Üniter Devlet ve Adalet

Devlet üç Unsurdan meydana gelir; ‘ülke’, ‘millet’, ‘egemenlik’.

Bugün yeryüzünde iki tür devlet var: Üniter ve Federal devlet modeli.

Federal devlet ‘karma’ devlettir. Bir devletin federal devlet olması için birden fazla federe devleti bünyesinde barındırması ve bu federe devletin her birinin bir üst anayasal kavram altında bir arada bulunmayı benimsemesi gerekir. Ve temelde birbirinden ayrı anayasaları ve hukuk sistemleri bulunan bu federe devletlerin ‘bir arada yaşama azmini’göstermeleri gerekir.

Üniter devlette ise ülke de millet de tektir. Çünkü üniter devlet, kendisini oluşturan üç unsurun -yani ülke, millet ve egemenlik- bölünmez bütünlüğünü esas alır.

Federal -her bir federe bölgenin kendi içinde bağımsız yargı ve hukuk sistemine sahip olduğu eyalet sistemini öngören- devlet yapısında farklı milletler, cemaatler vardır. Üniter yapıda ise, devlet, ‘ülkesi’ni bölünmez bir bütün kabul ettiği gibi, ‘millet’ini de dil, din ve bölge farkı ayırt etmeksizin, bir bütün kabul eder. Her fert hiçbir engel veya ayırımla karşılanmaksızın, devletin her kademesinde görev alabilir.

Bölünmez bütünlük ilkesinin, egemenlik kavramıyla da yakından ilişkisi vardır. T.C., tekil devlet esaslarına göre kurulmuş, bütünlüğe dayanan bir devlettir… Bölünmez bütünlük ilkesi, ülke ve millet bütünlüğünün korunması gibi devletin bağımsızlığını da içine alır.

Yani Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, başlangıçta bu topraklar üzerinde yaşayan ‘tüm Müslüman unsurları’, hiçbir ayırım ve farklılık gözetmeksizin devletin esas ortağı ve unsuru kabul etmişler. Sadece Rumlar ve Ermeniler, o da Batının dayatmasıyla ‘azınlık’ statüsüne sokulmuşlardır.

O dönemde, Kürtlerin de ‘azınlık’ statüsünü sokulması için çabalar olmuştur ama dönemin önde gelen Kürt liderleri böyle bir tanıma yanaşmamış ve devletin ana unsuru olmayı benimsemişlerdir.

Öyleyse demek ki sıkıntı  üniter yapıda değil. Yani bizim devlet yapımız, teoride hiçbir ferdi, kökeni, dini ve dili sebebiyle devlet erki içinde yer almaya mani değildir. Bir Kürt bir Arnavut, bir Çerkez, devlet erki içinde yer alma bakımından bir Türk’ten daha şanssız veya daha avantajlı değildir.

Peki, bu uygulamada da böyle mi olmuştur?

Hayır! İşte mesele de burada başlıyor.

Başlangıçta hiç kimsenin bu üniter yapıdan bir rahatsızlığı yoktu. Ne zaman ki, birileri kendilerini cumhuriyetin asıl sahibi görüp, diğerlerini –uygulamalara bakıldığında ‘diğerleri’ kapsamına daha çok dindarlar ve Kürtlerin girdiğini görüyoruz– en azından psikolojik olarak dışlamaları, rahatsızlığı başlattı.

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki -büyük bir kısmının el altından kışkırtmalarla başladığı anlaşılan- kalkışma ve isyanlarla, önce Kürtler, sonra da genel anlamda tüm dindar kesimler, kasıtlı olarak ikinci üçüncü sınıf unsurlar haline getirildiler!

Şeyh Said’in, din karşıtlığı şeklinde gördüğü birtakım inkılâplara karşı çıkmak için başlattığı isyan, topyekûn bir Kürt kalkışması kabul edilip öyle bir ‘tedib’ cihetine gidildi ki, Kürtler, değil ana unsur olmak, insanca muamele görmekten bile mahrum edildiler.

Hemen arkasından gelen, İstiklal Mahkemeleri ile de dindarlar bütünüyle halkanın dışına atıldılar. Sadece Necip Fazıl’ın Son Asrın Din Mazlumları eserine bakılsa kâfi derecede acı ve hüzün bulmak mümkündür. Kurucu kadronun ‘militanik’ tutumu, ‘militarik’ güçler (Kılıç Ali gibi) çakma hakim ve savcılarla da desteklendiği için, ‘milletin bölünmez bütünlüğü’ çok ciddi yara aldı!

Demek ki problem, ‘üniter’ yapı değil, ADALETSİZLİK!  Ta işin başından itibaren adil ve eşit davranılsaydı bunlar yaşanmazdı. Ne yazık ki, kurucuların sözleriyle niyetleri birbirinden farklıydı. Aldatarak iş gördüler.

Çünkü en başta niyetleri farklıydı. Ankara bozkırında ‘ladini bir devlet’ yaratma çabaları vardı. Bu çaba, zorunlu bir şekilde dindarların/dindarlığın yok edilmesi olmasa bile kontrol altında tutulmasını öngörüyordu. O dönemde, en dindar ve dine taraftar unsur ve uleması en bol kesim Kürtler olduğu için de, en çok acıyı onlar çektiler.

Olmadık ve olmayacak bahanelerle sürüldüler, katledildiler, yok edildiler. En azından küçümsendiler, yatırımlardan mahrum edildiler. Böylece her türlü tahrik ve etnik ayrılık çağrılarına hazır hale geldiler.

Elbette eskiden de birtakım ayrılıkçı hareketler görülmüştür Kürt unsurunda. Fakat içlerindeki âlim ve ulema bunu hep önlemiştir. Ne zaman ki, laiklik perdesi altında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki tüm medreseler ve irfan ocakları söndürüldü, âlimler tar u mar edildi, artık yeni nesillere laf anlatacak kimse kalmadı.

İşte o zaman ayrılıkçı yaklaşımlar çoğaldı. Hızla ana unsurdan ayrışmaya ve kendilerini farklı hissetmeye başladılar. Ergenekon iddianamelerine bakılırsa başlangıçta devletin bir operasyonu olduğu anlaşılan PKK da bu sürece tuz biber ekti. Dolayısıyla bu süreç ve o süreç içinde yaşanan adaletsizlikler görülüp o yaralar sarılmazsa, şu kesimin kalbini kazanmak kolay olmaz. Çünkü yürüklere saplanmış sayısız paslı çiviler var.

Bugün yaşadıklarımız da, o gün, ‘millet’in bağrına çakılan paslı çivilerin zonklamalarıdır. Malum hikâyeye bakılırsa bu zonklamaların hemen geçmesi de zor.

Hani, yaşlı adam öfkeli torununu eğitmek için ‘canın sıkıldıkça şu kütüğe bir çivi çak’ deyip, yıllar sonra genç büyüyüp de öfkesini kontrol etmeye başlayınca da ona bu kere de, ‘öfkeni yendiğin her seferinde git o kütükten bir çivi sök’ dediği hikâye var ya. İşte şimdi Türkiye o çivileri sökmeye çalışan o olgun delikanlı gibi. Gün gelmiş, bütün çiviler sökülmüş. Ama o kütük hâlâ delik deşikmiş. Kim o kütüğün bütün acılarını hemencecik unutmasını bekleyebilir ki?

Beklemiyoruz, beklenmemeli. Ancak onlar da görmeliler ki, o genç hatasını anlamış. Nitekim de o çivileri sökmek çabasındadır. Tabii ki adil ve müşfik olmalı, yeni acılara yol açmamalı.

Bu konuda her iki tarafa da ‘ihtimam’ düşüyor.

Mümtaz Soysal ve Kemal Burkay gibilerin fikrine aldanıp ‘Kürtler ayrılmak istiyor’ deyip işi kestirip atmak hatadır. Onların kahir ekseriyeti ayrılmaktan yana değildir.

Yapılan anketler de bunu göstermekte.

Fakat onlar ayrılmak istemiyorlar diye, bizim adaletten ve şefkatten uzak durmamız hata olur. Gerçek bir adalet ve insan onuruna saygı esas alınmadıkça işimiz zor…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir