Onlar Bombayla Saldırıyor, Biz Taş Atıyoruz!

Zaman zaman yazmışımdır; bir milleti ayakta tutan kurumsal güçler değildir.  Milleti ayakta tutan, zinde kılan ve onu güçlü olmaya sevk eden, milli manevi değerleri ve toplumun idealdir.  Ve o idealini gerçekleştirme azmidir. Ve o azmin yarattığı gayrettir ve o gayretin doğru yönde kullanılmasıdır.

Şevkini, yaşama sevincini, umudunu kaybetmiş bir insanın atılım yapması, insanlığa medar bir faaliyet göstermesi beklenmeyeceği gibi o hale gelmiş toplumların da acz içinde telef olmaları mukadderdir.

Fakat görüyoruz ve hadiseler de gösteriyor ki Türk toplumu, var olmak, varlığını sürdürmek ve dünyada yeniden söz sahibi olmak için büyük bir iştiyak, şevk ve gayret taşıyor. Acıları dindirmek, adaletsizlikleri gidermek için evlatları dünyanın dört biri yanına koşturan bir toplum için farklı şeyler söylemek haksızlık olur.

Fakat milletin önünde iki handikap var:

Bir;  o gayreti ve iştiyakı doğru yönde sevk edecek, faaliyetlerini verimli kılacak yönetici bir akıldan mahrum olması… İkincisi de yaklaşık 300 yıldır bu millet üzerine oynanan oyunlardır.

Oyunları da dâhili ve harici olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bize ağır darbeler hariçten gelmiştir fakat o darbelerin öldürücü olmasını sağlayan içimizdeki nifak ve tefrikadır.

Az çok tarih bilgisi ve bilincine sahip hiç kimse diğer milletlerin bizimle uğraşmalarına kızmaz. Bu zaten olacaktır ve fıtridir. Cenab-ı Allah, miletleri birbiriyle yarıştırmayı, berikini ötekine, ötekini berikine musallat ederek insanları (toplumları) hayırda yarışmalarını murad etmiş… Ama insanoğlu her şeyde olduğu gibi şu meselede de Rafızilikte karar kılmış. Şerde ve şerli vasıtalarla yarışmayı tercih etmiş…

Savaşlar onun eseri, casusluk teşkilatları onun esire, hükümetleri bile hiçe sayan servislerin orada burada eylem koymaları onun eseri… Darbeler, sultalar, baskıcı rejimler onun eseri… İslam dünyasında, diktacı yönetimlerin halka rağmen varlıklarını sürdürmeleri dahi bunun eseridir.

Elbette hayatdar her toplumun bir ‘fedakarlar’ gurubu vardır ve hem de olmalıdır. Zaten, kendisi adına hayatını feda edebilecek evlatları olmayan bir toplum yaşayamaz. Dolayısıyla birilerinin, dünyanın bir ucunda, kendi milletinin çıkarı için bir takım oyunlar sergilemesi, hükümetlerinin elini güçlendirmek için orada burada eylem koyması yadırganamaz.

Osmanlının güçlü olduğu dönemlerde, bizim bugün CİA’yı MOSSAD’ı kınadığımız gibi diğer halklar da Osmanlı fedailerinden yakınırlardı. Fatihin, Yavuz’un fedailerinin olduğu bilinmektedir. Yahya Kemal’in “bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” dediği dönemlerde birçok vatan evladı Osmanlının bekası ve gücünün devamı için sarfı can ve gayret eder ve ordunun ancak büyük masraflarla elde edeceği neticeleri, küçük ama etkili gayretleri ve eylemleriyle gerçekleştirirlerdi.

O gün de batı yakınırdı Osmanlı’dan, şimdi bizim CİA’dan va MOSSAD’dan yakındığımız gibi. Dolayısıyla hükümetin ‘bakın, bizi dövüyorlar, siz ise teröre karşı bizimle işbirliği yapmıyorsunuz, teröristin yanında yer alıyorsunuz’ diye yakınmasını ve bunu dillendirmesini diplomatik açıdan doğru, fakat hakikat nazarında yanlış buluyorum. Bu böyle deklare edildikten sonra, bir şey yapılmazsa, millet cesaretini kaybeder çünkü. Ya dile getirmeyeceksiniz, ya da eğer bu yönde bir bilginiz ve kanaatiniz varsa gereğini yapacaksınız.

Gereği ne? Misliyle cevap vermek!

Taksim’deki patlamanın gerçekleştiği günün gecesinde Rumeli Han’da Amerikalılar adına bir Cadılar Bayramı tertiplenmiş. Cumartesiyi Pazara bağlayan gecede gerçekleşecek tertip için Organizatör, peş peşe iptaller geldiğini görünce, meraklanmış. Aldığı cevap ilginç: ‘Elçilik bize Taksim’de bomba patlayabileceğini’ haber verdi.

Bu hadis doğruysa –ki doğru- demek ki o patlamadan Amerikan elçisinin haberi var. Yani bir PKK haşhaşîsinin gelip orada kendisini patlatacağını biliyor. Nerden biliyor?

Eh artık diğer tahminleri de siz yapın.

PKK’nın iplerinin aslında kimin elinde olduğunu dünya âlem biliyor. Bizim hükümet yetkilileri mi bilmeyecek. E peki o zaman bu tür açıklamalar ne anlama geliyor?

Hükümet, o eylemi yapanlara “Ben o işi senin yaptığını biliyorum” demeye getiriyor.

Peki netice?

Aynıyla mukabele edeceksin! Sen bunların mukabilini yapmazsan, zaaf içinde yıkılıp gitmeye mahkûm olursun.

***

1992 yazında, bizde seri orman yangınları oldu. Dikkat çekecek kadar aleni ve kasıtlıydılar. Yapılan incelemelerde, yangınlarda Yunanistan’ın parmağı olduğu, daha doğrusu yangınların, Lavriyon’dan gelen PKK’lı teröristlerce gerçekleştirildiği öne çıkınca, ben neden Yunanistan’da da bir iki yangın çıkmaz diye yazmıştım. İki gün sonra hakikaten Yunanistan da kör gözüm parmağına cinsinden yangınlar çıktı. O zaman bizdeki yangınlar pat diye durdu.

Ne demek istediğimi hepiniz anlıyorsunuz. Ve tabii Hakan Fidan’ın –kendi adamları değil çünkü-istihbaratın başına getirilmesine en çok İsrail’in itiraz ettiğini de hatırlayın. Kimse demedi ki ‘sana ne kardeşim. Senin MOSSAD’ın başına kimi getireceğine ben karışıyor muyum?’

Ama onlar karışıyorlar. İşte asıl zaafımız burada.

Adamlar, senin kimi MİT’in başına getireceğine kadar karışabiliyorlarsa, eh kusura bakmayın, size boyun eğdirmek, her istediklerini size yaptırmak, yapmadığınız takdirde de oraya buraya bırakacakları bombalarla cananınızı acıtmak haklarıdır.

Siz Telaviv’de benzerini yapamazsanız, siz New York’da aynı eylemi koymazsanız, siz el altında sürekli aba gösterip, ‘Madem ki Amerika’ya öpücük veriyorsun, bana da vereceksin’ diyen Almanya’da benzer operasyonlar yapamazsan, sadece çıkıp beyanat vermekle kalırsın.

Ha bana sorarsanız, ben işlerin tamamıyla barışçıl yollarla çözülmesinden yanayım. Ama Kuran bize, düşmanlık yapana, düşmanın silahıyla hatta daha da güçlüsüyle mukabele etmeyi tavsiye ediyor.

Kur’an namına yapılacak cihaddan söz etmiyorum. Vatan savunmasından söz ediyorum. Medenilere galebe çalmak ikna iledir ayrı bir bahistir yani. Çünkü artık eskisi gibi emrepyal savaşlara gerek kalmamış.

Kim diyebilir ki Türkiye 30-35 yıldır yedi düvel ile savaşmıyor?

PKK’ya Suriye mi kol kanat germedi, Irak mı, Yunanistan mı, Almanya mı, AB ülkeleri mi, İsrail mi? Amerika Çekiç Güc’ü Barzanî’nin hayrına mı getirip Kuzey Irak’a konuşlandırdı. Bir düşünün. Kaç bin kişi öldü şu terör olaylarında ve şu milletin kaç milyar doları heba oldu. Biz bir ülke ile savaşa girseydik bu kadar zayiat mı verecektik?

Hayır!

Dolayısıyla meseleye, böyle bakmak lazım… Elbette hükümetlerin bu meselede aleni yapabilecekleri bir şey yoktur. Bendeniz tam da bu tür işlerini gördürmek için her milletin bir ‘fedakarlar grubu’ bulunması gerektiğine inanan biriyim.

Bizim talihsizliğimiz, bu amaçla örgütlediğimiz insanlarımızın bizim canımıza musallat olmalarıydı. Milletin hariçteki menfaatlerini kollayacaklarına, içerde milleti soyan, milletin diniyle izanıyla uğraşan derin çeteler haline geldiler.

Oysa millet, o tür evlatlarına, millete karşı hain plan ve maksatları bulunanları, emellerine ulaşmadan imha etmek, haklarından gelmek için emek ve maaş verir. Ama bizimkiler birbiri hakkında çetele tutmak ve kimin karısının başı kapalı, kimin kızı imam hatipe gidiyor, kim dindar, kim hangi cemaatten,  onunla ilgilendiler yıllar yılı.

Elin oğlu da geliyor senin namus’unun orta yerinde bomba patlatıyor, hükümetine gözdağı veriyor. Kim bilir o bombalarla milletten hangi ihaleyi veya işi kapmayı düşünüyorlar.

***

Ben patlama anında Kalan 24’te, İçimdeki İstanbul Fotoğrafları isimli kitabı üzerine Mario Levi ile yapılan söyleşiyi izliyordum. Moderatör, her türlü şirinlikle adamı şişiriyor da şişiriyor. Sanki kent kültürünü bir tek azınlıklar bilirmiş gibi. Yahu be kardeşim bu şehir 5 yüz küsur yıldır bizim. Bu şehre İslambol denmiş, Asitane, denmiş. ‘Bir sengine yek pare acem mülkü fedadır’ denilen güzelim İstanbul bizim eserimiz. Onu bir huzur ve barış şehri haline getiren biz Müslüman Türkleriz. Yani kent kültürü denince illa da Rumun, Ermeninin meyhanesi, Yahudinin bilmem nesi mi aklınıza geliyor?

İstanbul üzerine yapılmış bir yığın çalışmalar da var. Neden Orhan Okay’ı da alıp onunla şehir medeniyetini konuşmazsınız da illa bu tiplerin çalışmalarını öncelersiniz. (Ha şunu söyleyeyim, Mario Levi’ye değildir sözüm. Ben onu tebrik ediyorum çalışmasından dolayı. Elbette çıkıp anlatacaktır ve hem de anlatmalıdır.)

Ben bizimkilerdeki özentiyi, aymazlığı aktarmaya çalışıyorum. İşte o moderatörü dinlerken öyle hissettim ki, bizim şu dalkavukluk halimiz her alana sirayet etmiş. Sadece moderatörümüz değil, diplomatımız da onlara özeniyor, askerimiz de istihbaratçımız da… Böyle olunca da bu millet çaresiz, başkalarının koyduğu usul ve raconlara mahkûm ediliyor. Millet ne yapsın başbakan ne yapsın!

Ben hükümetin yerinde olsam, işi aleniyete dökerim. Sayın Başbakanın, Oktay Ekşi konusunda gösterdiği tavır, biçim olarak hoşuma gitti. Medyanın çivisinin çıktığı bir zamanda, kabağın Oktay Ekşi’nin başına patlaması adil mi değil mi onu tartışmıyorum. Ne dedi başbakan, “Beni eski başbakanlar gibi zannediyorlar. Sessiz kalacağımı sanıyorlar. Kalmayacağım onunla mücadele edeceğim” dedi.

İşte hoşuma giden tavır buydu. Şimdi aynı tavrı, şu terör meselesinde dahi görmek istiyoruz. Artık karnından konuşan siyasetçiler dönemini tamamıyla kapatmak gerekir. Amerikan ajanları gelip evimde eylem koyacak, MOSSAD ajanları cirit atacak, ben onları açık etmeyeceğim.

Şu meselede mutlaka birilerinin canı yanmalı.

Ama ne yaparsınız ki, istihbarat yapmak için dahi onlara muhtaç hale gelmişiz. Ordunuz da hükümetiniz de!

Esasında tüm İslam ümmeti Filistinli çocukların aczi içinde… Adamlar tepemizden misket bombası yağdırırken biz onlara ancak taş atabiliyoruz…

Ve bir de “Allah’ım bize yardım et” diye feryat etmek…

İnşallah yardım eder!


Bu arada ilgililerine duyurayım. Cumartesi günü (6 Kasım) TÜYAP’ta saat  14:00 – 16:00 arasında 2. Stand 205 numarada kitaplarımı imzalayacağım. Tabii yeni eserim olan  ‘ Vicdanın Savcı, Akıl ve Hikmetin Hakim, Nefs-i Natıkın Mübaşir Olduğu bir Mahkemeden’ AHKAMSIZ HÜKÜMLER’i de olacak. Sevgilerimle (MAB)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir