Müslümanların Utanılacak Halleri…

BİR KAHIR DUASI

Suriye olayları İslam dünyası ve Müslümanlar açısından yüz kızartıcı bir hal almaya devam ediyor. Afrika’da on milyondan ziyade insan açlık yüzünden ölümle karşı karşıya… Ve bir buçuk milyarlık İslam âlemi, olanı biteni çaresizlik içinde izliyor…

İslam maalesef yerlerde sürünüyor. Müslümanlar, birkaç yüzyıldır değil kendi mazlumlarına sahip çıkmak, izzetlerini korumaktan bile aciz.

O yüzden de biriken tüm sorunlarımızı, başkaları gelip çözüyorlar. Bedel olarak da bizden can, kan ve dünyevi imkânlarımızı alıyorlar.  Bize de yeniden sefil ve çaresizlik içinde bir hayat kalıyor.

Bu sefalet vücudun yeniden iltihap toplamasına nede oluyor ve her 50 altmış yılda bir İslam ümmetinin unsurları birbiri ile kavgaya tutuşuyor. Hiçbir mesele de çözüme kavuşturulmuyor. Çünkü problemleri çözmede Kuranî ölçüler yerin ırkî ve kavmî  yaklaşımları esas alıyoruz.

İşte Kürtler!

İslam’ın en sadık kavimlerinden biri olan ve İslam içinde önce Araplar, ardından da uzun süre İranlıların yönetimi altında kalan, Yavuz Sultan Selim ile birlikte de Türklerle kader birliği yapan şu kavim, son bir asırdır bulunduğu her yerde ayrımcılık, çaresizlik ve dışlanmışlıkla yaşıyor, acı çekiyor…  Kimisi dilini yasaklıyor, kimisi yaşamasını yasaklıyor, kimisi kimliğini görmezlikten geliyor.

İran onları yok sayıyor, Irak, binlercesini kimyasal silahlarla katletti. Türkiye ‘milli devlet’ yapılandırması adı altında seksen yıldır kimliklerini yok saymak için her yolu denedi. Suriye 50 yıldır Kürtleri istismar ediyor. Üstelik nerede ise nüfuslarının yüzde kırkının daha nüfus kaydı bile yok.

Yıllarca hiçbir İslam devleti, ötekinin hatasına ‘sen ne yapıyorsun kardeşim, bu yaptığın zulümdür. Ne İslam’a ne Kuran ahkâmına sığar’ demedi.

Arabistan’da yıllardır modern köleliğin daniskası uygulanıyor. Uzak doğudan getirilen ve iç hizmetlerde istihdam edilen kızlar bir daha ne hürriyetlerine kavuşabiliyorlar ne memleketlerine dönebiliyorlar. Bütün dünya da biliyor ama kimse sesini çıkarmıyor…

Müslümanlar kendi yurtlarında parya gibi yaşatılıyor. Hiç birinin dünyadan ve hürriyetten nasipleri yok. Ekseriyet fakir. Yıllardır tüm kaynakları, iktidarı ele geçirmiş müstebit aileler veya zümreler tarafından çaresizlik içinde yaşıyorlar. Başını kaldıranın başı koparılıyor dilini uzatanın dili kesiliyor. Zulüm bir kere başladı mı dur durak bilmiyor.

İşler, nihayet insanlığın bile tahammül edemeyeceği boyutlara gelince, kafir dediğimiz gayri Müslimler gelip vahşetimize dur deme ihtiyacı duyuyor. Biz de her seferinde, “Vay yabancılar gelip iç işlerimize karışıyor’ diye feryat ediyoruz.

E peki kardeşim, sen neden kimse gelmeden kapının önünün temizlemiyorsun?

Sen kapının önünü temizlemezsen birileri gelir zorla temizler. Ne karşılığında?

 Tabii ki onurumuzu ayaklarının altına alması karşılığında…

***

Kuran, iki Müslüman gurup arasında bir niza’, çekişme veya kavga çıktığında, diğer Müslümanların derhal onlara müdahale etmeleri gerektiğini söyler:

“Eğer müminlerden iki topluluk birbiriyle dövüşürlerse aralarını (bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecavüzde (haksızlık yapmakta ısrar) ediyorsa siz, o tecavüz edenle, Allahın emrine dönünceye kadar, savasın.  Sonunda eğer (Allahın emrine) dönerse artık adaletle aralarını (bulup) barıştırın. (Her işinizde) adalet (le hareket) edin. Allah, şüphesiz ki, adil olanı sever.” (Hucurat, 9)

Biz bu prensiplere uyduk mu? Hayır.

Ben eski acıları, Osmanlı’ya yapılan ihanetleri saymayacağım! Sadece son asırdaki olaylara bakacağım.

İşte Irak!

Eğer Türkiye, İran yahut Arabistan –yani Müslümanlar- Halepçe’de beş bin masum Kürt, sadece Kürt oldukları için çoluk çocuk kimyasallarla imha edildiklerinde ayağa kalksaydı, Saddam’a haddi bildirilseydi, belki de Amerika’nın gelip buraları işgal etmesine gerek kalmazdı.

Eğer Türkiye, Dersim’i bombaladığında veya Muğlalı olayında 33 kişiyi nahak yere kurşuna dizdiğinde yahut, 60 darbesi sonrasında sadece seyit oldukları ve İslam’a hizmet ettikleri için Sivas’ta kaplarda toplanıp  sonra haksız yere oraya buraya sürüldüklerinde herhangi iki İslam devleti, caydırıcı şekilde Türkiye’nin üzerine gelebilseydi Kürt meselesi bugün bu noktaya gelmeyecekti…

Eğer Hafız Esat, 1982’de Hama’ya girip 25 bin insanı katledip kırk bin insanı zindanlara tıkayıp çürütüp yok etmeye mahkûm ettiğinde Türkiye, Mısır, Arabistan ve özellikle İran, ‘sen ne yapıyorsun kardeşim’ diye bilseydi, şu anda Beşşar’ın tahtı sallanmıyor olacaktı.

Ama hayır, maalesef bu ümmet, kendi içindeki kavgaları kendi başına çözecek inisiyatifi kaybetmiş. İşte Libya. NATO uçaklarının bombardımanı altında harap olup gidiyor. Her gün onlarca insan ölüyor. İslam dünyasının umurunda bile değil.

Bakın işte Suriye!

Şu günlerde orada insanlığın kanını donduracak vahşetler işleniyor.

Ve maalesef orada yaşananlara karşı, Müslümanların yüreği, İngilizlerin, İspanyolların yüreği kadar bile acı çekmiyor. Suriye’nin insafsız, kitapsız idarecileri, sürek avı yapar gibi sokaklarda insan avlıyor da ne Arabistan’ın sesi çıkıyor ne İran’ın. Ne de Türkiye ciddi bir şey yapabiliyor!

İran, gaddar Esat ailesi ile mezhep birlikteliği içinde olduğu için ses çıkarmıyor. Arabistan, olaylar dönüp kendisine de dokunacak diye, gizli gizi Esad’a destek veriyor ki, esasında düşmandır…

O zaman Gazze’nin, Filistin’in dramı neden dünyayı ilgilendirsin?

Arşa Çıkan Tüm Çığlıklar Müslümanlara ait

Haram aylardayız. Allah’ın meşru savaşı bile yasakladığı mübarek günlerdeyiz. Ve Müslümanlar, birbirini doğruyor.  Gidin Mele-i Ala’danyeryüzünü dinleyin. Bir tek Müslümanların feryadı yükseliyor o muallâ divana! Arşa ulaşan tüm feryatlar, İslam ümmetine ait.

Ve yazık ki dualarımız da başımızdan yukarıya çıkmıyor…  Çünkü yüreğimiz kardeşimizin derdiyle dertlenmiş değil. Çünkü gözlerimiz yaşarmıyor. Çünkü vicdanımız titremiyor. Çünkü ‘vehen’ yüreğimizi kaplamış. Çünkü dünya hayatını ahrete tercih etmişiz.

Utanıyorum, iftar sofralarına oturmaktan, utanıyorum ayağımı uzatıp yatmaktan ve dayanamıyorum televizyonlardan yükselen sefalet, açlık ve çaresizlik avazlarını duymaya…

Kendi kendime duaya duruyorum yetmiyor. Ey insanlar yüzümüz yoksa da gelin birlikte affımızı isteyelim ve dua edelim. Diyelim ki:  Ey Rabbimiz bizi bağışla. Bize asla merhamet etmeyecek olanları bize musallat etme.  Hak etmiyorsak da bize yumuşaklıkla muamele et!

Sana karşı asiyiz. Hayat rehberimiz olsun diye bize verdiğin Kuran’a sırtımızı dönüp gittik. Seni senâ edemez olduk. Ama bu sana eksiklik vermez. Sen kendini senâ ettiğin gibi yücesin. Şanın yücedir ve övgüye layık olan yalnızca sensin.

Evet, biliyorum, haz ve lezzet mabetlerine dönüştürdüğümüz evlerimizde ve eğlence yerlerimizde nefsimize tapınma ayinleri düzenliyoruz. Biliyorum, sana yalvarmaya yüzümüz yok ama işte görüyorsun şu mazlum ümmetin senden başka da koruyucusu yok. Başımıza gelenlerin bahanesi sana inanıyor olmamızdır. Manasını unutmuş olsak da Müslüman olmamızdandır…

Bizi idare etsinler diye başımıza saldıkların, canımıza tebelleş olmuş canavarlara dönmüşler. Senden başka sığınağımız yok Rabbimiz. Bizi Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nı, Siyonistlerin merhametine muhtaç etme. Onların merhameti bize pahalıya geliyor ya Rabbi!

Bizi Coni’nin, Georg’un,  Hans’ın ve Ariel’in insafına bırakma. Kendi kendimize problemlerimizi çözebilme basireti bağışla! Bu insafsız ve acımasız idarecileri başımıza saran sensin! Onları kahretmek de sana düşer Allah’ım. Senin orduların asla mağlup olmaz.

Evet, belki biz daha kötüsüne de layığız ama bilmediğimizdendir. Cehaletimizdendir. Fakr u zaruretimizden ve kalplerimizin içine soktuğumuz tefrikamızdandır. Sen bizi bağışla.

 Allahım ağlamayan gözden sana sığınıyoruz. Ürpermeyen kalpten san sığınıyoruz. Haşyet duymayan gönülden sana sığınıyoruz. Kabul edilmeyen duadan sana sığınıyoruz.

Fayda vermeyen ilimden, halkına merhamet etmeyen liderden, insanlarının derdiyle dertlenmeyen vekilden, içinde halkın menfaatinin gözetilmediği parlamentolardan sana sığınıyoruz…

Doymayan nefislerden, şişmiş göbeklerden, kalın kalın enselerden, bitmeyen ihtiraslardan, sonu gelmeyen çıkar kavgalarından sana sığınıyoruz.

Allah’ım duyulmayan feryattan, doymayan nefisten ve içinde insanlara yardım hissi barındırmayan yürekten sana sığınıyoruz.  Müslümanların yüz kızartıcı hallerinden sana sığınıyoruz ey Rabbim.

Bir parçacık imanımız kaldı, onu da bize musallat ettiğin şu zalimler yüzünden kaybetmeyelim Allah’ım!  Eğer bizi helak edeceksen, sen helak et!  Allah’ım bizi Amerika’nın, NATO’nun, Rusun, Çin’in insafına bırakma.

Biliyorum çünkü bizim başımızdaki idarecilerimiz, senden değil onlardan korkuyorlar!

Ahrette hesap vermeyi unutmuş şu mütekebbirlerden, insafsız idarecilerden Sana sığınıyoruz.  Bizi içimizdeki sefihlerden dolayı cezalandırma… Sen onlara haddini bildir. Akıllarını başlarına almaları için illa da Amerikan sopasını NATO zokasını, Rus’un dayağını bize kader diye yazma Allah’ım. Bir parçacık daha ışık ve insanlık istiyoruz.  Bunlarsız olamıyor mu?

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir