İki Dilde Eğitim Beylikler Dönemine Davetiyedir

Sık sık kendi dünyama çekildiğim sizce de malumdur.

Bazen bilerek çoğu kere de elimden olmadan, kendimi her şeyden soyutlanmış bulurum. Kasas suresinin 66. ayetinde tanımlanan hale benzer bir körlük.

Ne haberleri dinleyebilirim, ne gazete okuyabilirim ne de medya ile ilinti kuracak bir zamanım olur. Kim ne konuşur, kim kime ne yapar, ekonomi nereye gider gündemi ne belirler düşünemem. Sadece çok üste çıkan ve herkesçe konuşulan ve o yüzden de ortam dinlemelerine konu olan meseleler aklımda kalır.

Yine böyle bir on gün yaşadım. Hesapta olmayan bir kararla evi taşımak ve yeni mekâna yerleşmek gibi yoğun ve birçok şeyden beni koparan bir dönem geçirdim. Düzenim bozuldu, masamın yeri değişti, bağlantılarım kesildi ve ben haberlere ve olaylara karşı kör oldum.

Neyse iki hadise imdadıma yetişti de Türkiye’de son on gündür neler olmuş bitmiş öğrendim. Biri kontra diğeri direkt aktarımla hükümet ne yapıyor, toplum ne konuşuyor öğrendim.

Sevgili dostum WBR’nin sahibi, Kral ve Ben programının yapımcısı Ertan Özyiğit’in, Maslak Sheraton’ Cafe 333’te verdiği yemekte Ümit Zileli, Can Aksın, Yalçın Bayer ve Levent Kırca usta ile aynı masaya oturunca hükümetin ve icraatlarının öteki yüzünü görmek kolay oldu.

Mesela benzine yeni bir zam gelmiş. Bu zam birçokları gibi belli ki Levent Kırca’nın da canını yakmış. Benzin zammı ile ne ilginç ve komik ‘geçirmeler’ yapılabildiğini tahmin edersiniz artık. Yani bir zam haberini bile kahkahaya boğularak dinledik. Bu arada anladım ki Sayın Kırca iktidarın bir takım icraatlarını beğeniyor olsa bile, henüz ‘bravo güzel şeyler de yapıyorlar’ deme noktasına gelmemiş.

 Can Aksın ve Ümit Zileli, kimlikleri de duruşları da bilinen gazeteciler. Eskiden beri birbirini tanıyan gazeteciler olarak görüş ayrılığımıza rağmen dostane bir çerçevede Türkiye’nin meselelerini konuştuk tabii herkes kendi penceresinden bakarak.

Mesela Başbakan’ın Kürtlerin(!) özgürlük talebine karşı yaptığı konuşmayı Can Aksın’dan duydum. Hiç de kınayıcı ve eleştirel değildi.

Keza Mahir Kaynak hocadan, gelecekle ilgili tasarımlar, ülkeler ve sınırları, milli devletlerin gidişatı vs. gibi meselelerde yeni projeksiyonlar aldım.

Ertesi gün de, eskiden beri Ömer Lütfi Mete dostlarının buluştuğu mekân olan Nuri Okumuş’un Bağlarbaşı’ndaki ofisinde bir kısım eski dostlar bir araya geldik.

Türkiye’nin en cins kafalarından öngörü ve vizyon sahibi kadim dostum Şeref Oğuz, yönetmen ‘doğrucu davut’ İsmail Güneş, babıalide her ne zaman işsiz kalsam yanı başımda peydahlanan ve ya iş bulmamda veya kendimi iyi hissetmemde yardımcı olan Tercüman ve Ortadoğu gazetesi eski genel yayın yönetmeni ve eski milletvekili Nazif Okumuş, yine gerçekten cins bir kafa olan, gelecekte ismini çok duyacağımıza inandığım; Türkiye’nin ‘en çılgın projesi’ni mimarı ve mühendisi olan Musa Yetimoğlu’nun hazır bulunduğu bir yemekte beraber olduk.

Böylece haber, algı ve gidişat ile ilgili eksikliğimi fazlasıyla giderdim diyebilirim. Çünkü hepsi hayıtın içinde olan ve gerçekten de doğru bilgilere sahip bulunun bu insanlarla oturup sohbet ettiğinizde sahici bilgilere de ulaşıyorsunuz.

Bendeniz de aldıklarım çerçevesinden hayatla ilintilenmek ve bir yerlerden başlamak için iki dil konusunu seçtim. Bu mevzuyu bir şekilde yazmayı düşünüyordum zaten. Özerklik talebi söz konusu olduğuna göre bu istek önümüzdeki dönemde de sık sık gündem olacak demektir. O yüzden bu alanla ilgili bir iki söz etmekte yarar var.

Birincisi;  insanlar biraz daha özgür olmak istiyorlarsa kimse buna mani olamaz. Bir ülke halkının özgürleşmesine mani oluyorsa ilerleyemez. Çünkü o talepler o ülkenin ayağına takılan prangalar gibi onu ileri gitmekten alıkoyar. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’ni asıl hastalığı buydu. Yasakçı, her fotoğrafı aynı çerçeveye sığmaya zorlayan rejimiyle herkesle ve her kesimle kavgalı hale gelmişti. Rejim geçmişte kendi arzusuyla yapamadığı işleri şimdi kerhen yapıyor ve hem de dışlanıyor. Oysa pekâlâ kendisini genel gidişata ayarlayıp toplumsal talepleri karşılayabilseydi, şimdi ne laiklik elden gidiyor olurdu ne de birilerinin ‘rejim sarsılıyor’ demelerine ihtiyaç kalırdı. Ama yapmadı, halkının özgürlüğüne sınır ve kota koydu. Bu da birilerinin daha da ileriye gidip özerklik istemesine yol açtı. Siz insanların özgürlüğüne kota koyarsanız, birileri de ‘sen beni idare edemiyorsun, ben kendi kendimi idare edeceğim’ deme hakkı elde eder. Türkiye’nin defaktosu budur.

Buna zaman ve zemin müsaade eder mi etmez mi bilmem. Zaman gösterecek. Ama gördüğüm şu. Geçen yüzyılın başında biz Türklerin yaptığı hataların aynısını şimdi Kürtlere yaptırmaya çalışıyorlar. O gün Türk milletine dayatılanlar, nasıl ki, Türk milletini Batı için tehlike olmaktan çıkarma planlarının bir parçası idiyse bugün de Kürtlere önerilenler, ‘ittihad-ı İslam’ı önlemeye veya en azından baltalamaya yöneliktir. Ama şirinlik muskası gibi sunuyorlar…

Çünkü doğuda hiçbir fikir, uzun süre ‘fikir bazında kalmak’ kabiliyetinde değildir. Hemen eyleme dönüşür. Doğulu zihinler sezgisel ve duygusal tepkimelerle çalıştıkları için, fikir fikir olarak kalmaz. Yani bugün Kürtlere ‘alın size özerklik’ deseniz, hemen yarın derler ki ‘biz de ayrı bir milletiz, bizim de devletimiz’ olsun. Hiçbir güçlü devlet, hiç kimseye ülkeyi parçalama özgürlüğü vermez. Ha şartlar onu getirir o ayrı! Onun adı tarzı böyle olmaz.

Batıda ise akıl ve faydacı yaklaşım esas olduğu için, bir fikir uzun süre fikir bazında kalabiliyor. O yüzden de batılı yaklaşımları bire bir alıp şarklı toplumlura tatbik etmek zaten başlı başına beladır.

İki dilde eğitim konusuna gelince…

Bana göre, iki dilde ‘eğitim’, özerklik talebinden daha tehlikeli bir ayrıştırma aygıtıdır.

O yüzden de Sayın başbakanımızın, iki dil konusundaki duruşunu cidden önemsiyorum. Çünkü bir ülkenin çok dilli ve çok kültürlü olması, birden fazla resmi dil bulunması başkadır iki dilde eğitim başkadır.

Daha önce söyledim, yine tekrarlıyorum; bir ülkede iki dilde –hele bu dil yerli bir halkın dili ise- eğitim olmaz. Dolayısıyla birilerinin çıkıp, ‘efendim İngilizce ile eğitim veriliyor da Kürtçe ile eğitim niye verilmesin” demesi doğru değildir. İngilizce ile eğitimin zararı toplumsal dejenerasyon olabilir ama Kürtçe ile eğitimin sonucu ayrılıktır.

Kürtçe ile öğretime kimsenin itirazı olmaz. Öğretimi istediğin dilde istediğin kadar yap, yaptır problem olmaz. Ama siz ayrı dillerle eğitim verirseniz, iki ayrı millet var edersiniz ve ayrışma mukadder olur.

Çünkü hiçbir insan anasından dinli, dinsiz, milliyetli milliyetsiz doğmaz. İnsanın din, dil, ülke ve toprak sevgisi, eğitimle insan ruhuna yüklenir. İnsan yavrusu, ailede ve ilkokul seviyesinde verilen eğitim ile kendisini bir millete veya devlete ait sayabilir. Dolayısıyla bir ülkenin içinde ikinci bir lisan ile eğitime fırsatı vermek demokrasi değildir, o ülkeyi parçalanmaya hazırlamaktır.  Başbakanın özerklik ve iki dilde eğitim konusundaki duruşu bu açıdan önemli.

Bu yaklaşımı faşistçe bulabilirsiniz. Ama karşı söylem de basiretsiz ve aymazcadır.

***

Bazı Nurcular ve Kürtçü yaklaşımlarına İslami kıyafet giydiren bazı dostlar sık sık Bediuzzaman’ın “Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caiz” sözünü gündeme getirip, bunu ‘Kürtçe ile eğitime cevaz’ gibi algılıyor ve aktarıyorlar.

Bir kere Bediuzzaman hazretleri bunu Üniversite seviyesinde ele alıyor. Kurmak istediği ve aslında İslam toplumlarının Amerika Birleşik Devletleri’ndekine benzer bir yapılanma ile bir araya gelmelerini sağlamak için ön gördüğü bir Üniversite için bu tezi öneriyor. O üniversitede Arapça vacip olacak. Çünkü ümmetin, kendi aralarında iletişimi sağlayacak bir ‘aracı dil’e ihtiyacı vardır ve o Arapça olacaktır. Bediuzzaman’ın öngördüğü ve Asya medeniyeti dediği o yüksek medeniyetin müşterek dilinin Arapça olması gerektiğini söylüyor ve bu açıdan ona ‘vacip’ diyor.

Aynı çerçevede Türkçe için de ‘lazım’ diyor. Her devletin bir dili olmak zorundadır. Ve bu dil, o devleti meydana getiren unsurların müştereken kullanabilecekleri resmi dildir. O resmi dil ‘lazım’dır. Zaten o lazım olmasa, diğerinin ‘caiz’ olmasının hükmü kalkar.

Dolayısıyla Kürtçe’nin ‘caiz’ olabilmesi için, Kürtlerin ‘lazımeyi’ kabul etmeleri gerekir. Siz ‘vacip’i red, ‘lazım’ı terk ederek, ‘caiz’e işlerlik kazandırmaya kalkıyorsunuz. Bu da sizi yine Bediuzzamanın tabiriyle ‘tevâif-i mülük’ (beylikler dönemi)’e götürür. Bunun nasıl bir kargaşa ve kaos getireceğini tahmin edebiliyor musunuz? İnanın bu ülke o zaman üç dört parçaya bölünür ve hiç kimsenin bu topraklar üzerinde rahatı, huzuru kalmaz, Allah korusun.

Bu tür talepler üzüm yeme çabasından ziyade, bağcı dövme planlarını andırıyor. Sık tekrar ettiğim bir cümlem vardır: “2016’ya kadar bu ülkeyi parçalatmayın yeter” derim.

Ondan sonra ne mi olacak? Ondan sonra zaten aklı olan, doğacak neticelerden yararlanmak ve geleceğin en güçlü ülkesinin vatandaşı olmaktan gurur duyacak ve onun güçlü şemsiyesi altında yaşamak isteyeceklerdir.

Tabii ki her dönemde, menfaatini bilmez, duygusallığı önceleyen tipler olacaktır. Yani daha rahat ve insanca yaşamak varken,  küçük fakat kendisine ait bir adacıkta yaşamayı yeğleyen hayalperestler olacaktır, hep olduğu gibi. Hiçbir halk kaderini öyle hayalperestlere emanet edemez. Etmemeli. Türkiye’nin yıllarca bu aptalca yaklaşımın cenderesinde kıvrandığını en iyi bilen Kürtlerdir. Birileri hep, ‘geri olsun, küçük olsun, güçsüz olsun ama benim olsun, benim dediğim olsun’ dediği için hepimiz acı çektik. Şimdi bu tecrübeden sonra hangi aklı başında Kürt, şu güçlü birlikteliği bırakır da ayrımcı ve ayrıştırmacı zihniyetlerin ardından gider?

Amerikan eyaletlerinde olduğu gibi farklı özellikleri bulunan iller ve eyaletler olması başkadır, kendisi bir eyalet kadar olan Türkiye’de birkaç dilde eğitim vermek başkadır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir