Domuz gribi aşısı konusundaki tuhaf ısrarı dışında, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın her yaptığı bir devrim niteliğinde. Aşı konusundaki ısrarı da bana göre transgenik yeni aşıları eski aşılar gibi masum görmesindendir. Ne de olsa, o da insanı kesmekten, biçmekten ve yarmaktan başka bir şey bilmeyen Ortodoks tıpla yetişmiştir.
Bireysel hayatında olmasa bile mesleğinde seküler bir insandır Akdağ! İnsan bedeni, asla yanlama kesilmeye müsait olmadığı halde seküler (Ortodoks) tıp onun bile farkında değildir. Çünkü seküler tıp insanı bir davardan ibaret görüyor. Kendisi rahmani değildir ki rahmani bir bünyâd olan insan bedenini kavrasın.
Evet, sevgili Akdağ, gerçekten sağlıkta devrim niteliğinde işler yaptı. Fakat bana göre bugüne kadar yaptıklarının hepsinden daha önemlisi şu sezaryen doğumlarına getirdiği kısıtlamadır.
Ben yine beylik laflarımdan birini edeceğim; sezaryen doğum da tüp bebek projesi gibi -eskilerin deyimiyle- ‘deccal dönemi işaretleri’ndendir.
Yanlış anlamayın, sezaryene karşı falan değilim. Tüp bebeğe de… Dileyen yapabilir ve yapıyor. Ancak bu yöntemle elde edilen çocukların, asla normal doğum ile gelen çocuklar gibi olmadıklarını bilmenizi istiyorum. Sonra ‘bu çocuk da kime çekmiş böyle!’ demeyesiniz!
Konunun gerçekten farkında olan uzmanlar cesaret bulsalar, pekâlâ size diyeceklerdir ki, “ölün de sezaryen yapmayın!” Hadi ben yumuşatayım ve diyeyim ki “Ölüm riski kesinleşmeden sezaryen doğum yapmayın!”
Çünkü sezaryen doğumlarda, normal doğum esnasında gerçekleşen bir yığın ameliye gerçekleşmiyor. O sancılar ve acılar içinde, aktive ve pasifize olması gereken bir yığın gen var ki, sezaryen doğumlarda hiç değişmeden bu tarafa geçiyorlar.
Doğum ve sancısı müthiş bir berzah, rahmani bir ‘sırat’tır. Esrarlı bir geçittir. Oradan geçmeyen hiçbir can, yeryüzünün acıları ve edepleri konusunda yeterince donanmış olmaz. Tıpkı kozasından çıkan kelebeğe, yardım etmeğe kalkışmak gibi bir şeydir sezaryen. Siz o kelebeğe yardım ettiğinizi sanırsınız ama sizin yardımınız yüzünden o kelebek ebediyen uçama kabiliyetini kaybeder.
İşte sezaryen doğumla doğan çocuklarda da maalesef, edep, korku, haya, iffet, saygı, merhamet ve özellikle de ‘ırsi kurbiyet’ konusunda ciddi arazlar ortaya çıkmaktadır. Aşırı derecede aktif, söz dinlemez, büyük bilmez, otorite tanımaz, başına buyruk, en ufak bir itiraza tahammül etmez yapıları vardır. Çoğu ebeveyn cinayetlerinin failleri dahi bunlar arasından çıkıyor. Beni en çok kahreden de bu iblis tuzağına, en çok da nev-zuhur, güya okumuş, çokbilmiş sosyetik müslüman hanımların düşmesidir. Güya beyleri için estetiklerini korumaya çalışıyorlar. Sonra da o çocukları nasıl terbiye edeceğiz diye o psikologdan bu psikologa koşturuyorlar.
Yanlış anlaşılmayacağımı bilsem, diyeceğim ki, bu sezaryen modası dahi -ki dünyada sezaryen doğumda Türkiye birinci sırada- , Nisa Suresi’nin 119. ayetinde geçen şeytani usullerden biridir ki, orada şeytan “Ben insanlara Allah’ın yaratma usullerini değiştirteceğim” diyor.
Şimdi öğreniyoruz ki, Sağlık Bakanlığı, çok yerinde bir kararla, sezaryen doğumlarına ciddi bir kısıtlama getirmiş. Tebrik ediyorum. Ve inanıyorum ki şu tedbir, tek başına bir bakanın, Rabbin huzuruna çıktığında ‘hayır yolunda bir iş yaptım’ diyebileceği evsafta bir ameldir.
Tabii ki, sezaryen ve tüp bebek yöntemleri tamamen yasaklanamaz. Tabii ki bazı hallerde gerekebilirler. Amma ‘hava’nın kızları, gerçekten ‘anne olma’ mertebesine hakkıyla çıkmak istiyorlarsa yavrularını normal doğumla dünyaya getirsinler.
Sayın Akdağ’ın, eksen kaymasına uğramış, mihverinden/mecrasından çıkmış bir meseleyi eksenine yani mecrasına oturtması azim bir hayır olmuştur.
***
Öte yandan Davutoğlu da ‘Davudi’ bir kararlılık ve ‘Süleymani’ bir isabetlilikle, göbeği düşmüş ‘Dışişleri’nin, göbeğini yerine oturtmaya çalışıyor. Yani Türkiye’nin dünya ile ilişkilerini, olması gereken mihvere oturtuyor.
Birileri buna ‘Eksen Kayması’ diyorlar.
Bizim bölgede -İslahiye- ‘göbek kayması/düşmesi’ tabiri vardır. Berbat bir şeydir. Doktorlar pek bilmezler, ne yapılması gerektiğini anlamazlar.
Kısaca anlatayım. Şimdi insan organizmasının bir iç terazisi var. Dengelerin tam yerinde olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu, kişinin tam aç iken, bir parmağıyla göbeğine baskı yapması sonucu, göbeğin tam altında nabız vurduğunu hissetmesidir.
Eğer insanın ‘şakül’ü kaymamışsa, nabız tam da göbeğin altına atar. Eğer atmıyorsa, sağda solda veya altta bir yerlerde atıyorsa, buna halk arasında ‘göbek kayması’ denir.
Göbeği kayan insan, isabetli adım atamaz, sürekli başı döner, dengesini koruyamaz, sürekli midesi bulanır, yediğini çıkarır, gözü kararır ve hep ishaldir. Bunların hepsi aynı anda görülmeyebilir tabii.
Zahirde hiçbir sebep yoktur ama kişi sürekli yorgundur, iştahsızdır ve tabii omuzlarında tanımlayamadığı bir yük vardır. Doktora gitse, vücudunun tamamını check-uptan geçirirler de bir şey bulamazlar. Çünkü görüntüde hiçbir şeyi yoktur. Çünkü bilmezler ki, bir bina gibi insan bünyadının da bir şakül ve nizamı vardır, kayabilir. Bilmezler.
Ve nasıl tedavi edileceğini de bilmezler. Ama halk arasında, düşmüş göbeği, iki dakikada yerine getirecek maharetle insanlar vardır. Benim annem onlardan biridir. Bazen birileri ona “bizim çocuk ölüyor Fatma bacı şuna bir baksan!” diye getirirler. O, yüzünden tanır göbeği düşmüş adamı. Yatırır sırtüstü yapacağını yapar ve o yarı ölü adam kalkar ayaklarıyla gider. Defalarca buna şahit olmuşumdur.
İşte ben Türkiye Cumhuriyeti’ni hep ‘göbeği düşmüş’ adama benzetirim. Hasta olduğunu bilmiyor, hatta kendisini hasta da bilmiyor. Ama garibimin göbeği düşmüş, şaftı kaymış, krank mili yalpalıyor. Yıllardır böyle yaşamaya alıştığı için de ‘normal’ olanın bu olduğunu sanıyor.
Şimdi hükümet, hazık bir hekim gibi, devletin kaymış göbeğini yerine oturtmaya çalışıyor. Türkiye, müslüman Türk halkının devleti gibi hareket etmeye, düzgün doğru adımlar atmaya, yolda adam gibi yürümeye başlayınca, o yumuk haline alışmış olanlar diyorlar ki “len sen buna ne yaptın!” İşte ‘eksen kayması’ filan dedikleri bu! Türkiye hep öyle kalsın istiyorlar ya!
Adamlar yıllarca, batı kulübünde uşak, kendi bölgesinde sünepe, uluslararası arenada zerre itibarı olmayan bir Türkiye’ye alıştıkları ve öyle olmasının doğru olduğunu sandıkları için, ayağının üstünde yürüme denemeleri yapan Türkiye’yi eksen kaymasıyla suçluyorlar.
Ben CHP’nin bu konulardaki çıkışına hiç kızmıyorum. Sadece, milletin, CHP hakkındaki yargısının ‘sağlaması’nı yapıyorlar. Çünkü devletin göbeği, o partinin devlete zorla taşıtmak istediği saçma sapan ağırlıklardan dolayı düşmüştü. Ne anlasınlar sağlıklı bir devletten. İş yapmayı da bilmezler. Sadece kınamayı ve ‘ben bunu istemem’ demeyi bilirler.
Eksen’in bildiğiniz gibi üç beş anlamı var. Ama bizi ilgilendiren manası, ‘olduğu yerde dönmekte olan bir cismin çevresinde döndüğü mil, aks’ demektir. CHP zihniyeti de bu milleti, olduğu yerde, kendi etrafında dönen bir meczup olmaya zorladı yıllarca. Sesi çıkmayan, etliye sütlüye karışmayan, onursuz, itibarsız, bütün komşularına küsmüş, kendi halkı da dahil herkese kuşkuyla bakan, ne dinli ne dinsiz bir devlet, göbeği düşmüş bir adam gibi.
Şimdi bir takım ‘hazık’ adamlar, Türkiye’nin göbeğini yerine oturtuyorlar. O da doğal olarak ayağa kalkmayı öğreniyor. Birileri bundan rahatsız. E ne yapalım, gece ila niyahe sürmüyor işte. Güneş önünde sonunda doğuyor, sabah oluyor. E bi zahmet yarasalar biraz dinlensinle artık.
***
Yazımı bir psikolojik deneyle bitireyim. Meraklı bir araştırmacı bir sıçrayışta 60-65 santim sıçrayan pireleri, üstü cam bir levha ile kapatılmış 20 santim yüksekliğinde cam bir fanusa koymuş. Pireler günlerce o cam fanus içinde kalmışlar. Her sıçradıklarında başları görünmez bir duvara çarptığı için, sonunda sıçramalarını 18,19 santimle sınırlamışlar. Uzun süre orada kaldıkları için de zamanla daha yüksek sıçramayı tamamen unutmuşlar.
Adam sonra onları salıvermiş. Ama hiçbir, bir daha 20 santimin üstünde sıçrama yapmayı denememiş.
İşte CHP zihniyetinin bu millete kazandırdığı böyle bir şey. Şimdi birileri yüksek sıçrama denemeleri yapınca CHP’nin ödü kopuyor. Hükümeti, ‘ekseni kaydırıyon, düzeni bozuyon’ diye eleştiriyor.
Mazur görün. Sevgiyle, umutla kalın.