Van da Geçer Ya Hu!

Birkaç haftadır gündemle ilişkilerimi yine gevşetmiştim. Köln’de düzenlenen kitap fuarına katılmam, ardından babamın vefatının sene-i devriyesi münasebetiyle memlekete gitmem, araya giren kurban bayramI, gündemle ilişkimi hayli zayıflattı.

Bayram sonrası, biraz yakından bakınca gördüm ki deprem yine tam manasıyla gündeme oturmuş. Mübarek bizi sevdi, hiçbir fırsatı kaçırmıyor.

Ergenekon değil ki alıp hapse atasın. PKK değil ki, hain ilan edesin. Yakamızdan düşmüyor mübarek. Gelip vurup gidiyor ve bir anda yüzlerce binlerce insanımız ‘faili meçhul’e kurban gidiyor.

İşte gördünüz Van’ı bir kere vurdu yetmedi, dönüp bir kere daha vurdu. “Sen ne istiyorsun be mübarek bizim garip gureba Müslümanlarımızdan. Başlarını sokacak evlerini yıkıyorsun bu kış günü” dedik anlamadı, gelip otellerimizi de yıktı!

Devlet erkânı seferber, hükümet seferber, millet seferber… Maşallah herkes koşturuyor. Ama o hiç aldırmıyor. Niye illa da foyamızı çıkarmak, karamızı yüzümüze çalmak istiyor bilmiyorum. Yani ne var, müteahhidimiz biraz demirden çaldıysa, mühendisimiz idare dip cebine üç beş kuruş koyduysa, yapı denetimcimiz eşini dostunu biraz kayırdıysa, başkanlarımız ‘su akarken güğümünü doldurmak’istediyse. İlla da gelip yıkmak mı lazım o evleri, hastaneleri, devletin denetlediği binaları?

Hadi yıkacaktın, bari 5 -6 şiddetindeki bir depremle yapmasaydın, ayıp oluyor. Elin Japon’una 9’luk şiddetin bir şey yapmazken bizi 6 şiddetinle yerle bir ettin. Ele güne rezil ettin bizi deprem kardeş. Bari milyon dolar harcayıp güya tamir yapan adamın otelini yıkmasaydın!

En çok da neye üzüldüm biliyor musun deprem kardeş. O Japon’a, o yüreği pırlanta Japon’a acıdım. İnşallah Rabbim onun fani ömrünü baki bir saadete dönüştürür. Sahi ona niye kıydın? Yoksa bizim gibi anlayışsız olanlara yardıma koştuğu için mi cezalandırdın? Hem iyi niyetine yazık oldu, hem güvenine! İyi niyetinin karşılığını Rabbim Teala telafi eder inşallah ama o otele güvenmesinin faturasını kim öder bilmem. Çok üzüldüm vallahi.

Neden derseniz biz zaten ölmek için dünyaya gelmişiz. Binalarımız, hanlarımız, hamamlarımız, hastanelerimiz, hep ölüm için var. “Lidû lil mevti veb’nû lil harab” denmemiş mi? Başımıza yıkılsınlar da şehit olup cennete gidelim bir an önce diye… O yüzden yollarımız kan gölü: Müsebbibi ‘trafik canavarı’! Fakirlik, çaresizlik diz boyu; gerekçesi kader! Başımıza gelenlerin hiç birinde bireysel sorumluluğumuz yok zaten. Masumuz yani! Allah yaratır, Allah öldürür. Ne yapalım. Rabbim gâvurun, gayrimüslimin şehirlerini mamur, evlerini sağlam, işlerini düzgün yapıyor. Bizimkileri çürük!

Rabbimiz bizi çok sevdiği için bize hep afet, bela musibet veriyor(!) Yalan mı?

***

Hastalarını geleneksel tıp yöntemiyle tedavi eden bir doktor arkadaşımız, hastalara bir de anket doldurtuyordu. Ankette ‘İnsan neden hasta olur?’ diye bir soru da vardı ve bu sorunun bir şıkkı da ‘Allah sevdiğine hastalık/dert verir’ şeklinde idi.

Baktım hastaların yüzde 73’ü o şıkkı işaretlemiş. Yani hasta olmalarında kendi kusurları hiç yok! Onu görünce dedim ki “biz asla kendimizi düzeltemeyiz!”. Başımıza gelenler sadece kaderin eseriyse,  bizim hiçbir sorumluluğumuz yoksa doğru davranmaya, akılcı hareket etmeye, eşyada geçerli kuralara uymaya ne gerek var ki! Öyle değil mi? Demek ki Allah bizi millet olarak çok seviyor ki başımız dertlerden, musibetlerden ve belalardan kurtulmuyor.

Oysa Kuran, “Allah hiç kimseye zulüm(dert, bela, musibet) dilememiştir’ buyuruyor. Sayısız ayetleriyle bizi, aklımızı kullanmaya, ilahi kanunları bilip onlara göre hareket etmeye çağırıyor. Nafile!

Bir adam, Allah’ın, sevdiklerine –hadi biz diyelim imtihan etmek istediklerine- dert verdiğine inanıyorsa, tedbir almaya, hijyenik yaşamaya, sağlam binalar kurmaya, sağlıklı yaşamak için az ve temiz yemeye; yani, sünnet ve Kur’an’ın telkin ettiği emir ve yasaklara uymaya niye ihtiyaç duysun?  Niye sağlam binalar, yıkılmaz köprüler, tost olmayacak yurtlar ve hastaneler inşa etsin? Nasıl olsa öyle de yapsan böyle de yapsan Allah’ın dediği oluyor. Allah istediği zaman sağlam binaları(!) da yıktığına göre bir binanın sağlam veya çürük olmasının ne önemi var?

“Baka Allah nasıl mahvetti inanmayan Japonları. Ya! Şehirleri yıkılmadı ama bak tsunami nasıl da yerle bir etti. Hiç Allah’a karşı tedbir alınır mı?”  diye inanan adama sağlam iş yaptıramazsınız!

Sizi temin ederim bu kadar yıldır deprem gerçekliği ile karşı karşıya olduğumuz bilindiği halde yine de fay hattı üzerinde çarık çürük binalara izin veren belediye başkanlarınız da onların teknik elemanları da siyasi menfaat gereği onlara ilişmeyen siyasileriniz de aynı kaderciliğe inanıyor. Yoksa niye tedbir almasınlardı ki?

Toplumda, böylesi bir kader anlayışı hüküm sürdükçe, hiçbir şey değişmez, maddi hayatımızda hiçbir müspet gelişme olmaz!

Evet, yaralar sarılır ve her şey unutulur. Zaman her acıyı onarır. O otel de yeniden inşa edilir. Hiçbir ders almamıza da gerek kalmaz(!)

Hatırlayın, sadece 11 yıl önce 30 bin kişi vermiştik depreme. Yüz binlerce insan evsiz kaldı. Binlerce insan yaşadıkları psikolojik travmalarla perişan oldu. Hangi dersi aldık?

Siz zannediyor musunuz ki, o depremde hasar gören binalar yıkıldı yahut onarıldı. Çoğunda hala insanlar yaşıyor. Gidin o bölgelerin başkanlarına sorun, ‘niye böyle’ diye, bin tane yalan uydururlar.

Neden? Çünkü onlar da ‘E ne yapalım kader işte!’ fikrine inanıyorlar.

***

Tıpkı en büyük şehrimizin başındaki başkan gibi… Mübarek, ‘Bir deprem olursa İstanbul yıkılır’ deyu keramet buyurmuşlar.

“Hâşâ efendim, sizin gibi mübarek insanların idare ettiği şehirde deprem olur mu? Sizlere ve bu mübarek şehre Allah bir şey yapmaz!” Öyle değil mi?

Ne o? Siz inanmadınız galiba dediklerime? Zaten sizin gibi inançsızlar yüzünden her ne geliyorsa geliyor başımıza(!).  Görmüyor musunuz ki, eğer mübarekseniz(!) –ve tabii siyaseten akraba da olman kaydıyla- baş tacısınız!  Haksızlık yapabilir, rüşvet yiyebilir, çürük bina inşa edebilir, zemini müsait olmayan arsaya eş- dost hatırına 15-20 katlı inşaat ruhsatı verebilir, birisinin elindeki imkânı, uyduruk bahanelerle alıp eşinize dostunuza verebilir, koca Süleymaniye’nin altını oyabilir, İstanbul’un siluetini bozabilirsiniz. De ki yalan!

Neymiş, İstanbul yıkılabilirmiş! İstanbul ilk defa yıkılmayacak ki. Bırakın bir kere daha yıkılsın. Belki üç beş gariban daha cennetlik olur sayenizde!

İstanbul’un bir depremle yıkılabileceği bilinmedik bir şey değil ki. Sayın Erdoğan, daha 1996’da bu gerçeği gördü ve belediye bünyesinde kurduğu bir müdürlükle çalışmalar başlattı. Ali Müfit Gürtuna depremi kucağında buldu. Ne yaptı? Sayın Erdoğan’ın kurduğu birimi, uluslararası birikim ve kuruluşlarla da besleyerek elle tutulur sonuçlara ulaştı. İstanbul’un tüm bina stokları elden geçirilerek depreme karşı duyarlılıkları tespit edildi. İstanbul’un deprem haritası çıkarıldı. Tüm şehrin envanteri hazırlandı…  Hangi semtte hangi bina hangi şiddette yıkılacak, belirlendi. Zahmet buyursunlar da çağırsınlar deprem müdürünü, binaların durumu nedir ona söylerler. Belki de söyledikleri için “İstanbul yıkılır” diyor!

“Günaydın!” demek lazım! Peki, 7 yıldır İstanbul’un yıkılmaması için kendileri ne yapmışlar?

Hiç!

Haa, yaptıkları bir şey oldu. İstanbul’un önünde sonunda büyük bir depremle yüzleşeceğini anlayıp çalışmalar başlatan, olası bir depremde yerle bir olacağı bilinen İstanbul’a, alternatif şehir modeli üretmek için uluslararası kurum ve kişileri 3-4 yıl boyunca çalıştırıp Karadeniz sahili üzerine kâin harika bir proje ortaya koyan genel müdürünü, ‘niye ben düşünemedim de sen düşündün’ diye harcadı… Hem de başbakana rağmen!

Ne ise, bu konular zülfüyâra dokunan konular. Girmeyelim. Sevgili İliksiz’in başı derde girmesin! Benim söyleyeceğim şudur:

Çok yakında Van depremini de her şeyi ile unutur gideriz!

***

Tabii ki Van’ı evelallah,  adliye binaları, hastaneler, okullar, yurtlarla, iki kattan fazla irtifa verilmesi haram olan yerlere beş on katlı irtifa hakkı vererek yeniden ayağa kaldırırız! –(Ya bu arada, ayıptır söylemesi depremde çoğu kere genel evlerin yıkılmadığı söylenir. Bilmiyorum sağlam yapıldığından mıdır, bilmiyorum içinde faaliyet gösterenlerin işlerine hile hurda katmamalarından mıdır, Mevlana’nın dediği gibi. Van’da öyle bir şey var mıymış, binası ne durumda merak ettim!)- Tabii yine demirinden çalarak, yine dostumuz olan müteahhidi kayırarak ve tabii ceplerimizi doldurarak! Bir sonraki depreme kadar ‘Allah kerim!’

Cenab-ı Hak, hakikaten içimizdeki masumlar hürmetine, lütfüyle İstanbul’umuzu ve tüm şehirlerimizi korusun inşallah. Ama yazık ki deprem hiç maşallah inşallah dinlemiyor. Vakti saati geldiğinde Rabbinin ona vahyettiği şeyi (bknz. Zilzal Suresi) gerçekleştiriyor. Allah’ın (cc) lütfü ne vakte kadar devam eder bilmiyorum ama bu rüşvetçilik, bu kayırmalar, bu göz yummalar devam ederse, önünde sonunda o ‘vakıa’ vaki olur. O zaman ne mi olur?

Herkese yaptığı yanına kar kalır! Bir kere müsebbiplerin hiç birine bir şey olmaz. Ölen masumlar Allah’ın rahmetine kavuşur. Asıl suçlular ise yine karınlarını kaşıyarak ahkâm kesmeye devam ederler, tıpkı bugünkü gibi. Biz de onlara ‘Allah sizi başımızdan eksik etmesin!’ diye dua ederiz! Ve böylece bir sonraki depremde enkaz altına düşmeyi hak etmiş oluruz!

 Depremden ders çıkarmak mı? Evelallah belini bile kırarız! Buluruz bir müteahhidi, çekeriz ipe intikamımızı alırız! Hem zaten galiba Van depreminde ölenlerin müsebbibi bulunmuş!

Bir müteahhit bir otelci! Onları hapse attık mı depremden alacağımız ders tamamdır! Hatırlayın Gölcük depremini. Nasıl attık içeriye o müteahhidi. Bak deprem oluyor mu şimdi oralarda!

Allah razı olsun başkanlarımızdan, imar ve iskâncılarımızdan, plan ve projecilerimizden, yapı denetimcilerimizden, encümen ve mühendislerimizden, adamını bulup en çürük inşaatlara bile “olur!” alabilenlerimizden… Bizi evsiz barksız bırakmıyorlar sağ olsunlar.

Yaptıkları evler en küçük depremde yıkılıyor ama olsun, onlar bizim şehit olmamızı istiyorlar. Depremden ölen şehit ya!  Onların bu iyi niyetleri olmasa deprem, her beş on yılda bir binlerce insanımızı nasıl şehit mertebesine çıkaracak! Hem bakınız, deprem sayesinde kardeş olduğumuzu da hatırladık! Zaten deprem bunun için var. Yıkacak ki yeniden yapasın. Yoksa o kadar müteahhide nereden iş bulacaksın, öyle değil mi sevgili başkanlarım?

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir