Sivil İtaatsizlik mi, Serserilik mi?

“Sivil İtaatsizlik”, Amerika kıtasında yeşerip büyümüş bir kavram, bir tohum. En güzel meyvesini ise Gandi’nin memleketinde vermiş!

Ünlü düşünür Henry David Thoreau, meşhur “Civil Disobedience” (Sivil İtaatsizlik) makalesini yazdığında 32 yaşındaydı. Köleliğin geliştirilip yerleşik bir kurum haline gelmesi amacıyla yapıldığına inandığı Meksika Savaşı için toplanan vergiyi vermeyi reddedince hapsedilmiş ve bir gece hapishanede kalmıştı. İşte ‘sivil itaatsizlik’ kavramını ve onun diğer insanlar üzerindeki gücünü de o gece keşfetmişti.

Şarkın tarihinde ‘sivil itaatsizlik’ denilebilecek bir kavram yoktur. Çünkü Doğu insanında -duygusal zekâlarını kullandıkları için- fikir asla statik kalamıyor; hemen eyleme geçiyor. Hâlbuki sivil itaatsizlik, eylemsizliğin gücünü kullanma becerisidir. Pasif duruş değil, bir şeyi yapmama azmi!

Bu kavramı ‘Doğu’ya kazandıran Gandi’dir. Gandi İngiltere’de okuduğu dönemlerde memleketini İngilizlerin sömürgeciliğinden kurtarmak için çareler arıyordu. Bunu, güçle ve teknoloji ile başaramayacağının bilincindeydi. İşte o dönemlerde Thoreau’nun 1849 yılında yazdığı o makalesiyle karşılaştı.

Gandi, İngilizleri Hindistan’dan atabileceği manivelayı bulmuştu:‘Sivil İtaatsizlik’! İngilizlere karşı yıkıcı eylemlere girişmeyecekti ama onların istediğini de yapmayacaktı. Makale müthiş bir ilham vermişti Gandi’ye.

Tabii sadece Gandi değildi o makaleden ilham alan. Amerikalı Siyahî lider Martin Luther King de ondan almıştı ilhamını. Dünya hitabet edebiyatının başyapıtlarından biri olan ‘Bir Hayalim Var’ konuşmasıyla, tüm insanlığın dikkatini zenci-beyaz ayrımına çekmeyi başarmış bir lider. Amerikan Yurttaş Hareketi’nin lideri ve siyah beyaz ayırımının ortadan kalkmasının öncülerinden biri…

Keza Lech Valesa aynı manivelayı kullanarak ülkesini komünizm belasından kurtarmayı başarmıştır.

Esasında sivil itaatsizlik postmodern çağların en iyi hak arama yöntemlerinden biridir. Sivil itaatsizlik, bir bütün olan insanlığın vicdanını, bir noktaya teksif etme çığlığıdır. Evrenin şifa verici kudretlerini ve şefkatini çağırma imdadı! Adeta, hastalanmış bir hücrenin tüm bedenin iyileştirici gücünü kendi etrafında toplamak için sergilediği muazzam bir yöntem!

Anarşizm ve tahribat ise bunun tam tersidir. Kanserli hücre gibi… Böyle bir durumda bünye o hücreye şefkat edip onarmak yerine bir an önce onu imha etmek için tedbir arar. Olmadı mı dışarıdan bir müdahale ile yok edilir ve cehennemî bir operasyonla o hücreler yakılıp kavrulur ve bünyeden atılmaya çalışılır (kemoterapi).

***

Bediuzzaman da sivil itaatsizliği çok iyi kullanmış bir eylem adamıdır.

O kendi yöntemine ‘müsbet hareket’ adını koymuş. Bu yöntemi geliştirirken Gandi’den yahut Thoreau’dan etkilendi mi bilmiyorum! Çünkü onun geliştirmiş olduğu ‘müsbet hareket’ –ki doğru zamanda doğru adım atmayı ve tahripkâr olmamayı esas alır- dönemin rejimine ve yapılanlara karşı geliştirdiği, sivil itaatsizlik benzeri bir metottur.

Gerçi müsbet hareket Kur’anî bir kavramdır! ‘Kararlılık’ ve ‘itidali’ aynı anda kendisinde barındıran bir müstakim yol! Karşı taraf (hasım) oluşturmadan kendi değerlerini topluma aktarma, kabul ettirme yöntemi…

Ona hayatı zindan eden ve hapishane hapishane süründüren rejime karşı bu yöntemi kullanmıştır. “Ben sizin rejiminizi sevmiyorum ama ona ilişmiyorum da…” diyerek ısrarla ve inatla medeni kanuna uymamayı sürdürmüştür. Kendisine “Neden bizim kıyafetlerimizi giymiyorsun?” diye baskı yaptıklarında, “Siz bana insani haklarımı kullanmama fırsat veriyor musunuz ki benden sizin kanunlarınıza itaat etmemi istiyorsunuz?” şeklinde savunma geliştirmiştir.

***

Sözü, çoluk çocuk demeden, doğuda binlerce insanın öldürülmesine zemin hazırlamış, okulların yakılmasına, köprülerin yıkılmasına, insanların insafsızca katledilmesine ve bölgede zalim bir çatışmanın yaşanmasına sebep olmuş bir adamın talimatıyla başlatılmış ‘sivil itatsizlik’e(!) getireceğimi anladınız.

Esasında yapılan işe, illa da bir tanımlama yapılacaksa  ‘sivil cuntacılık’ denilebilir. Çünkü yaptıkları bu! İnsanları zorla sokaklara dökeceksiniz, her bir yanı tahrip edeceksiniz, yemin edip meclisine girdiğiniz ve kanunlarına itaat edeceğinize şeref sözü verdiğiniz bir devletin görevlilerinin üzerine taşlı sopalı gideceksiniz; sonra bunun adına sivil itaatsizlik diyeceksiniz…

Ha birilerinin panzerlere karşı tavır koymasını yadırgamıyorum. Ben bunun adı sivil itaatsizlik olamaz diyorum. O bir isyan hareketidir ve bir tahriptir.

Çünkü sivil itaatsizliğin iki önemli şartı vardır:

1- İtaat! Gandi’nin ifadesiyle, bir kimse, ancak kanunlara tam bir itaat halinde olduktan sonra, sınırları iyice belirlenmiş somut konulardaki haksızlıklara karşı itaatsizlik hakkına sahip olabilir.

2- Şiddetten uzak durmak! Sivil itaatsizliği uygulayan ve başarıya ulaşan hareketlerin tümü, en tahrik edici durumlarda dahi en küçük bir şiddet içeren hareketlerden titizlikle uzak durmuş, kendileri şiddetin her türlüsüne maruz kaldıkları halde hiçbir şekilde şiddete başvurmamışlardır. Martin Luther King “Mesele ya şiddet, ya da şiddetten uzak durma meselesi değildir. Mesele, ya şiddetten uzak durma, ya da yok olup gitme meselesidir” der.

Bediuzzaman’ın bu konudaki tavrı da çok nettir:

  1. Anarşiden koruyacak beş esası sayarken, diğerlerini tek kelime ile sayar (hürmet, merhamet…); itaate gelince “serseriliği bırakıp itaat etmek” der. Bir yandan, kastettiği itaatin koyun gibi her şeye körü körüne itaat olmadığını belirtirken, diğer yandan da itaatin esas olduğunu, itaatsizliğin kanun ve kural tanımamak halini almaması gerektiğini bildirmiş olur.
  2. Keza ezan konusunda “Biz itaat etmiyoruz, isyan da etmiyoruz.” diyerek müsbet hareketin en güzel tavrını ortaya koymuştur. Yani taraflarını sokaklara döktürüp araba yaktırmamış, kepenk kapattırmamış, insanlara dehşet saçtırmamış… Ama kendisi her daim ezanını bilinen haliyle okumuş ve okutmuş. Sonra ne olmuş. Memleketin durumu ortada. Kim kazanmış? Müsbet hareket eden!

Dolayısıyla bugün BDP’lilerin sivil itaatsizlik diye yutturmak istediği şey, en iyimser haliyle Bediuzzamanın “serserilik” diye tanımladığı halin içine giriyor!

Evet, BDP’nin yaptığında ‘itaatsizlik’ var ama maalesef ‘sivil’liğin ‘S’si bile yoku. Medenilik ise hak getire! Yol kesmek, taş atmak, polis tokatlamak, ‘eşkıya üniforması’yla gövde gösterisi yapmak ile sivillik arasında hiçbir bağ kuramazsınız. Bu terördür. Elbette terör de bir hak arama yöntemi olabilir. Ama çıkıp ona ‘sivil itaatsizlik’ diyerek insanlığın bulduğu en güzel mücadele yöntemini telvis edemezsiniz.

Bediuzzaman, başarılı olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmış ‘müsbet hareket’ tarzının icaplarını anlatırken şöyle der:

“Sâlisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindarane, hakperestane düsturlarına tarafdar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola. Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir: Birincisi; merhamet. İkincisi; hürmet. Üçüncüsü; emniyet. Dördüncüsü; haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek. Beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir. İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip, asayişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nur’a ilişenler kat’iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi, anarşilik hesabına vatan ve millete ve asayişe düşmanlıktır. İşte bunun hülasasını o casusa söyledim. Dedim ki: Seni gönderenlere böyle söyle.” Kastamonu Lahikası ( 241 )

“Sâniyen: Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş. Çünkü tokada ve belaya müstahak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir-iki dinsize müteallik yedi-sekiz çoluk-çocuk, hasta, ihtiyar masumlar bulunur. Musibet ve bela gelse, o bîçareler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husulü meşkuk olduğu halde, siyaset yoluyla idare ve asayişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men’edilmişiz.

Sâlisen: Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zarurîdir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur’un, yüzbin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi’ haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilayetleri buna şahiddir…” (Şualar ( 349 )

İşte ‘sivil itaatsizlik!” bu minval üzere olur. Anarşistlikle değil.

Esasında ne PKK sivildir ne BDP. Hem üstelik her ikisi de ‘müteharrik bi’l-gayr’dır. PKK,  Ergenekoncu cuntanın yıkıcı faaliyetlerinin örgütlü halidir. BDP ise Ergenekoncuların Kürtler içindeki sivil(!) uzantılarıdır.

Laiklik meselesinde birlikte hareket ettikleri gibi, milleti canından bezdirme ve saklı sultalarını sürdürme konusunda da birbiriyle paslaşıyorlar.

Acı olan da bunun hala bir yığın vatan evladına vatanseverlik olarak yutturuluyor olmasıdır. Tıpkı imamın ordusu kitabını yazdığı iddia edilen zatın yaptıklarının ‘gazetecilik’ diye lanse edilmesi gibi…

E ne yaparsınız hayat bu. İyi ile kötünün, hayır ile şerrin, iman ila küfrün mücadelesi Hz. Adem (as)’den beri var olagelmiş ve kıyamete kadar da sürecektir. Ebucehil ebucehilliğini, Ebubekir ebubekirliğini yapacak.

Kendisine isyan ve küfür sevdirilmiş bir kalbin imandan rahatsız olması yarasanın gözünün ışıktan rahatsız olması kadar fıtridir.

Ne yapsın zavallı güzü aydınlığa tahammül edemiyor!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir