Kozmik Oda ve Demokrasi

Başbakan yardımcısı  Bülent Arınç‘a suikast iddiasıyla ilgili -hoş, siyaset dünyamızın gözü yaşlı, merhametli ve insanî acıyı tanıyan ‘baba’ yüreklerden biri olan ‘ağabey Arınç’ı kim niye öldürmek ister, anlamış değilim ya-  iz süren savcılar, işin ucunun Özel Kuvvetlere bağlı Seferberlik Bölge Başkanlığı’na ulaştığını görünce orayı aramak istediler.

Aramak istedikleri odaların adı ilginç: Kozmik oda!

İnsanda ürperti ile birlikte merak da uyandırıyor. Kim bilir ne esrarengiz çalışmalar yapılıyor orada. Adı kozmik olduğuna göre belki, dünya dışı varlıklar ve güçlere karşı da çalışmalar yapılıyordur. Belki de ellerinde dünya dışı varlıklarla ilgili birçok belge bulgu bile vardır. Ne heyecan verici, öyle değil mi?

Böyle bir odada herhalde sıradan insanlarla paylaşılmayacak sayısız sırlar vardır. Dolayısıyla bir milletin bekası ile ilgili tedbirlerin alındığı -yani öyle olması beklenir- bir askeri merkezin kendine özgü sırlarının bulunması ve bu sırların ‘ehil olmayan’ gözlerden uzak tutulması normaldir. Bu açıdan askerlerin direncini anlamak mümkün!

Amma milletin huzurunu bozan; darbeler, faili meçhuller ve kaosların planlandığı, karanlık işlere karışmış veya karışmakta olanların gidip saklandığı bir odayı da birileri ‘kozmikleştirip’ gözlerden saklamaya çalışıyorsa, önce onların yakasına yapışmak gerekir.

Yani mademki o odalar çok önemli, öyleyse savcıların oraya girmelerine veya oraya girmek zorunda kalmalarına fırsat vermeyeceksiniz. O odaları korumakla görevli olanlar bilmiyorlar mı ki demokrasilerde gayrı meşru siyasi işlere karışanlar, önünde sonunda kanunu karşısına çıkarlar. Siz o odalara sivillerin girmesini istemiyorsanız elinizin süngüsü ile sivillerin işine karışmayacaksınız. Artık darbe yapıp illegal işlerinizi meşrulaştıramadığınıza göre.

Yani o odalara girip çıkanlar üzerlerine vazife olmayan işlere karışıyorlarsa birileri de onların yakasından tutmak için o odalara girer. Mamafih de girdiler. Savcı  girmemiş olsa da hâkim girdi. Ve hâkim savcıdan daha sivildir.

Tuhaf olan ise askerlerin odaya savcıların değil hâkimin girmesine müsaade etmesidir! Demek ki askerlerih ‘güvenilmez/hain’ telakkisine savcılar da giriyor. Askerin, rejim tarafından sahiplenilmiş tek meslek olan savcıları -malum savcılar cumhuriyetin savcılarıdır- istemeyip hakime razı olmaları bana tuhaf geldi. Sizce de öyle değil mi?

Çünkü ‘TC’ ile doğrudan ilintilenmiş tek görev savcılıktır. Savcıları ta baştan ‘cumhuriyetin militanları’ gibi kullanmak niyetinde olan kurucu akıl, onlara ‘Cumhuriyetin savcıları’ demiş. Yani onların temel görevi, hak ve hakikatin ortaya çıkarılması değil, cumhuriyet değerlerini koruyup kollamaktır(!) Askerlerimizin onlardan bile şüphe eder hale gelmesi hayra alamet değil.

Bu dahi, ortada ciddi bir problem olduğuna yeter.

Çünkü normalde, devletin bekası, milletin selameti asker kadar, devleti oluşturan diğer erklerin de görevleri arasındadır. Herkesin devletini eşit derecede sevdiği kabul edilir. Fakat vakıa, öyle değil.

Peki nasıl bu hale geldik? Bir kesimin ötekini ötekileştirmesi ile.

Başlangıçta birlikte hareket etmiş gruplardan biri ne zaman ki diğeri aleyhine olmak üzere devletin imkânlarını şahsileştirir, o zaman orada huzursuzluk başlar. Çünkü sahiplenen, diğeri aleyhine kendinde bir hak telakki eder.

***

Bu kötü geleneği İslam dünyasında ilk başlatan Emeviler’dir. Emeviler, İslam devletini sahiplenince kendilerinden olmayan herkesi dışladılar. Yeni yeni İslam’ı seçenlere‘mevâli’ (bir tür köle) diyerek onları asli unsurun dışına itmeye çalıştılar. Sonunda Müslüman olmak, devlettin imkân ve haklarından yararlanmak için yetmedi. Onlar da muhalif oldular.

Bir gün gelip de herkes onların aleyhine ittifak edince, halk küçük bir kıvılcımla ayaklanıp devlet idaresini Emevilerden alıp Abbasî soyundan gelen birilerine verdi. Bu hep böyledir.

Cumhuriyet de başlangıçta bir Anadolu Projesi idi. TC, Anadolu’da yaşayan tüm müslüman halkların birlikte yaptıkları bir mücadele sonunda kurulmuş bir devletti. Yani herkesindi.  Sonunda birileri, kanunlar ve sosyal yapıyla oynayarak ‘devleti/ve imkanların’ bir guruba ait kıldı. Türkçüler sanıyorlar ki o ‘grup’ kendileridir. Ama aldanıyorlar.

Bana göre o grup, lümpen, toplumun herhangi bir kesimiyle illiyet bağı olmayan, yarı dinli/yarı dinsiz, paganist bir gruptur. Siz onları dillerinden, hallerinden anlarsınız. Güya Atatürkçüdürler ama beli bir noktadan sonra Atatürk’ü bile istismar etmekten geri durmazlar. Bunun sayısız örnekleri vardır. O grubun dini, batılı devletlerin, sömürgelerinde uygulamaya koydukları bir tür laikliktir ki, amentüsü, yerel dinin reddinden ibarettir.

İşte o grup/kesim, zaman içinde devletin bütün çarklarını kontrol ettiği gibi askerî eğitimin müfredatını da yapmaya başlayınca, ‘peygamber ocağı’ olan orduda ciddi bir eksen kayması oldu. Askerin içinden, kendi halkına hain gözüyle bakan ve onu şucu veya bucu olarak ayırıp andıçlayan, başı kapalı kadını düşman gören tipleri de yetiştirmeye başladı.

O tiplerin, devleti sahiplenmeleri ve ötekilerini, ötekileştirmeleri sonucunda gerçekten de devletin bekası konusunda ‘güvenilir olmayan’ tipler ve gruplar da ortaya çıktı.

İşin bu noktaya gelmesinde elbette ki, öncekilerin -yani devlet benim diyenlerin- hata ve zulümleri ciddi rol oynamıştır. Fakat sonuç olarak bugün devlet, kendisini birilerinden sakınacak hale de gelmiştir maalesef! Artık eski müsebbipleri deşifre etmek de çare olmuyor. Çünkü toplumda ‘birbirine itimat etmeyen taraflar’ oluşturulmuş durumda.

Allahtan ki, bu milletin dip akıntısı doğru yöndedir. Allahtan ki bu topraklar üzerinde yaşayan halkları birbirine bağlayan, coğrafya veya kan değil, ideal ve imandır.Teminatı Allah ile Kur’an’dır. Madem ki Allah ezelî ve ebedîdir ve madem ki Kur’an bakîdir; emin olabilirsiniz ki bu dostluk da baki kalacaktır.

Fakat tabii ki bu dostluğun da beslenmesi ve güçlendirilmesi gerekir ki, yaralar bir an önce kapansın.

Yerlerin ve göklerin gizemini araştırması ve oralardan millet için kullanılacak imkânların oluşturulması gereken o ‘KOZMİK’  odalarda, yeni ayrılıklara neden olacak nifak tohumlarının yeşertilmesiyle bu dostluk ve birliktelik sağlanamaz…

Millet ve vatan aleyhine çalışan zındıka komitelerinin ta o mahrem odalara kadar sızıp girmiş olmaları ne acı! Yoksa, ‘cumhuriyetin savcıları’ neden oraya girme gereği duysunlar ki?

***

Devletin ve milletin selameti için dış güçlere karşı -hatta uzaydan gelecek saldırılara (bakınız Mülk suresi, 17-18) karşı- korunmasını, her türlü yabancı düşmanla mücadelenin yol yöntem ve imkanlarının belirlenip gereken tedbirlerin alınması ile meşgul olması gereken o odalarda, darbe imkanlarının yaratılması, kaos çıkarılması ve ülkenin kıymetli insanlarının öldürülmesi işleri yürütülüyorsa değil o odalara girmek, belki lağvetmek gerekir.

Başlangıçta, Osmanlının büyüyüp gelişmesine hizmet etmiş Yeni Çeri ocaklarının sonradan nasıl nifak, anarşi ve bağnazlık ocakları haline geldiğini tarih bize anlatıyor. Osmanlı eğer vaktinde o habaset ocaklarını kapatmasaydı, Osmanlı belki 1900’lü yıllara ulaşmadan yıkılırdı.

Şimdi de aynı şekilde, eğer ordu asli görevine dönmezse mensuplarının elinde silah bulunan bir muhalefet partisi gibi davranırsa bu memlekete zarar verir hem de verdi zaman zaman.

Fakat şimdi Sayın Başbuğ’un ferasetiyle sanırım devlet bu sıkıntıyı aşacak. Başbuğ en azından, illegal hareketlerle ilintilenmiş mensuplarını korumanın orduya fayda getirmediğini görmeye başladı.

Bu da haber verilen zamanın yaklaştığını müjdeliyor ki o zaman geldiğinde kahraman ordu hatasını anlayacak ve yapılan tahribatı tamir edecektir.

Sayın Başbuğ’un kontrollü de olsa sivil savcı veya hâkimlerin o odaya girmelerine müsaade etmesi gösteriyor ki o da anlamış ki ordu mensupları birtakım kirli işlerin içine girmişler!

Bu da ciddi bir gelişmedir. Kozmik odalarda, milletin kozmik geleceği tasarlanmamış olsa bile, kapılarının, demokratikleşme çabaları yolunda açılması bir fiil-i hayırdır.

Allah tamamına erdirsin…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir