O Yumruklar Nasıl Sahiplerinin Yüzünde Patlar?

Efendim sakin olma zamanıdır. Biliyorsunuz, terör ve anarşi, insan tabiatı ve refleksi esas alınarak yapılır. Hangi hareketin insanı nasıl güvensizliğe sürükleyeceğini, neyin insanı panikleteceğini iyi bilir ve ona göre taktik geliştirirler.

Mesela, Siyonist örgütler ilk defe Filistin’de faaliyete giriştiklerinde öyle dehşetli ve insan dışı katliamlar yaptılar ki, yerli halkın tüm direncini kırdılar. O bölgede bulunanınlar, ‘aman bir an önce buralardan uzaklaşalım’ diyerek, evlerini, yurtlarını ucuz paralarla satıp kaçtılar. Zaten maksat bu idi. Tabii ki bu, ayıplanacak bir durum değil. Çünkü insanoğlunun en temel ihtiyacı ‘güven’dir.

Kendisini güvende hissetmeyen insan oradan kaçar. Kaçamayacak durumda ise, kendisinden beklenen işleri yapar. İşte plan bu… Milleti tedirgin edip birbirine düşürmek!

***

Türk milleti, mevcut rejime karşı tavırlı duruyor ya, 1946’dan bu yana hep rejimi değiştirebileceği umulan ekipleri iktidara getiriyor ya, rejimin sahipleri de her seferinde onu terör, tehdit, muhtıra ve darbelerle hizaya sokuyorlar ya… İşte yine aynısını yapmaya çalışıyorlar. Sadece son günlerde yaşanan mayın, yumruk, faili meçhullere dikkat ederseniz meseleyi hemen çözersiniz.

Yaşı müsait olanlar, 12 Eylül öncesinde aynı hadiselerin yaşandığını bilirler. O gün de sanki iki taraf vardı ve birbirini kırıyordu. Oysa 13 Eylül sabahında anlaşıldı ki, yaşananlar aynı kukla oynatıcısının eseri imiş! Amaçları da toplumu yıldırmak ve yapacakları gayrı meşru işi, toplum nezdinde meşrulaştırmakmış. Başardılar. O sabah çoğu insanın “çok şükür ya rabbi’ dediğini biliyorum. Çünkü en azından güven ortamı gelmişti. O oyunun Türk milletine neye mal olduğunu hala tam bilemiyoruz!

İşte şu günlerde yapılmak istenenler aynısı!

Yine iktidarda, ‘onların’ istemediği birileri var. Ve giderek de güçleniyorlar. Tiranlıkları temelden sarsılıyor. O yüzden de toplumu, cezalandırmak istiyorlar. Ona, güvensiz bir ortama sürüklendiğini hissettirerek, ‘aman asker gelsin’ dedirtmek istiyorlar…

Bendeniz de tam bu noktada seslenip diyorum ki: Aman ha inanmayın. Yaşanmakta olanlar sadece bir film!

Hani anne babalar, bazen şiddet içeren, kanlı sahnelere tanık olan çocuklarına “korkma yavrum, onlar aslında ölmüyor, o kan gibi görünen şey de salça suyu” derler ya ben de aynı saflıkla size sesleniyorum, sakın ha inanmayın. Yaşananlar bir vehimdir, ehemmiyet vermeyin! Ehemmiyet vermezseniz dağılır gider. Ehemmiyet verirseniz şişer ve sizi yutan bir ejderhaya dönüşür!

TÜRKİYE SİLİVRİDEKİ  MAHKEMEDEN İBARET DEĞİL

Emin olun ki işler yolunda. Türkiye, şu birkaç yumruk ve Silivri’deki mahkemeden ibaret değil. Hele Deniz Baykal’ın ve CHP’ye iş yapan taşeron firmalar haline gelen kurumların sandığı gibi hiç değil. Giderek nesilleri tükendiği ve her geçen gün biraz daha müzelik hale geldikleri için hırçınlaşıyorlar.

Bakın, orada bir köşkümüz var; Cumhurbaşkanımız hakkıyla vazifesini görüyor.

Orada bir meclisimiz var; içindekiler bağırıp çağırsa ve bazen birbirilerini yumruklasalar da, kanunlar çıkmaya, toplum hayıtıyla ilgili tedbirler alınmaya devam ediyor.

Orada bir hükümet var; eğrisi doğrusundan çok bile olsa –ki değil- milletin işini görüyorlar.

Hastaneler çalışıyor. O hastanelerde çalışan hekimler, doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar tıkır tıkır maaşlarını alıyorlar. Her gün hastanelere yatan binlerce insan var ve her gün tedavi görüp taburcu olan binlerce insan var.

Yüz binlerce polisimiz var; can siperana çalışıyorlar. Her gün yaşanmakta olan binlerce yüz binlerce vukuata yetişiyor, suçluları yakalıyor, adalete teslim ediyorlar. Adalete teslim edilen o zanlılar, muhakeme ediliyor ve hak edenler cezaevlerine konuyor.

Türkiye’deki adli işlemler 12. Ağır Ceza Mahkemesinden de ibaret değil. Yüzlerce adliye sarayında binlerce şerefli hâkim ve savcı, bu millet adına adaletin temini için çalışıyorlar. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmıyor. Bakmayın bir takım eli silah tutanların adalet önüne çıkmamak için yaptıklarına! Önünde sonunda onlar da millete hesap vermeye alışacaklar. Zaten yaşanmakta olanlar, elindeki silaha güvenip keyfi hareket etmeye alışmış olanlara da artık hesap sorulmaya başlanmış olmasındandır!

Bakın orada bir ordumuz var; yüz binlerce efradıyla hem dünyanın hem bölgemizin en zinde, en iyi donatılmış ve en iyi eğitim almış ordusudur. Her gece yüz binlercesi sınırlarda, karakollarda uykusuz kalıyorlar ki biz şehirlerde ve köylerde rahat rahat uyuyabilelim. Şu anda yüz binler savaş eğitimi alıyor, binlercesi bu milletin geleceği için en ağır eğitimlerden geçiriliyor. Binlerce şerefli asker ve subay milletin bekasını kendi hayatının üstünde tutarak vazifesini yapıyor. Üç beş kendini bilmez çıkıp, cuntacılık vs gibi işlere bulaştı diye koca bir orduyu cuntacı mı sanacağız?

Sizi temin ederim, askerin yüzde 99.9’u bunların yaptığından nefret ediyor. Ne yaparsınız ki bu cuntacılar tepe noktalarını tuttukları ve hep onlar konuştukları için, ordunun hepsi onlar gibi sanıyoruz. Aslında bilerek ve isteyerek böyle bir hava veriyorlar. Fakat unutmayın ki, onları derdest etmemize yarayacak belgeleri, bilgileri adaletin önüne koyanlar da yine askeriyenin içinden çıkıyor.

Kamu kurumlarında 1 milyon 900 bine yakın memur çalışıyor. Her aybaşı bu insanlar tıkır tıkır maaşlarını alıyor çoluk çocuğunun nafakasını çıkarıyorlar. Belediyeler, her gün çöpünüzü alıyor. Parklarınız, şehirleriniz tiril tiril. Doğal gazınız, yakıtınız, kesintisiz geliyor.

Doğru ve yerinde kullanılmıyor olmasa da vergilerimiz toplanıyor. Vergi toplarken hiçbir ayırım yapmayan devletin, hizmet dağıtırken insanları şucu bucu olarak ayırması, kimilerini kimi şeylerden mahrum bırakması adaletsizliği olsa bile bir düzen var ve hayat devam ediyor…

İşte bu yüzden, çatlayan patlayan bombalara aldırmayın diyorum. Samsun’da Sayın Ahmet Türk’e yumruk atanla, ardından gidip iki polisimizi kahpece şehit eden aynı eldir. Beklediği etkiyi alamayınca bu kere de gidip, Kayseri’de enerji bakanına yumruk attılar.

Bu tür şeyler daha da artabilir. Yapmak istedikleri, Anayasa değişikliğini durdurmak! Daha doğrusu, ülkede yaşanmakta olan insanileşme çabalarına son vermek. Tabii bir de Başbakan’a gözdağı verip yıldırmak! Kim bilir el altından ne dehşetli tehditler alıyordur başbakan!

İşte aslında şunun bunun yüzünde patlayan o yumruklar, millete atılıyor. ‘Kızım sana diyorum gelinim sen işit” babından milleti Başbakan’ın arkasından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Çünkü başbakan ancak millet desteği kesilince zayıflar!

Başbakan, millete güvendiği için kararlı davranıyor. O kararlılığını sürdürdükçe, onların daha da çıldırdığını göreceksiniz. Eğer biz millet olarak paniklersek asıl o zaman o yumruklar gerçekten bizim yüzümüze patlamış olur.

Yoksa gider, onu attıranın yüzünde patlar!

İşte o yüzden diyorum ki, ey millet aman ha yaşananlara bakıp tırsma. Sakın tavrını ve yaklaşımını bozma. İyi günler kapıda. İnan ki seni harika bir gelecek bekliyor.

Yeter ki, dik duruşunu sürdür!. Karton kalelerin yıkıldığını, cerbezeci baykuşların sustuğunu, entrikacı tilkilerin kaybolduğunu göreceksin. Çok az kaldı. Ama lütfen istifini bozma.

YAZARLAR TOPLANTISI

Dünyanın hiçbir yerinde, büyük sanatçılar, edebiyatçılar; topluma mal olmuş büyük yazar ve düşünürler, iktidarlara yakın durmazlar. Hele gazetecilik yanları yoksa siyasetçilerle aynı karede görünmeyi istemezler. Bunu, bir tür kullanılmışlık addederler.

Ama nedense, iktidar sahipleri de illa onlarla birlikte poz vermek, onlarla aynı karede görünmek isterler. Çünkü bu, o siyasetçilere, ‘eksiğini tamamlama’ hissi verir. Hayranlık duyduğu yazarı, romancıyı, şairi yanında görürse kendisinin de onlar gibi algılanacağını zanneder. Kullandığı minibüsün motor gücünü kendinde vehmeden taşralı sürücü gibi…

Sayın başbakanın, farklı kesimlere ‘açılımı anlatmak’ maksadıyla başlattığı çaba her türlü takdirin üstündedir. Ancak bu organizasyonları yapanların takip ettiği yol ve yöntem bu çabaları bazen akim, hatta gülünç duruma düşürüyor. Çünkü sağlam bir ölçüleri yok. Kimi neye göre niçin bir araya getirdikleri belli değil. Kilolarına göre mi boylarına göre mi seçiyorlar insanları?

Önceki bir iki toplantıda da benzer rahatsızlıklar yaşandı ama şu yazarlar toplantısındaki kadar değildi. Bu da sanırım, Milli Eğitim Eski Bakanı Sayın Çelik’in kafasındaki ‘yazar’ imajının oturmamış olmasından kaynaklandı. Oysa bu kabinenin en çok okumuş yazmışlarından biridir kendileri…

Ben Onu NTV’de dinlemiştim. O toplantıya katılacak yazarları kendisinin belirlediğini söylemişti.

Hattı, Sayın Çiçek, seçicilikteki maharetlerini ve kriterlerinin sağlamlığını  göstermek babından İclal Aydın hanımı -sözüm İclal hanıma değil- örnek verdi. Sayın eski bakan “Bakın” dedi, “İclal hanıma, siz hem oyuncu bir sanatçı hem de yazarsınız, sizi kimlerle çağıralım” diye sorduk, o da oyuncularla birlikte çağırılmayı kabul ettiği için onu bu toplantıya çağırmadık” dedi.

Yani Sayın Çiçek, o yazarları bir araya getirmek için bayağı titizlenmiş anlaşılan. Ama yazık ki götürüsü, getirisinden çok oldu… Kıskandığım için böyle bir yazı yazdığımı sanacaklara, “evet, olabilir” demeye de hakkım var ama emin olun değil!

Eski söylemle “Sağcılar, maalesef hala sola özenmekten kurtulamamışlar” diyeceğim o kadar.

Bu tür davranışlarla herkesi memnun edebileceklerini sanıyorlar. Oysa bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü herkesi memnun etmek diye bir şey yoktur. Siz kadim dostlarınızı ihmal etmişken yeni dostlarınızı nasıl inandırabilirsiniz ki!

Rabbü’l-Âlemin herkesi memnun edememiş, peygamberler edememiş, siyasetçiler mi başaracak bunu! İnsan ne ise o olmalı. O zaman hasımlarından da saygı görür. Bir deyiş var ‘Herkesi memnun etmeye çalışan hiç kimseden alkış almaz’ diye. Sayın Çelik’in toplantısı da öyle bir şey oldu.

Ne ise ‘dost sözü’ ağır kaçarmış.  Ben sözü burada bitireyim. Zaten Oray Eğin, işi öyle makaraya sarmış ki, kimseye bir şey bırakmamış!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir