‘Önümüzdeki 7 Yıl İnek Yılıdır Diyorum’

Ülkemizde bitin tükenmeyen “Yılbaşı” tartışmalarını ve Hicri – Miladi takvim kıyaslamalarını yorumlayan yazarımız Mehmet Ali Bulut, önümüzdeki 7 yılı inek yılı, sonraki 7 yılı ise balık yılı olarak görüyor.

Üstün bir medeniyet çıkarmış toplumların kendi değer yargılarını diğer toplumlara ‘temel kriterler’ diye telkin edip benimsetmeleri sosyolojik bir vakadır. Ve tüm insanlık tarihi boyunca bu, geçerli olmuştur.

Türkler, Farslar ve Kürtler İslam medeniyetine dahil olmadan önce kendilerine ait takvimler, alfabeler ve ölçüler kullanırlardı. Kuran’ın getirdiği aydınlıkla kısa zamanda, kendilerine saadete ve başarıya giden bir yol açmış olan Arapların yarattığı medeniyet, nasıl ki o medeniyet şemsiyesi altına giren tüm milletlerin örf, adet ve takvim gibi zamanı ölçme alet ve araçlarını değiştirmişse, batı medeniyeti de son iki yüz yılda aynısını yapmıştır.

Her iki takvim de Kuran’a aykırı değildir

Türkler de Farslar da İslamiyet’ten önce, Güneş tabanlı bir takvim sistemini kullanıyorlardı. Ne zaman ki İslam medeniyetinin etkisine girmeye başladılar, Ay’ın hareketlerini esas alan takvimi benimsediler. Böylece, bu toplumlarda daha önce var olan ‘sabit’ olan ‘yılbaşı’ fikri, ‘seyyar’ bir yılbaşı fikriyle yer değiştirdi.

Cumhuriyetle birlikte biz batı medeniyeti etkisine girince yeniden, miladi denilen ve Güneş’i esas alan takvimi kullanmaya başladık.

Bir kısım insanlarımız bu durumu, ‘haktan udul’ gibi algılıyorlar ama değil. Kur’an her iki takvimi de tanır ve kabul eder. Aynı zamanda eshab-ı rakim de denilen (rakam ehli) eshab-ı kehfin ne kadar yattıklarını izah ederken hem hicri (309 yıl) hem miladi (300 yıl) ifadelerini referans verir. Demek ki yılların miladi takvim ile sayılıp işlerin ona göre tanzim edilmesi Kur’an’a aykırı değildir.

Rahman suresi de hem Ay hem Güneş ile hesap yapılabileceğini ‘husbân’ (kendileriyle hesap yapılan ikili) ifadesiyle açıkça zikreder. Dolayısıyla nasıl İslam’da Ay’ı esas alan kameri takvim hak ise, Güneş’i esas alan miladi takvim de haktır. Hatta döngülü ve mevsimsel olaylarda miladi takvim kameri takvimden daha pratiktir.

Ancak ibadetler söz konusu olduğunda kameri takvim açık bir üstünlüğe sahiptir. Zira ibadet kulluk gereğidir ve kulluk bir sınavdır. Sınav ise her hal ve şartta denenmeyi gerektiren bir süreçtir. Mesela oruç gibi ağır bir ibadet yılın bütün zamanlarını dolaşarak 33 yılda tekrar başlangıç noktasına gelir. Çünkü ay, her yıl yaklaşık 10 gün 6 saat öne gelerek Ramazan ayının her mevsime gelmesini sağlar. Ortalama 75 yıl yaşayan bir insan her mevsimde en az iki kere oruç tutmuş olur… Hac ibadeti de öyle, kurban da öyle…

Yılbaşının kutlanmak istenmesi normal ama

Dolayısıyla, birilerinin yılbaşını yılbaşı diye kutlamak istemesi; nevrozun kutlanması veya hicri yılın başlangıcının kutlanması gibi bir adettir. Bir mahzuru da yoktur.

Fakat bu adet, eğer birilerine özenilerek yapılıyor ve o seremoniler sırasında İslam’ın ruhuna aykırı işler yapılıyorsa, o,  yılbaşı münasebetiyle yapılsa da gayrı İslamîdir, normal zamanlarda yapılsa da gayr-ı İslamîdir. Çünkü Peygamberimiz (asv) ‘men teşebbehe bi kavmin fehuve minhum’ (kim bir kavme benzemek istese o da ondandır) buyurur.

Hindi kesme geleneği Osmanlılara aittir

İçki içmek her daim haramdır. O geceye mahsus hindi kesmek ise bidattir ve benzeşmektir. Üstelik de o mevsimde hindi kesme geleneği Osmanlılara aittir. Çünkü hindi, tıpkı birtakım balıklar gibi belli mevsimde (kışın) kesilip yenilesi bir hayvan. Hindi adının batıda Türk olmasının sebebi de budur. Batı, hindiyi de hindi kesme geleneğini de tıpkı lale gibi Osmanlılardan alıp dini bir gelenek haline getirdi. Önceleri üst zümreye ait bu gelenek,  yakın denecek bir dönemden beri halk arasında bu denli yaygınlaştı. Yani esasında kışın hindi kesme geleneği Osmanlı geleneğidir.  Batı bu geleneği başlangıçta, hâkim kültür olan Osmanlı’dan etkilenerek aldı; sonra biz onlara özenip onlardan geri aldık! Takvim gibi o da buradan gidip sonra bize dönen bir adettir.

Şimdi medeniyet onların uhdesinde olduğu için, medeniyetin tüm güzellikleri de onların hanesine yazılıyor. Ve tabii güzel huylarıyla birlikte habis ve pis huyları da bize geliyor. Türk Türkiye Cumhuriyeti’nin teşvik ettiği batıcılık, bir özentiden öteye geçemediği için, bize batının hep heva ve heveslere hitap eden yönleri geldi.

Bizde adına yılbaşı denen rezillik

Bilime saygı, hayır, hasenat, ticari ahlak, sözünün eri olmak, ahde vefa, cesaret, milleti için kendini feda etme, çalışkanlık, ümitvarlık, gayret gibi medeniyetin mehasini olan güzellikler bizim pazarlarımızda alıcı bulamadığı için gidip onların çarşısına yerleşti. Tembellik, çekiştirme, fitne, fesad, dedikodu, işsizlik, tüfeylilik, asalaklık, pislik, meskenet gibi medeniyetin muzurları olan kötü huylara da, güya onların pazarında artık alıcı bulamayınca bizim çarşımıza geldiler.

İşte yılbaşı diye bizde sergilenen tam da böylesi bir rezilliktir. O gece, birçok ahmak için, şeytan ile yatağa girme, günahı deneme, örf adet, anane gelenek adı altında İslam’ın, insanı nefsinin oyunlarından korumak için oluşturduğu bariyerleri yıkma girişimi haline getirilmiş.

Sanki o gece içki içilebilirmiş, sanki o gece, namuslar kirletilebilirmiş, sanki o gece hiç tanımadıklarınla yatağa girilebilirmiş, sanki o gece insanlıktan çıkılabilirmiş gibi bir anlam yüklenmiş yılbaşı kutlamalarına.

Emin olabilirsiniz bunlar Hıristiyanlığın eseri değil. Pozitivist inkârcı anlayışların, deccal düzeninin dine ve dinlere sokuşturduğu paganizmdir. Şeytanın ve onun yeryüzündeki en büyük hizmetkarı olan deccalın ve onun cin ve ins taraftarlarının, insanlığı rayından çıkarma girişimleridir. Ve maalesef devletler ve hükümetler de bu aşağılık, insanın deccal düzenlerine kurban edilmesi seremonisine katkı veriyorlar. Meydanlarda yaratılan şeytani illüzyonlarla maalesef her yıl milyonlarca yeni ve taze beden şeytanî saltanata kurban ediliyor…

İnsanın, geçen bir yılını murakabe etmesi, varsa hatalarını tespit edip, bir sonraki yılda onları tekrar etmemesi için başlatılmış güzel bir geleneğin bu hale getirilmesi, şeytanın büyük bir zaferi olsa gerek. Ve yazık ki, şeytan insan hakkındaki zannında haklı çıktı… (Sebe, 20)

BUNDAN SONRASI İÇİN…

Evet, bir yılı daha devirdik. Zamanın hızlandığı algısı artık sadece bir algıdan ibaret değil sanırım. Zaman döngüsü gerçekten hızlandı. Zihinsel sarkacın, zamanın başlangıcında, etrafında döndüğü dairenin çevre uzunluğu iyice daraldı. Bu gerçeği zihninizde canlandırabilmek için bir misal vereyim. Çapı 1,5 metre olan bir küvetin içini su doldurun ve bir saman çöpünü bir kenarına bırakın. Sonra dipteki tıpayı açın. O saman çöpü su ile birlikte dönmeye başlar. Başlangıçta 360 derecelik bir açı için, yaklaşık 4 metrelik bir yol kat etmesi gereken o çöp, sonunda hızla merkeze yaklaşır ve sonunda 360 derecelik bir tur için 50 santimetrelik bir yolu turlaması yeter de artar bile.

İşte böyle bir sanal gerçekliği yaşıyoruz. Dakikalar, saatler, günler, mevsimler aynı gibi görünüyor ama zaman algısı o kadar hızlanmış ki nerede ise başımız dönecek. Nitekim bakınız, geçmişte çağ açıp kapatacak çapta büyük olaylar ve gelişmeler bir iki ayın içine sığabiliyor. Bir buluş bir anda, sizi akran milletlerden fersah fersah ileriye geçirebiliyor ama bir de bakıyorsunuz üç ay sonra o buluş da eskiyivermiş.

İşte insanlık şimdi böyle bir dönemde geçiyor. Eskiden asırlık bir zaman diliminde ancak gerçekleştirilebilecek gelişmeler, hadiseler, başarılar veya yenilgiler, bir günde, hatta birkaç saatte olabiliyor. Wikileaks benzeri hadiseler, bir anda, “in” olanları “out”, “out” olanları “in” yapabiliyor.

Bediuzzaman’ın belirttiği mucizeler asrına girmiş bulunuyoruz. Hiç olmayacak işler olabiliyor. Hiç yıkılmayacakmış gibi görünen yapılar ve düzenler (SSCB) yerle bir olduğu gibi, hiç ayağa kalkması ihtimali bırakılmamış milletler (Türkiye gibi) dirilebiliyor.

İşte Bediuzzaman tam da böyle bir mucizeden söz ediyor Rüyada bir Hitabe’sinde:

“Eskiden beri î’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslam için farz-ı kifayet-i cihadı deruhte ile kendini yek vücud olan âlem-i İslama fedaya vazifedar (İslam dininin izzetini, Müslüman halkların hürriyetini ve bağımsızlığını muhafaza etmekle kendini görevli bilmiş)  ve hilafete bayraktar (ve kendisini yeryüzündeki Müslümanların hamisi, koruyucusu) görmüş olan bu devlet-i İslamiyenin (Osmanlının) felaketi, alem-i İslamın saadeti müstakbelesi ile (İslam dünyasının gelecekteki saadeti ile – ki artık o döneme girdik çok şükür-) telafi edilecektir. Zira şu musibet (yani Osmanlı’nın yıkılması), maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin (olmazsa olmazımız olan İslam kardeşliğinin) inkişaf ve ihtizazını harikulade tacil etti (bir an önce gerçekleşmesini zorunlu kıldı). Biz incinirken âlem-i İslam ağlıyor. Avrupa ziyade incitse bağıracaktır. Şayet ölsek yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i ‘acile-yi muvakkate kaybettik, fakat bir saadet-i âcile-yi müstemirre bizi bekliyor.”

Üstadın “bizi bekliyor” dediği ve mucizevî bir şekilde gerçekleşeceğini haber verdiği çağın eşiğindeyiz artık. 2011 yılı onun başlangıcı olacak inşallah.  Ben önümüzdeki bu 7 yıla ‘inek yılı’ diyorum. Bu yedi yılı; yeniden yapılanmanın, mülkü yeniden imar etmenin ve hayat için yeni başlangıçların dönemi olarak görüyorum.

Evet inek bolluk ve berekettir ama aynı zamanda zahmettir. Tarım zahmetli bir iştir. Onun ardından bir 7 yıl daha gelecek. O da “balık yılı” olacak ve inşallah, artık medeniyet bizim tarafımıza geçmiş olacak. Medeniyetin nimetleri ve kolaylıkları Müslümanların hanesine yazılmaya başlayacak.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir