Şu sıralarda herkesin zihninde bu soru var:
Ortadoğu nereye gidiyor?
Veya Ortadoğu hangi sapakta?
Çok uzun tahliller yapmaya gerek yok.
Ben size söyleyeyim.
Ortadoğu’da, Musa’sız bir ‘denizi geçme’ girişimi yaşanıyor.
Başlarında ‘Musa’ olmadan Firavunlara meydan okuma yürekliliği…
Başlarında Talut olmadan çölü geçmek ve yürek kavuran susuzluğa rağmen, nehirden su içmemek azmi sergileniyor.
Beraberlerinde ‘Davut’ olmadan Calut’ları alt etme, onlara haddini bildirme kavgası veriliyor.
***
Beşerin hayıtında “eyymullah” (Allahın günleri) denilen günler ve dönemler vardır. Mukaddir-i Hakim’in hikmetle beşerin ruhuna dokunduğu anlar.
Beşerin gidişatını düzeltmek…
Mazlumu elinden tutup kaldırmak…
Denizin çılgın dalgaları üstünde bir saman çöpüne tutunmuş karıncanın kurtulma gayret ve ümidini boşa çıkarmamak için bir kere daha insana ruhundan üflediği dönemler vardır.
İşte böyle Kutsi bir dokunuştur yaşanmakta olanlar bana göre.
Kabiliyetimiz olmasa da, onu hak edecek bir gayretimiz bulunmasa da Rabbim vadini tamamlamak istiyorsa onu bizim elimizle yaptırır.
İşte yaşanan budur.
Elbette bilinçli yapıyor olmak, hak ediyor olmak aklın gerekleri arasındadır. Ama şimdi mucizeler çağıdır ve her şey mümkündür.
Evet, zalimlerimiz ve taraftarı çok, gücümüz az.
İhtiyaçlarımız çok, aklımız ve tedbirimiz az.
Düşmanlarımız çok, yol gösterenimiz ve sahip çıkanımız az.
Ama yine de Allah nurunu tamamlayacaktır.
Ve tabii ki beğenmediğimiz, ‘bunlar mı yapacak’ dediğimiz şu mazlum insanlar eliyle. Bu garipler, bu zavallılar ve bu üçüncü dünya ülkesi insanlar sayesinde…
Zaten hep öyle olmadı mı? Hikmet-i İlahi, zayıflar eliyle nice güçlüleri sahneden indirmiştir! Yine öyle olacak inşallah.
Ortadoğu’nun tarihini biraz okuyun, anlayacaksınız ne demek istediğimi.
Bol keseden atılan ahkâmları dinlemeye gerek yok. Ne gönlünüzü karartın ne ensenizi!
Ben size kestirme olanını söylüyorum. Bütün olumsuz görüntülere ve şartlara rağmen millet galip gelecek ve mukadderatına sahip çıkacak.
Elbette hemen olmaz. Bir ağaç bile ancak iki üç ay geçtikten sonra açtığı çiçeği meyveye dönüştürebiliyor.
Kim ne derse desin, kim nasıl yorumlarsa yorumlasın olup bitenleri, benim size söyleyeceğim kısaca şudur:
Biz bu asrın başında, birinci dünya harbi sonunda yapılan payda, ‘bize düşen’e doğru koşuyoruz. Hani demişti ya Bediuzzaman, “Onlara müşevveş bir mazi bize parlak bir istikbal düştü” diye.
İşte o parlak istikbale doğru koşuyoruz İslam dünyası olarak!
Şeyh Galib’in dediği gibi “Gehi zîr-i serde testi, gah ayağı koltuğunda/ Düşe kalka…” Ortadoğu ilahi lütuf ve takdire doğru koşuyor!
Adalete, hukuka, huzura…
İslam kardeşliği şemsiyesi altında herkesin kendi arazisinde hür ve huzur içinde yaşadığı Cemahir-i muttefikaya doğru…
İnşallah!