyacı hanım ile tanıştırdılar beni; Aidin Salih. Allah ebeden razı olsun. Bana yeme içmenin adabı öğretti de hastalıklarımdan kurtuldum.

Söyledikleri çok basitti:

Açlık yap. Seni hasta eden yiyeceklerden ve onların vücudunda yarattığı tortudan kurtul, kanını temizlemek için de Resulullah’ın sünneti olan hacamat yap!

Bir de ilk defa ondan duydum ki gıdaların intoleransı diye bir şey varmış…

Bunun ne olduğunu bilmediğim gibi, aklım da basmamıştı ilk evvel. Sonra onun eserini okudum. Gerçek Tıp. Yitik Şifa’nın peşinden yürüyerek, ta sonunda vücut mülkümde yaptığım tahribatın sebebini öğrendim.

İlk defa Kan gruplarına göre bir beslenme olduğunu ondan duydum. Birçok şeyini alıp uyguladım. 96 kilodan 78’e düştüm. Vücudum tel gibi olmuştu. Ne kolesterol, ne migren, ne tansiyon kalmıştı. Beş saat uyku yeter olmuştu… Uzun hikâye!

Sonunda kendim de alana dalmaya karar verdim. Sayısız okumalar yaptım ve yaşadıklarımı paylaşmak için bir kitap yazdım: Can Boğazdan Çıkar!

Öyle bir kitap yazmak bana düşmezdi. Sayın Öz gibi alandan gelen insanlar dururken, benim gibi bir gazeteciye… Bu memlekette bir yığın diyetisyen var.

Fakat baktım ki o diyetisyenler de sisteme bağlanmışlar ve ilaç baronlarına yeni müşteri kazandırmaktan öteye gidemiyorlar. “Efendim, sen hipoglisemi olmuşsun, iki saatte bir yemek yemelisin, yok efendim şöyle olmuş böyle olmuş…”

Bunu söyleyen bir diyetisyenin vücut kâinatından zerre kadar haberi yoktur zira. İnsanı adeta atık kâğıtları doğrayan çöp kutusuna çeviriyorlar. Sistemi çok yorarak, kilo verdireceklerini sanıyorlar. Vücuda giren o fazlalıkların nasıl atılacağını, atılmak için ne kadar enerji yakıldığını, onun insanı ne kadar yorduğunu bilmiyorlar. Ve maalesef hikmetten de haberleri yok. Esasında tanrı tanımaz pozitivist düşüncenin tasarımladığı bir insan ve ona dair bilgiler nasıl hakikat olabilir ki?

Kan Gruplarının Hikmetini Bilmiyorlar Ki…

Bir kere, daha neden farklı kan gurupları olduğu üzerinde düşünmemişler. Kan neden haram kılınmış, bu haramlığın genetik sapmalardaki veya hücrelerde oluşan mutasyonlardaki payı nedir ne değildir tefekkür etmemişler ki, zararlarını düşünsünler.

Madem kanların kullanımı son derece titizlik istiyor, o zaman neden farklı kan gruplarının beslenmesinin farklı olabileceği üzerinde durmazlar?

İbni Sina 800 yıl önce “Mizaçlar”dan bahsetmiş. İnsanların farklı mizaçlarda olduğu, dolayısıyla farklı beslenmeleri gerektiğini ısrarla vurgulamış. Bazı gıdaların asla birbiriyle tüketilmemesi gerektiğini söylemiş. Etler, sütler, kökler konusunda son derece ilginç şeyler aktarmış. Ama sonunda, ‘insanı mekanik bir tür varlık’ sayan, tanrı tanımaz bilim adamları tarafından geliştirildiği için mevcut tıp anlayışı o hikmetlerin hepsini elinin tersiyle kenara atmıştır.  Beslenmenin bir usulü ve hikmeti olabileceği akıllardan silinip gitmiş…

Bugünün tıbbı semptomlarla ilgileniyor. Ortaya çıkan sonucu yok etmeye çalışıyor. O sonucun doğmasına yol açan şeylerle ilgilenmiyor. Oysa gerçek tıp, yani hikmetin kardeşi olan hekimlik asıl bununa ilgilenir. Eski tababetimiz hekimlikti ve hikmetle hareket ederdi. Şimdikilerin bildiği tek şey kesip biçmek! Elbette bazen kesmek de icap edebilir. Ama çaresizlikte.

Sık tekrar ettiğim bir söz var, ben bu “hakîm” hikmeti -yani gerçek tıbb- tanıdığımda vücudum harap olmuştu. Son beş senedir tamir etmekle meşgulüm. En son safra kesesi sıkıntı yaptı. Doktora gittim, tam bir teşhis koymak için. Denildi ki, safra kesesi taş dolmuş ve şu anda da ağır bir iltihap var.

-Peki ne yapacağız?

-Efendim çare yok, alacağız!

-Hakikaten başka çare yok mu?

-Hayır, tedavisi mümkün değil, kesip almamız lazım.

Dedim ki, bana pazartesi gününe kadar -o gün Perşembe idi- müsaade edin. Pazartesi geleceğim, ultrasonda iltihabın devam ettiği görülürse alın, dedim. Gerekiyorsa size imza vereyim…

“Kabul” dedi sevgili doktor kardeşim.

Eve varır varmaz, işi bilen biriyle konuştum, Safra kesesinin üstüne 11 sülük taktım. Bu arada doktorun verdiği antibiyotiği de kullandım tabii ki… Sonra Pazar günü bir kere daha sülük tatbik ettim. Pazartesi hastaneye gittim. Sülüklerin yerinden işkillenen doktora ne yaptığımı söyledim. Tuhafına gitti ama iltihabın da kalmadığını görünce sevindi.

“Ama” dedi, “taşlar duruyor”.

-Evet, taşlar duruyor, üç günde taş erimez. 56 yıllık hatayı dört günde temizleyemezsiniz. Müsaade ederseniz, bir iki ay içinde onun da çaresi olduğunu göreceksiniz.

O çaresi olmayacağına inanıyordu ama beni de tanıdığı için saygı gösterdi. Ama sıkı sık tembih etti. Şunları şunları yeme diye!

İşin özü oydu. Yememem gerekenleri yemeyecektim zaten. Onları önceden yememeyi bilseydim, safram da taş toplamazdı elbet.

Sonuç olarak, tamamen bitkisel olan Micromer diye bir bitki çayı kullandım. Bolca. Bir ay sonra ultrasona gittim. Taşların üçü tamamen erimiş, büyük olan da üçte iki onarında küçülmüştü. “Her ne yaptıysan iyi olmuş” dedi…

Eğer, Ortodoks tıbba kalsaydı, şimdi safra kesem alınmıştı. Vücudun çöp kutusu olan safra gidince bütün yük tek başına Karaciğere binecekti. Benim karaciğerim zaten rahatsız, kısa zamanda iflas edecekti.

Tabii ki ölüm Allah’ın emridir. Ama ben sağlığımı korumakla ve bana emanet edilmiş organları varabilecekleri en son miada vardırmakla mükellefim. Bunun da yolu, vücudu kirletmemekten geçiyor.

Yeme Usulüne Bilmeyen Hasta Olur

Yeme usulünü ve nasıl yenilmesi gerektiğini, neyin ne ile gidip gitmeyeceğini bilmek gerekiyor. Tevrat’a göre etle birlikte süt ürünlerini yemek haramdır. Haram demek, bünyeye uymaz demektir.

Peki, bizim dinimiz bu haramı tavzih etmedi diye onun tüm sakıncaları ortadan kalktı mı? Hayır! Esasında bu tür meselelerde bir sonraki şeriat, öncekinin mesellematını açık şekilde tashih etmemişse, o, ‘malum’ kabul edilir, yeniden ilam edilmez. Böyle birçok mesele vardır.

Sözün kısası, beslenme usulü; haram ve helallere riayet, beslenmenin en temel prensipleridir. İbni Sina’ya göre, mizacına uygun beslenmeyenin hastalığı keder değildir. Aynı şekilde biz de bugün, bu alanda yapılmış ciddi çalışmalara dayanarak -ki bunu Batı’da başlatan James D’Adamo’dur, çalışmaları oğlu Peter tarafından kitaplaştırıldı ve 96’da Türkçeye çevrilip yayınlandı- “mizaca; yani kan gurubuna uygun bir beslenme yöntemi takip edilirse insan kolay kolay hasta olmaz” diyoruz.

Ben doktor değilim. Mehmet Bey doktor! Ama ben “Eşekten düşen”im.

 “Can Boğazdan Çıkar” adlı eserim çok ilgi görünce, bir gazetenin, reyting amacıyla, sözüne ettiğim D’Adamo’nun daha önce yayınlanmış kitabını yeniden yayınlamak istedi. Sayın Öz‘e de bir mukaddime yazdırdılar. Öz de o sayede alanı tanımış oldu. Çünkü daha önceki hiçbir yazısında veya sözünde bu alana dair iması yoktu…

Şimdi herkesi York Testi yapmaya teşvik ediyor. Evet, York Testi, gıda intoleransı testi, Türkiye’de en iyi uygulayıcısı Dr. Zekeriye Gür olan Metabolik Balans, bunların hepsi ama hepsi, boğaz trafiğinin kontrolü ile ilgilidir. Çoğu da çok pahalı testlerdir ve astarı yüzünden pahalıdır. Hem York Testi, -ki Kraliçe Elizabeth için geliştirilmiş bir yöntemdir- diğer testler, en az bin bin beş yüz liralık masraf gerektiriyor. Kanınızı alınıyor, yurtdışında bir yerlere gönderiyorlar -bu da genetik bilimi açısından ne kadar doğrudur bilmiyorum- sonunda size iki üç tane gıdanın sakıncalı olduğunu söylüyorlar. Ve onlar da batı standartları esasa alınarak yapılmış oldukları için yine yüzde 50- 60 oranında fire veriyor.

Çünkü bugün gıdaların tabiatı bozulmuş. Yediğiniz portakal portakal değil ki portakal yiyince size sıkıntı vermesin. Keza sütler ve yoğurtlar ve tabii etler.

Dolayısıyla Sayın Öz’e derim ki, lütfetsin, CAN BOĞAZDAN ÇIKAR kitabımıza da baksın. Ben orada bir sistem veriyorum. İncelese, benim düşündüğümden daha fazla şeyler çıkaracak. Çünkü alana hâkim. Çünkü orada Kur’an ve hadis kaynaklarının tavsiyelerini de bulacak.

Mesela bir insan, intoleransı olmayan bir gıdayı yerken beraberinde su içsin veya yoğurtla birlikte et yemeye devam etsin, İntolere yoksa da o insanın sağlığı bozulur. Ben alandan gelmediğim için iddialı konuşmak istemiyorum. Ama Sayın Öz alandan geliyor ve hakikaten bu memleketin haysiyetli tabiplerinden. Şu meseleye el atsa, ne yediklerimizden ziyade nasıl yediğimizle ilgilense, görecek ki, asıl sıkıntı orada.

O zaman da insanları her biri bin -iki bin liraya mal olan testlere teşvik etmez, basit bir kan guruplarına göre beslenme kitabını -belki kendisi yazsa daha iyi olur- tavsiye etse daha faydalı olur.

Tabii ki hasta olanlar bahsimiz dışıdır. Hasta olan doktora gitmelidir. En azından hastalığının ne olduğunu bilmek için. Ben de gittim ve giderim de…

Sayın Öz’e istirhamım, insanları hayra teşvik etmesidir. Para tuzakları olan alanlara değil…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir