Anne! Yüreğinde Rabbin merhametini taşıyan şefkat meleği!
Ruhumuza, içinde mekân kuran mimar!
Gönlümüze rehberlik eden mürşit!
Nefsimizi yatıştıran kehf! Varlığımızın dayandığı cebel-i rahmet ve Rabbin şefkat soluğunu içimize üfleyen nefha. Rahminde Kudüsler inşa eden bir kuddusi…
Anne evladının mescid-i aksasıdır. Evc-i balaya, yücelere oradan yükselinir… Onu ihmal ederek, onu yok sayarak hiçbir insan bir kemalat, bir olgunluk devşiremez… Eskiler boşuna “Bir evlat pir olsa da anneye muhtaç imiş.” dememişler…
Âlemlerin Rabbi de anneyi yücelikle andı. Onun rahmini kendi merhametiyle birlikte andı. “Sizin aranızdaki kutsiyet ve sorumluluk, benim adımla ve içinde inşa edildiğiniz rahmin birlikteliğiyle oluşur.” buyurdu. Siz “Aynı rabbin kulları ve aynı ananın çocukları olduğunuz için birbirinizden bir şeyler bekleme hakkına sahipsiniz.” diye duyurdu.
İnsanlığa rehber, rahmet ve şifa olarak gönderdiği Kur’an’ın en büyük surelerinden birine Kadınlar (Nisa) adını verdi. Onun ilk ayetinde kadının rahmini kendi kudretinin mazharı, mezheri ve makderi olarak beyan buyurdu… Kadına yaptığı atıf, kendi zatından sonraki en büyük senadır. Hatta Kur’an’ın, insana, Allah’a imandan sonra yaptığı en büyük tavsiye, anne-babaya ihsandır ve hürmettir.
Başarısının, mutluluğunun ve huzurunun teminatı olan imanı billahtan sonra, ‘anne-babaya saygı‘ya atıf yapılması, fevkalade büyük bir ipucudur. Huzur arayan onun limanının sığınsın, hayat denizinde telaşa düşen onun limanına yanaşsın, mutluluk isteyen onun gönlünü yapsın, iki yakası hep bir arada olsun isteyen onun muhabbetini ve hürmetini dilinden düşürmesin.
Bir yaratıcının varlığına inansın inanmasın, bir insan annesine ve babasına karşı merhametli davranıyorsa, bunun karşılığını, muhakkak ki yüreğinde huzur ve dünya hayatında başarı olarak almıştır, oluyordur ve alacaktır…
Babası olmayan İsa aleyhisselam, “Allah’tan sonra övgüye en layık, annedir.” buyuruyor. Resullullah müminin cennetini, onun ayakları altına seriyor. Cennet annelerin ayakları altındadır buyuruyor.
Çünkü o, ruhumuza kıyafet giydirendir. Mukadderatımızın ilk nüvesini belirleyendir. Canından bize et ve kemik dokuyandır. Dünya algımızı oluşturan, davranış biçimlerimizi kalıplayan ve mihenge dökendir…
Hiçbir insanın ufku, annesinin ufkundan ötede değildir. Çünkü bizi formatlayan odur. İşletim sistemimizin temelini koyan odur.
O, nebilerin mürebbisi, evliyanın dadısı, serkeş ruhların seyisidir. Dikenli bahçede gül dokuyan bir derviş, balçıktan ruh ve mana devşiren bir ermiştir.
Herkes insanı terk ettiğinde bile biri onu yüreğine bassın ve sahip çıksın diye Allah anneyi var etmiştir. Dileseydi, her birimizi dallara taktığı meyveler gibi anasız-babasız da yaratırdı.
Aramızda sıhriyet olsun diye, birbirimize yakınlık duyup sahip çıkalım diye bizi aynı batında inşa etti. Kardeş, Rabbin seçip bize bağışladığı dosttur. O ne büyük bir nimettir. Fakat yazık ki İblis, ilk kanı da o kardeşlik duygusunun istismarıyla akıtmıştır.
İnsan aculdür ve cehuldur. Cahildir ve zalimdir. Kendisine verilenleri görmezlikten geldiğinde kördür ve nankördür. Allah onu “mükerrem” (hürmete layık) kılmak istedi. İblis ise ondaki batılları kullanarak batırmak istiyor…
İnsanın önündeki en büyük sınav bu! Mükerrem bir varlık olmak yahut nefsin en aşağı derekelerine düşerek kendini imha olunacak bir meta haline getirmek… O yüzden Allah kuluna inam etmeyi teklif etti. Annesine-babasına iyilikle muamele etmesini tavsiye etti. Aziz olmak, mükerrem olmak, insanlar nezdinde kıymet kazanmak isteyenlere bunun en kolay yolunu gösterdi… Şeytan ise onu tahrip etmek, batırmak, rüsvay etmek için didiniyor.
Allah (cc), gönderdiği peygamberlerle insanı, hep ruhundaki ulvi yüceliğe davet etti. Kalbindeki iman ve muhabbet çekirdeğini işleterek yeni kâinatların menşei olmasını istedi. Teklifte bulundu ama ihtiyarını elinden almadı. İnsanın yüreğindeki sevgiye talip oldu… Ama onu zorlamadı. Şeytan da bu mekanizmayı insanın aleyhine kullanarak onu rabbinden ve kutsallarından uzaklaştırmaya çalıştı. İnsanın kutsallarını kaybettiği her çağda en elim ve en acı dram yaşayan hep anne oldu. Çünkü Rabbin kudsiyeti onun varlığını besleyen en büyük güçtür…
***
Maalesef bu, çağ, İblis‘in, insan hakkındaki zannını gerçekleştirdiği bir çağ oldu. Bugün insanlık düştüğü o bataklıktan çıkmak işitiyor. Ama ne yapacağını bilemiyor. Ona rehberlik yapacak kimse yok. Ellerindeki kitaptan dolayı hakiki rehber olmaya en layık Müslümanlar, kendi içlerinde tar u mar olmuşlar. Hiçbirinde, başkaları tarafından gıpta edilecek bir hal yok.
İnsanlığa ebedi rehber olsun diye gönderilmiş olan Kur’an, onu temsil eden bizlerin kabiliyetsizliği, liyakatsizliği yüzünden itibar görmüyor… Ona muhtaç olanlar da bize bakıp vaz geçiyor. Çünkü biz Kuran’ın getirdiği umdeleri ve esasları hayatımıza tatbik etmiyoruz. Edemiyoruz.
Dinimiz, bizim temsildeki kabiliyetsizliğimiz yüzünden insanlık nezdinde cazibesini kaybetmiş. Oysa hakikaten de insanlığın yeni bir kurtuluşa ihtiyacı olacaksa o vesilesi Kur’an olacaktır.
Başta anne olmak üzere tüm kutsallarımızı Ku’ran ışığında yeniden gözden geçirmek zorundayız. O kutsalları karşı duruşumuzu yeniden gözden geçirmeli o kavram ve manaları da Kur’an ile yeniden restore etmeliyiz…
O yüzden de bugün insanlığın bize bizim de o umdelere çok ihtiyacımız var. Huzurlu, barış içinde bir dünya için Peygamberimizin örnekliğine, önderliğine ve rehberliğine çok ihtiyacımız var.
Kur’an’ı yeniden okumaya, anlamaya, keşfetmeye ve hayatımıza tatbik etmeye çok daha fazla ihtiyacımız var.
Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin sırrını, yetim ve öksüz kalışını, çocukluğunu, anne özlemini ve anneye bakışını yeniden öğrenmeye ihtiyacımız var. Annesi Amine’yi, dadısı ve süt annesi Halime’yi bilmeye, şefkatlerini hissetmeye ve hak ettikleri hürmeti göstermeye ihtiyacımız var.
Havva’yı anlamadan Âdem’i anlayamayız.
Oğlunun kurtuluşunu talep eden Hz. Nuh (as)’un, Rabbinden azar işitmesinin nedenini, karısının ruh halini bilmeden anlamamız mümkün değil. Kadının fıtratının ve duruşunun evlatlar için ne anlama geldiğini en iyi anlatan numunelerdin biridir Hz. Nuh’un karısı. Vahye karşı, imana karşı çetin bir duruş sergileyerek bir nebi ile yaşarken bile küfrün karanlığının nasıl taşınabileceğini gösterdi… Bu çağın çoğu annesi, Nuh’un karısıdır. Lilit’tir… Dünya hayatına razı oldukları için rahimlerinde bir Kudüs inşa etmek yerine, azap çiçekleri üretiyorlar…
İnsanlık hızla bir çürümeye doğru gidiyor. Belki kısa bir süreliğine insanlığa sıcak bir soluk aldırılabilir ama bu gidişat bütünüyle durdurulmazsa insanlığın akıbetini durdurmak da mümkün olmaz. Zira kadın anne olma vasfından uzaklaştıkça insan da insan olma sıfatını kaybedecektir. İnsanlık sıfatını kaybetmiş insan müsveddelerine bu evren daha uzun süre hizmet etmez. Galaktik Evren hükümeti, insanlığın emrine sunulmuş şu güzel dünyamızı, ilahi yasalar gereği altımızdan çekip alıverir…
İnsanlığı kurtarmak için anneyi yeniden keşfetmek zorundayız. Firavun’un evinde barınan Asiye’ye muhtacız. Azer’in evinde, İbrahim’i büyütecek ve ona tevhit dersleri verecek anneye muhtacız…
Musa’nın annesi gibi, Allah yolunda suya bıraktığı sepetin içindeki yavrusu hakkında kaygı duymayacak yüce gönüllü annelere muhtacız.
İlahi emre imtisalen yavrusuyla birlikte karısını, susuz ve gölgesiz Bekke vadisinde bırakan İbrahim’e, “Telaş etme, Rabbin bizi barda bırakmanı istiyorsa bizi zayi etmez…” diyen Hacer anneye ihtiyacımız var…
Evet, insanlık annesini arıyor. Nefsin her sofrasında varlığı hoyratça ikram edilen kadından, kutsal anneyi yeniden inşa etmeye, çıkarmaya muhtacız.
Yoksa insanlık mebdeini ve meadını kaybedecek! Bu dünyaya insanlığa ebediyen veda edecek.
Vâ esefa!