Kader Nezdinde Temize Çıkmak

PYD’nin, Ortadoğu coğrafyasına göz dikmiş dış güçler nezdinde, bulunmaz Hint kumaşı muamelesi gördüğü şu günlerde, HADEP’li yetkililerin de “zir-i bağaldeki haç”larını çıkarmaları tesadüf değil.

Osman Baydemir, açık ve net bir şekilde ayrılmaktan söz etti. Kürtçe yaptığı konuşmasında ”Birlikte geçinemeyeceksek ayrılıp iki komşu gibi yaşayalım” dedi.

Baydemir saftır. Diplomasiye gerek duymadan içindekini söylüyor. İnsana da makul geliyor. Mamafih biz biliyoruz, arzularının ta ezelden beri öyle olduğunu. İlginç olan, artık bunu deklare etmekte sakınca görmemeleridir! Demek ki birtakım mahfillerde Suriye ve Irak’ta yapılan operasyonların Türkiye’ye de dayatılması zamanının geldiği konuşuluyor ki bunlar söyleniyor. Kızmaya gerek yok.

Demek bir problemimiz var ki bunlar konuşuluyor. Hiçbir şey durup dururken çıkmaz ve hiçbir şey Allah’ın izninin haricinde değildir…

Türkiye Devleti ya haksızlık yapmıştır ki şimdi cereme çekiyor veya devlet olmanın hakkını verememiştir ki asırlardır birlikte yaşayan insanlar ayrılmak istiyor. Efendim Amerika, Rusya, İsrail içimizi kurcalıyor bu insanları kandırıyor bize karşı kışkırtıyor. El hak doğrudur. Doğrudur da neden biz bu insanları kullanılabilir hale getirdik. Onu soruyor muyuz?

Hayır. Önce bu nefsi eleştiriyi yapalım ki sonradan söyleyeceklerimizin de bir anlamı olsun.

Osmanlı Devleti istikametini kaybedince yıkıldı. Asıl sebep o. Diğer bütün sebepler, şu mukadderatı tahakkuk ettirmek içindi. Rüşeymini yitiren meyve dalda kalamaz, dökülür. İstikametini kaybeden toplumlar ve devletler de öyle. Siz yaşama azminizi kuvvetli tutar ve Hak kavramının hakikatine uygun bir hayat sürerseniz, vallahi ne Amerika, ne Rusya, ne İngiltere size bir halt edebilir. Çünkü kimin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceğine karar veren Allah’tır. Ve onun iradesi dışında bir şey yoktur. Şu gördüğünüz diğer tüm tedbir ve güçler, O’nun iradesini tahakkuk ettirmekten başka hizmet görmezler. “Zalim”, malum olduğu gibi “Tanrının kılıcıdır. Onunla intikamını alır sonra döner onu da kırar Allah!” denilmiş. Aynıyla da öyledir.

Gelen musibetler birer hak ediş olduğu gibi nimetler de öyledir. Kürtlere Allah devlet nimetini tattıracaksa buna mani olmaya çalışanlar ancak gerçekleşmesine hizmet ederler. Yok, eğer bu saf ve İslam’a samimi hizmet etmiş kavmi, Allah, içlerindeki sefihlerden temizleyecekse buna da kimse mani olamaz. Ben şu yaşanmakta olan hadiseleri biraz da öyle görüyorum.

Şunu da belirtmekte yarar var. Hiçbir örgüt, hiçbir fırka, hiçbir vukuat gereksiz ve sebepsiz değildir. Siz isteseniz de istemeseniz de hem PKK’nın, hem PYD’nin hem DEAŞ’ın (ve diğerleri) mukadderatın teşekkülünde önemli rolleri ve payları vardır. İslam tarihinin şekillenmesinde önceki dönemlerde yaşanan hadiselerin ve o hadiseler neticesinde oluşan örgütler ve mezheplerin hiç birisi anlamsız ve abes değildir.

Emevilerin, saltanat yönetimini İslam’a dayatmasından sonra Mürcie’nin direnci olmasaydı, biz devlet idarecilerinin seçimle iş başına gelmeleri gerektiğini belki de unutacaktık. Şia olmasaydı, Hz. Osman (ra) döneminde başlatılan akrabalar cuntasını İslam’ın hakiki yönetim şekli sanacaktık.  Kısacası ortaya çıkan hiçbir örgüt, bela, musibet gereksiz ve sebepsiz değildir.  Türkiye cumhuriyeti ve idarecileri biraz nefislerine dönüp düşünürlerse hadislerin çıkış gerekçesini de bulurlar…

Hasılı, olan biten her şey ve bir sebep ve hikmetle olur. İnsan zulmüyle hak eder sonra o hak ettiği şeyi Allah halk eder. Dolayısıyla Kürtler, kendilerine has bir devletleri olmasını hak etmişlerse kimse buna mani olamaz. Bu nimet gelip onları bulur. Eğer bu nimet birilerinin “sayesinde” elde ettiklerini düşünürlerse, sadece yüreklerini minnet altına sokmuş olurlar. Allah’ın verdiği bir nimeti, başkasının yardımıyla gelen bir lütuf addederlerse, kendilerini ona medyun hale getirirler. Evet Kürtlerin umumi manada bir ferece ihtiyaçları vardır. Ama bu fereci yarın boyunlarına pranga olarak takacak kimselerin himmetiyle elde etmeye kalkarlarsa bu zilletlerini daha da arttırır. Bediuzzamanın dediği gibi “Evet bir ferec isteriz ama bu kâfirin eliyle olmamalı”

Bu sözü de ilginç bir zamanda söylüyor Bediuzzaman. Düşünün ki TC ona zulüm üstüne zulüm ediyor. O sırada ikinci dünya savaşı patlıyor ve Bediuzzaman Türkiye’nin savaşa girmemesi için azim dualar ediyor. Ona bazı talebeleri, “Neden bu kadar bu hükümete dua ediyorsun. Bak onlar sana zulmediyorlar. Türkiye savaşa girse biz de bu hükümetin baskısından kurtuluruz” demeye getiriyorlar. Bunun üzerine de üstat o sözünü söylüyor:

“Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.”

***

PYD’nin, Amerika ile Rusya arasında paylaşılamayacak bir kıymete bindiği bugünlerde Kürtlerin –ki yüzde doksanı hale birlik ve beraberlikten yanadır-, üstadın şu sözünü dikkatle dinlemeleri lazım!

PYD’yi, Kürtlere hizmet ettiği için değil, kendi menfaatlerine hizmet ettiği için paylaşamıyorlar. Bunu HDP’liler de biliyorlar ama işlerine geldiği için susuyorlar. Hâlbuki yarın o örgüt, kendilerine de musallat edilebilir. Elin… ile gerdeğe girilmeyeceğini pek ala bilimleri gerekir… sen adamların desteğiyle devlet kuracaksın sonra da bağımsız olacaksın. Öyle mi?

90’ların başında da PKK öyle kıymete binmişti. Paylaşılamıyordu. Ne kadar Türk düşmanı, İslam düşmanı varsa APO’yu ve kanlı örgütünü yere göğe konduramıyorlardı. Suriye, Yunanistan, Almanya, Fransa, Belçika ve bilumum İslam düşmanı ülkeler PKK ya her türlü desteği vermişlerdi…

Şimdi PKK gözden düşmüş gibi görünüyor. Zira ona yaptırılmak istenenler artık PYD’ye yaptırılıyor. Hem PKK ismi artık hiçbir vicdanın taşıyamayacağı kadar kirlendiği için ondan kurtulmaya çalışıyorlar. Hem de Türkiye’ye iyilik yapıyorlarmış gibi görünerek PKK’yı Türkiye’nin kucağına atıyorlar. Ha Türkiye Cumhuriyeti Yöneticilerine de şunu söyleyeyim. Eğer şu patlamalardan, bombalamalardan canlı bombalardan, hala DEAŞ’ı, PKK’yı vs. mesul biliyorlar ve birinci sorumlu onu görüyorlarsa aymazdırlar, kördürler, basiretsizdirler…

***

Evet, kelin yarıldığı, herkesin gerçek yüzünün ortaya çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Kürtlerin de Türklerin de hakikati görmeleri gerekiyor. Şunu söyleyebilirim, Kürde yardım ediyormuş gibi görünenler bunu Kürdün sevdasıyla yapmıyorlar. Bölgedeki menfaatlerini sürdürmek için hizmetkârlar arıyorlar. Yıllarca Türkiye’ye karakolluk yaptırdılar Batı hesabına. Şimdi bunu Kürtlere yaptırmak istiyorlar. Hâlbuki Allah onlara zaten bir “ferec” verecekti. Allah’ın verdiğini, Rusya, İsrail Amerika kendileri sağlamış gibi yaparak hizmet devşirecekler…

Böyle olunca Türkiye Kürt meselesinde hangi adımı atarsa atsın ondan memnun kalmayacaklardır. Çünkü böyle bir durum, onların beklentilerini sağlamaz. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürt meselesi denilen şu yalancı sorun konusunda ne yaparsa yapsın, isabetli hareket etmiş olmayacak!

Çünkü karşısındakilerin derdi sorun çözmek değil. Suyu bulandırmak ve ayrışmaktır…

Kürt halkının içinde de bu ayrışmayı isteyen tabii ki var.  Bunu son Malatya ziyaretim sırasında da fark ettim. Bazı dindar Kürtler de dil eğip bükmeye başlamışlar çoktan…

Şu meselede, Kürtlerin de Türklerin de unutmamaları gereken husus şudur. Kürt meselesinde ipleri elinde tutan el, Osmanlı’yı yıkan eldir. O elin sahibi, İslam’ı düşman bilen ve onun varlığını kendi varlığına tehdit sayan Deccalist düzendir onu kuran ve sürdürenlerdir. 1826 tarihinden itibaren içimize sirayet ettiler ve o tarihten bu yana tahribat ile içimizi oyup ilerliyorlar…

Çoğu kere sureti haktan görünürler. Nitekim hatırlayın Osmanlıyı yıkma planını da “Şark Meselesi” adı altında tezgâhlamışlardı. Şark Meselesi!

Neydi şark meselesi? Efendim Osmanlı, kendi halklarına zulüm ediyor. Biz Osmanlı’nın kendi halklarına adil davranmasını istiyoruz” diyorlardı.

Osmanlı idarecileri de bunu yuttular ve ha bire onların arzu ettiklerini yapıp durdular. Tanzimat fermanı, Gülhane Hattı Hümayunu, bilmem ne ıslahatı vs. vs. Asla ama asla bitmedi istekleri. Hep adil olmamızı bekliyorlardı. Şöyle yapın böyle yapın, şunu yapmazsanız şu olmaz bunu yapmazsanız şu olmaz, deyip durdular. Biz de sandık ki hakikaten eğer bunları yaparsak Batı bizden elini çekecek.

Hâlbuki onun tek derdi vardı: Bu halkı İslam’ın hizmetkarlığından çıkarmak. Çünkü bu millet İslam’ın hizmetinde kaldıkça İslam’a bir zarar verebilmeleri mümkün olmuyordu. O yüzden ne yapıp edip Türkleri İslam’a hizmetten vazgeçirmeliydiler. Bu da mümkün olmayacaksa onları Anadolu’dan sürmek! Asya’ya göndermekti.

Sonunda Osmanlıyı yıktılar ve arzularını da TC denilen ve sanki hakikaten Türklerin devleti imiş gibi gösterilen bir yapılanmanın eliyle gerçekleştirdiler. Üstelik de cumhuriyet adı altında… o kadrolar güya halka iyilik yapıyoruz sanarak, halkı İslamiyet’ten kopardılar Türk kimliğini de içi boş kof bir kimlik haline getirdiler.

Cumhuriyetin ilk kadroları, halkın bekası ve devletin selameti için bu hali kabul etmiş olabilirler. Zira koskoca Osmanlıyı yıkmış bir örgütlenmeye karşı onların da esasında yapabilecekleri bir şey yoktu. Yani onları bütünüyle karalamak vicdani olmaz. Çünkü Batıya itaat etmekten başka şansları yoktu. Benim itiraz ettiğim ve eleştirdiğim hal, Batının talep ettiğinden ziyade Batıcılık yapanlaradır. Tıpkı bugün PYD’nin PKK’nın ve HADEP’in yaptığı gibi. Deccala hizmeti, ubudiyet bilenleredir…

İşte ben o yapılanmaya TC dedim hep. Türk Halkına öyle bir devleti, öyle bir anlayışı yakıştıramadığım için. Zulüm Türk devletlerinin karakterinde olmayan bir haldir. TC ise, bir milleti, geçmişini inkâr üzerine yeniden inşa etmenin projesidir. Bir toplumu, ceddine küfreden, atasının değerlerini yıkan bir soysuz kitle haline getirme operasyonudur. Bir parça başarılı da oldular. Nitekim Bediuzzaman o TC’nin zindanlarında çok işkence gördü. Bir hatırasında, bir talebesine “Ben dikkat ettim, zindanlarda, hapishanelerde bana işkence edenler hakiki Türkler değildi. Çünkü hakiki Türk’te zulüm damarı yoktur” dediği bilinmektedir.

Dolayısıyla şu cumhuriyet dönemi dediğimiz ama aslında istibdadın tavan yaptığı tek parti döneminde öyle hatalar yapıldı ki, değil kardeş kavimleri birbirine düşürmek, ana baba bir kardeşleri bile birbirine düşürecek şenaatler işledi… O dönem herkeste derin acılar ve izler bıraktı. Bir kere hiçbir gerekçe olmasa, “TC”nin[1] kendi halkına karşı işlediği hatalar ve yaşattığı acılar bir takım küskünlerin oluşmasına hizmet ettiğini kabullenmemiz gerekir.

Daha sonra baş gösteren terör olayları sırasında da bir yığın insanın haksız ve gereksiz yere acılar ve mağduriyetler yaşadığı bilinmektedir… Evet, bunlar acıdır ve İslam diye bir derdi ve ideali olmayanlarda bir ayrışma, ayrılma kendi devletini kurmam hayalleri var edebilir ve etmiştir…

Bu kardeşlerimizin kalplerini nasıl devşiririz. Hatalarımızı itiraf edersek bu onların da kalplerini yatıştırır mı bilemiyorum. Bunun önü nasıl alınır, ne olur da bu işler durur onu da tam bilemiyorum. Fakat görüyorum ki ümmetin toparlanması için acilen ihtiyaç duyduğumuz birlik ve beraberliği her gün biraz daha öteliyor.

Önümüzdeki yazıda inşallah yine bizim eksikliklerimizden söz edeceğim. Ümmet kavramı içinde dil ve üslup üzerinde duracağım.  Biz başkalarını düzeltemeyeceğimize göre kendimizdik kusurları ortaya koyalım ve düzeltelim ki kader nezdinde kendimizi temize çıkaralım!


[1]) Bazen bu “TC” kısaltmasını kullandığımın sebebi, o kimlik altında Müslümanlara ve tabii ki Kürtlere çok ciddi ve kasıtlı hataların yapılmış olmasına binaendir. TC, bir batı projesi idi. Bu halkı Avrupa için problem olmaktan çıkarmayı esas almış bir proje! Uzun zaman da başarılı hizmetler vermiştir Batıya… Kendi halkının inancını bastırarak, kendi halkının değerlerini yok ederek ve İslami olan her şeyi düşman belleyerek… Aynı dönemlerde maalesef Kürt halkına da ciddi acılar yaşatıldı. O hataların izlerini taşıyanların ayrışmayı düşünmeleri pek de garipsenemez… HADEP kadroları içinde de çok talihsiz işkencelere maruz kalmış insanlar mevcuttur. Onların gönüllerinin kazanılması zordur elbet ama halkın ekseriyeti her şeye rağmen birlikten yanadır. (MAB)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Yorum Yok

  1. Hocam. Bu dünyada batılılaşmadan gelişemezsin. Eşyanın tabiatına aykırı. Tc yi kuranlar da o yüzden batılılaştı. Gerçek bu. Batılılaşmadan gelişme olmaz. Son 200 yıldır her sosyolog BUNU söyler. Lütfen bu halktan gerçekleri saklamayın. Saygılar..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir