Türkiye’de gündemi takip etmek ne kadar zor!
Bir gün içinde birkaç konu başlığı öne çıkıyor. Millet daha başına nasıl bir ‘balyoz’ indirilmek istendiğini kavrayamadan ense köküne daha sersemletici bir balyoz indirildi.
Tuhaf olan ise, halkın bunu, iktidar muhalefet kapışması sanmasıdır!
ÖNCE ANAYASA MAHKEMESİNE BİR TEŞEKKÜR!
Refleksleriyle hareket eden insanların çoğu doğal olarak Anayasa Mahkemesi’nin ‘iptal’ kararına kızacaktır. Bence buna kızmaya hakkımız yok. Çünkü onlar, önlerine getirilen bir davayı, ellerindeki bir şablona tatbik ediyorlar. Bakıyorlar şablona aykırı ise reddediyorlar. Sandığınız gibi çok da yoruma dayalı bir karar verme şansları yok.
Anayasa, ellerinin altındaki şablon! Eğer yapılmak istenen, mevcut anayasa hükümlerine aykırı ise, onu iptal ediyorlar. Değilse, kabul ediyorlar.
E peki hiç mi inisiyatif kullanma hakları yok? Elbette var. İsteselerdi hukuka uygun bir şerh düşerek kabul de edebilirlerdi. Çoğumuzun kızdığı nokta da bu zaten!
Yani diyoruz ki, “Anayasa Mahkemesi üyeleri, neden takdir haklarını hükümetin düzenlemesinden yana kullanmadılar?”
Şimdi ben sorayım: Neden kullansınlar ki? Mevcut düzen devam edip gidiyor işte. Herkes de memnun. AK Parti bile!
AK Parti kendisine verilen ve iki dönemdir tekrarlanan yetkisini (halk, %47 oy desteğiyle onu iktidar yaptı) kullansaydı, Anayasa’yı yamalayıp çingene bohçasına çevirmek yerine, önümüze, “efradını cami, ağyarını mani” bir temiz Anayasa koymak isteseydi, yapamaz mıydı dersiniz?
Elbette yapardı, yapabilirdi. Hele ilk dönemin ilk bir yılı bunun için son derece müsaitti. Ortam da uygundu. Ama AK Parti ya korktuğu ya da esasında samimi demokrat olmadığı için, mevcut anayasanın imkânlarını kendi lehine kullanabilirim sandı… Yapılıp bozulan bir yığın darbe teşebbüslerine bakılırsa, sanırım onlar da anlamışlar ki, AK Parti zararsızdır.
Nitekim şu güne kadar AK Parti, ‘derindeki düzeneği’ bozacak ciddi bir yeniden yapılanma sağlayamamıştır. Hasbelkader cereyan eden –Ergenekon davası ve o çerçevede bir kısım askerlerin alınıp sorgulanması cesareti gibi– bazı hadiseler –ki ne kadarının hükümetin iradesiyle, ne kadarının doğal şartların neticesi olduğu şu anda bile belli değil– de olmasa eski hükümetlerden pek de farkı kalmaz. Tabii benim burada kasd-ı mahsusum, devletin temel yapısını yansıtacak değişiklikler… Bakanlıkların icra-ı faaliyetleri bakımından tabii ki hükümetin çok güzel çalışmaları olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Özet olarak, Anayasa Mahkemesi üyeleri, iptal kararında masum olmasalar bile haklılar. Hatta bana göre onlara teşekkür borçluyuz. Çünkü bir nevi “Mevcut Anayasa asker tarafından yapılmış bir anayasadır ve doğal olarak onları koruyacaktır. Sen değiştir, sivilleştir ben de ona göre hareket edeyim!” diyerek hükümete vazifesini hatırlattı!
Hükümet ta baştan Anayasa’nın insanileştirilmesini gaye edinseydi yapamaz mıydı? Yapmadı!
“E canım ne yapsın hükümet, bak yaptırmıyorlar işte!” diyorsanız, söyleyecek sözüm yok! Ya hükümetin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz, ya da siz de Ergenekoncusunuz!
İP TAŞI KESTİ BİR KERE!
İnternet sitelerinde “İptal” ile ilgili haberi okurken, vatandaşların nasıl tepki gösterdiğini anlamak için yorumlara da baktım. Birileri, “Hani artık darbe olmayacaktı, işte size darbe!” demişler.
Evet, iptal kararını ilk bakışta bir darbe gibi algılamak mümkün! Ama öyle değil. Aksine, bu bir alan savunması! En fazla, “Rejim, ayaklarının altından kayıp giden kilimi tutmaya çalışıyor.” diyebilirsiniz. Eğer zaaf gösterirseniz, tabii ki mevcut tiranlık devam eder. Zaten yapmak istedikleri de sistemin hala ayakta olduğun göstermek; “İpler hala bizim elimizde!” demek.
Eskiden iş, Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay’a intikal bile etmezdi. Asker, iki tank yürütür, işi bitirirdi. E hadi yürütsünler şimdi?
Peki, bunu hükümetten korktukları için mi yapamıyorlar?
Hayır. Hükümetten değil; ‘dehr’den/zamandan korkuyorlar. Bu ülkede, ceberut yönetimin dönemi bitiyor artık çünkü. Kim Allah ile baş edebilir? Bize aktarılan geçmiş ümmetlerin diliyle, onların bugüne bakan sembolleri ile ifade edecek olursak işte ‘Musa’(halkın talebi), ‘Firavun’(dayatmacı zihniyet)a gücünü gösterdi! Firavun yüreğinde hissetmeye başladı ki, Musa’nın Rabbi ile baş edemeyecek! Ama henüz kavgasından vaz geçmiş de değil. Nitekim Firavun en öldürücü darbesini en sona bırakmıştı hatırlayın. Hz. Musa ile baş edemeyeceğini anlayınca Firavun, “Tamam” demişti, “kabul ediyorum, gücünü. Halkını al ve git!”
Ve arkasından da o büyük planı yapmıştı. Musa halkı ile birlikte çöle çıkıp orada savunmasız kalınca, ardından bastıracak, Musa’yı da halkıyla birlikte imha edecekti… Cenab-ı Hakk’ın tuzakları dehşettir. Sonuna kadar, kendini başarılı hissedersin ama bir de bakarsın ki denizin dibini boylamışsın!
Hiç merak etmeyin, bu mütegallibe gidişat da o yönde! Halkın ısrarlı talebine karşı kim sonuna kadar direnebilir ki?
Menderes’i göstere göstere astılar, ne değişti? Demirel geldi. Onu altı kere indirdiler. Özal geldi. Hem de kendi çabaları ile. Onu da kendilerince hallettiler. Sonra Erbakan geldi, onu ancak siyaseten yasaklayabildiler. Menderes, birinci dönemin sonunu getirdi. Hani bir günde 300 yıllık işlerin yapılabildiği dönemin… Demirel –bakmayın şimdi onlardan yana geçtiğine/ bir zaman o da hasımları idi– ikinci evrenin sonunu getirdi; bir yılda yapılamayacak işlerin bir günde yapıldığı dönemin… Özal, üçüncü dönemin sonunu getirdi; bir ayda yapılamayacak işlerin bir günde yapılabildiği dönemin… Erbakan ise bir haftada yapılamayacak işlerin bir gecede yapıldığı döneme son noktayı koydu. Şimdi bir günü bir gün dönemini yaşıyor bu keyfî, küfrî ve cebrî rejim… Yani sonunda ip taşı kesti. Ne kadar çabalasalar da sonuç değişmeyecek…
Bu gidişat değişecek! Bu ülke büyüyecek, bu millet kaderiyle yüzleşecek ve en azından bu coğrafyada iş yapmak isteyenler, bizden müsaade isteyecek! AK Parti dönemi bunu gerçekleştiremese bile bir sonraki hükümetler eliyle halk bunu yine yapar. Israrla tekrar ettiğim bir sözü yine tekrar ediyorum; Mart, kazma kürek yaktırsa da önü bahardır. Kış yeniden dönüp ge-le-mez!
Milletin kalbine korku salmaya çalışıyorlar. Bir yığın saftiroz da, yüreklerine sinmiş korku ile onlara çanak tutuyorlar.
Bitti, hegemonyaları bitti. Bu mevsim artık dinazorların yaşamlarını sürdürmelerine elverişli değil! El-hakku ya’lu vela yu’la aleyh! Yarasalar yeniden rahat uçabilmek için ta 2078’i bekleyecekler…
BESLEME BASININ DARBE YANDAŞLIĞI…
“Balyoz!”cu general Çetin Doğan’ın kanal kanal dolaşıp, masumiyetini ispat etme çabasını izlerken hem keyif aldım, hem üzüldüm.
Keyif aldım, çünkü kendisini masum göstermek ve günah çıkarmak için halka dil dökme ihtiyacı duyuyordu.
Üzüldüm; medyada hala bir yığın darbe savunucusu ve darbeci varmış meğer! Mamafih, buna da üzülmeye değmez… Çünkü Türk medyasının temeli ihanet üzerine inşa edilmiş…
Türk medyası, özünde halkın ihtiyacından doğmuş bir medya değil. Osmanlı’yı yıkıp paylaşmayı gaye edinmiş Hıristiyan Batı’nın o zamanki büyük paylaşım projesi olan ‘Şark Meselesi ’ içindeki bir proje idi Türk gazeteciliği… Türk basını, hala da dışarıdan beslenme özelliğini yitirmiş değil. O, İslam karşıtı Batılı zihniyetin ‘besleme’si vasfını bugün de koruyor.
İlk başta, Sultan Abdülhamit’e muhaliftiler. Onu hallettikten sonra sıra saltanata geldi. Onu da hallettiler sıra ‘Saray’a geldi. Sarayı da çökerttikten sonra ‘Saray’ın temsil ettiği değerlere geldi; yani İslam ve İslami değerler.
Cumhuriyet döneminde Türk medyasının tek derdi vardı; bu milleti Batı kulübünde tutmak! Başardılar da. Tabii askerin de yardımıyla…
Bu derin ve duvarları sanal olan Ergenekon’u millet çok geç fark etti. Ama fark etti işte. Millet başlangıçta Cumhuriyeti, kendi egemenliği; demokrasiyi insanca yaşama projesi, laikliği de din ve vicdan özgürlüğü sanarak, her yapılanı hak bildi. Sonunda aldandığını, aldatıldığını anladı.
Maskeler düştü. Tamamıyla düşmemiş olsa da, millet hangi maskenin kime ait olduğunu biliyor artık. O 137 gazeteci de dahil!
Elbette onların tamamını darbeci işbirlikçisi sanmak yanlış… Aralarında hakiki demokrat bildiğim insanlar da var. Ama inanın büyük bir kısmı zevk ile darbeci yandaşlığını irtikâp etmeye teşnedir! Akşam bir kanalda Ümit Zileli’yi izlerken, bir kere daha anladım ki, bir kısım medyanın millete duyduğu hınç devam ediyor. Bir kısım medyamızın-medyacımızın ‘millet düşmanlığı’ –çünkü millet hala Müslüman– nı anlıyorum ama Ümit Özdağ hocanın da kendisini onlarla aynı kefeye koymak gayreti beni üzdü. Yazık ki ateist ulusalcılar, dindar milliyetçileri bayağı etkilemiş!
Ama artık yapabilecekleri bir şey yok. En fazla televizyonlara çıkıp ‘yok bu şu demek değildir, yok şu bu demek değildir’ diye tayyare uçururlar…
Kervan yürüyor ve yürümeye devam edecek. Yeter ki bundan böyle gelecek iktidarlar sabitkadem olsunlar, ne yapmaları gerektiğini bilerek gelsinler. Böyle gündemsiz, projesiz, günü birlik yaklaşımlarla hareket etmesinler!
Meseleler kendiliğinden doğal mecrasına oturur, oturuyor zaten.
Merak etmeyin, telaş etmeyin!
Esti nesim-i nev-bahar, açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz, sâki medet, sun câm-ı cem (Nedim)