Zarar Görmeden Fransa’ya Zarar Verilebilir mi?

Türkiye kendisine zarar vermeden Fransa’ya zarar verebilir mi?

Bunun cevabını Le Mond, oylamanın yapıldığı gün vermişti:

“Türkiye kendisine zarar vermeden Fransa’ya zarar veremez”

Fransa, bunun böyle olduğunu bizden daha iyi biliyor. Nerelere kadar içimize nüfuz ettiklerini, bizi nasıl ele geçirdiklerini çok iyi bildikleri için istedikleri muameleyi bize yapmakta sakınca görmüyorlar.

Nitekim oylamanın yapılacağı gün bir kadın parlamenter aynen şöyle demişti: Türklerin tepkisi sizi doğru hareket etmekten alıkoymasın. Onalar bir iki gün bağırır çağırırlar, sonra unuturlar.”

Biz hakikaten böyleyiz. Unuturuz. Harici düşmanlarımızı affederiz ama kendi aramızdaki husumeti hep canlı tutarız. Bizi büyük millet yapan belki bu huyumuzdur ama devletlerimizin sık sık dâhili inkırazlar yaşamasının sebebi de odur.

İşte görüyorsunuz, Fransa karnını kaşıya kaşıya bu milletin tarihine, şerefine el uzatıyorken bile içimizde taraftarlar bulabiliyor. Dünün İslamcısı ve nurcusu –sonunda o da pkk taraftarı oldu diyorlar- Altan Tan –ki ben hala da onu müstakim bir Müslüman görmek niyetindeyim- bile, aynı gün, çıkıp diyor ki, “Ermenilere yapılan haksızlık ve zulüm itiraf edilsin!” dedi.

Hay hay! Onların ırz, mal ve canlarının önce Kürt eşkıyası tarafından pa mal edildiğini de itiraf edelim mi?  600 yıl boyunca Müslümanlarla hiçbir problem yaşamadan ‘Tebaa-yı  sadıka’ sıfatını hak edecek kadar bizden birileri gibi yaşayan Ermenileri, Müslümana da Osmanlıya da düşman hale getirenlerin Kürt eşkıyası  olduğu  gerçeğini dile getirelim mi? Zaten topraklarında ırgat gibi çalıştırdıkları Ermenilerin bir de namus ve ırzlarına tasaddi etmek hangi kanunda ve dinde var?

Açın bakın Osmanlı Arşivlerini. 1860 ile 1894 arasında Babıaliye ulaşmış binlerce dilekçe var ki hepsi mazlum Ermeni vatandaşlarına karşı Kürt eşkıyanın işlediği toplu ve bireysel zulüm ve işkencelerden nikahlı kadın kaçırmalardan ve kadın ahaliyi alıkoymalardan söz ediyorlar.  Osmanlı idarecileri, yazık ki din adamlarının ve cemaat önde gelenlerinin gönderdikleri bu sayısız dilekçelere mukni bir cevap verememişlerdir. O yüzden de sonunda onlar da silahlanma ve gelen ilk yabancı güce sığınma ihtiyacı duymuşlardır!

Beyefendi bunu aklına getirmiyor. Kendi eşkıyasının kanun tanımazlığını görmezlikten geliyor. Kanun ve düzen hatırlatıldığında, ‘kanuna düzene uysaydık hala eziliyor olacaktık’ gibi bir martaval uydurmuş gidiyorlar. Varsa yoksa esasında İslam’a karşı oluşturulmuş bir batı projesi olan milli devletin zulmü! Üstelik de yapılanları Müslüman Türk halkına mal ederek!  Kendi eşkıyalıklarından hiç söz etmiyor.

Oysa Bediuzzaman –Kürt sorununun hakiki bir reçetesi olan- Munazarat’ta, meşrutiyetin, yani kanun hâkimiyetinin kendi bölgelerine gelmemiş olmasından yakınan aşiret reislerine, merdane bir şekilde “Eğer meşrutiyet buraya gelmemişse, sizin divaneliğinizden korktuğu içindir. Zülüm, Meşrutiyetin hatasından değil, kafalarınızdaki cehaletten kaynaklanan karanlıktandır. Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Kudan ve Mamehoran aşiretleri, -bir hükümetin mensubu olmaları gereği- vermeleri gereken vergiyi, asker gelmeden hazır etselerdi, şu kadar zulme uğramayacaklardı. Eğer bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, hamiyet ehli insanları dahi zorba haline getirir. Hükümeti, sizin hakkınızda zorbalık yapmaya sevk eden sizin cehaletinizdir” şeklinde haykırdığını biraz hatırlasa, Fransız’ın ettiğine burada alkış utamayacaktı. Demek ki risaleleri de öylesine okumuş. Yoksa o mübarek zatın, “ben tokadımı Antranik ile belikte Enver paşaya vurmam’ sözünden nasip alırdı!

Ama kin ve nefret o kadar gözeri kapatmış ki, yüreklerindeki sayısız din, akrabalık ve coğrafya birliktelikleri bile müstakim, mümin gibi davranmalarına yetmiyor. Daha da insafsızı, bir tür deccaliyet düzenlemesi olan ve her müslümana şu veya bu şekilde ilişen bir rejimin hatalarını, dinde kardeş olduğu bir milletin üstüne yıkma zulmünü işlemekten de zerre miktar sakınmıyorlar.

Kurucu gücüne karşı sarf edilen aşağılayıcı inkârcı söylemler açısından bugünkü Meclis, maalesef 1876 Mebusan Meclis’nden de farksız hale gelmiştir. Bunu da serbestlik ve demokrasi sanıyorlar.

Zaten bizde demokrasi,  böyle ahlaksız niyetlere kurban edildiği içindir ki sıradan Müslümanlar hala ona karşı müstenkif duruyorlar! Oysa demokrasi herkesin her şeyi söyleyebildiği ama kanunlara uyduğu  bir rejimdir.

Siz demokrasiyi içinizdeki saklı niyetlerin aracı haline getirdiğinizde karşılaşacağınız tutum da sizinki gibi olur! Nitekim de öyle oluyor.  Osmanlı, ‘her kavim kendi içinde bir serbestliğe sahip olsun’ diye kanunun hâkimiyetini ön gören Meşrutiyet rejimine geçmek isteyince o güne kadar niyetini gizlemiş olan tüm ayrılıkçı unsurlar, bu durumu millet ve vatan aleyhine kullanmakta beis görmediler. Şimdi de aynısı yapılıyor. Adam parlamentoya girmiş, yemin etmiş ama garazkâr. Hiçbir müspet açılıma, yaklaşıma prim vermiyorlar. İşte gördünüz, BDP eş başkanı –ne demekse- Demirtaş, “Uludere katliamını Başbakan emretti’ diyecek kadar, tahrikkâr ve tahripkâr hareket ediyor.

Sonra da diyorlar ki, neden birileri darbe yapıyor. Kardeşim, önce mevcut hakkınızı kanunlar çerçevesinde kullanmayı öğreneceksiniz!

Ne ise kapatayım bu mevzuyu. Kendisinden yakındığımız dâhili husumete yeni malzemeler icat etmeyelim. Zira içerdeki husumet, hariçteki hasımlarımızın bizi yıkmak veya kendilerine mecbur etmek için çok şey yapmalarına ihtiyaç bırakmıyor.

İşte Fransa’nın çok iyi bildiği bu gerçeklerdir ki, koca bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin haysiyetini, 3 milyonluk Ermenistan için hiçe sayabiliyor.  Türkiye’yi niye kale alsın ki. Komünistimiz, ateistimiz, PKK’lımız, nifakçılarımız, gönüllü uşaklarımız, zaten onlar hesabına millete ağzının payını veriyorlar. Şu koca Türk milletinin düştüğü hale bakın! Nerede ise koca bir tarihin düzmece olduğuna inanacağım!  Herhalde, bu millet tarihin hiçbir döneminde bu kadar aciz, çaresiz ve tepkisiz olmamıştır.

8 milyonluk bir İsrail, tüm İslam dünyasını dize getirmiş. 3 milyonluk Ermenistan, Tüm Avrupa’yı ve Amerika’yı kendine hizmetkâr etmiş!

Ne sayesinde?

Biz Müslümanların birbirimize duyduğumuz kin ve nefret sayesinde. Yani Şark husumetiBediuzzaman yıllar önce şu marazı tespit edip, ‘Şark husumeti’nin sona erdirilmesini istemiş ama kim dinler! En çok dinlemesini arzu ettikleri dinlemiyor ki başkaları da kulak versin!

***

Evet, Le Mond doğru söylemiş: “Türkiye kendisine zarar vermeden Fransa’ya zarar veremez!”

Yani sadece bizim içimizdeki batıcı uşakları, nifakçıları, ayrılıkçıları teşvik etse, 25 sene Türkiye’yi kendi kendisiyle meşgul edebilir…  Dede Babuna’nın bir hikâyesini okumuştum bir zamanlar. O sıralarda  Mısır, ‘alacaklarını tahsil etsinler diye’ İngilizlere kiraya verilmiş(!) Bir bin başı bir müfreze ile koca kıtayı kontrol altında tutuyor. Babuna, bir Osmanlı elçisi olarak bu binbaşıyı ziyaret etmek istiyor.  O da “buyur!” ediyor. Babuna içeri girdiğinde bakmış ki binbaşı, ayağını masaya uzatmış küstahça oturuyor. Bir süre Babuna’nın içeri girdiğini görmezlikten gelerek öyle kaldıktan sonra, ayaklarını topluyor ve güya yeni fark etmiş gibi ayağa kalkıyor.

Babuna sinirleniyorr ve diyor ki, ekselansları, siz burada bir müfreze ile bakıyorum saltanat sürüyorsunuz. Sizin buradaki varlığınız bir bölük Osmanlı askeriyle son bulabilir!

Binbaşı son derece pişkin!

‘Hangi bölük’ diyor, müstehzi müstehzi gülerek. Sonra ekliyor: “Artık asla buraya gelme imkânı bulamayacaksınız. Çünkü her gün problemlerinizin biraz daha arttığına şahit olacak, buraya gelmeye fırsatınız olmayacak!”.

Evet, o günden bu yana harice bakmak için fırsatımız olmamış. Önce baş belası bir rejim ile Müslüman halk birbirine düşman edilmiş.  Sonra fakru zaruretle bu millet karneye bağlanmış, derken Hitler’cilikle, Turancılıkla meşgul ettirilmiş. Ardından Solculuk sağcılık gelmiş. Bu milletin çocukları caddelerde sokaklarda birbirini insafsızca kırdırılmışlar. Sonra bu gerekçe yapılmış darbeler düzenlenmiş, milletin talepleri ertelenmiş.

Bugün de Kürtçülük var kullandıkları Alevi- Sünnilik ise her daim stepne olarak tutuluyor. E şimdi siz karar verin, bu kadar fitne fücur içimizde varken, niçin bizden çekinsinler yahut saygı duysunlar. Vehen, yürekleri kapladı mı insanda heybet meybet kalmaz!  Düşünün CHP lideri gidip Suriye’de iktidarı Esad’a şikâyet edebiliyor. Nerede ise Fransa’ya alkış tutacaklar! Dolayısıyla, sadece içimizdeki nifak sayesinde bile “Fransa’nın küstahlığı yanına kar kalır” diyebilirim. [1]

Üstelik Türkiye Cumhuriyeti, zaten yeterince garip bir devlet… Hep Batının, Türk halkı nezdindeki jandarması gibi davranmış, hep Türk milletini hizaya sokmak için uğraşmıştır adeta. Batının çıkarıyla Halkının talepleri arasında kaldığında Batının arzusunu yerine getirmeyi kendi halkının arzularına uymaya tercih etmiştir. Bir hatırlayın, Yunanistan’ın NATO’ya girmesi için  Türkiye’nin izni gerekiyordu. Siviller buna yanaşmayınca askerlerimize darbe yaptırdılar ve ilk iş Yunanistan’ın NATO’ya girmesini hallettiler. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde Fransızların yanında yer aldı.

Keza geçen yıl Fransa’nın NATO’ya dönmesi için de Türkiye’nin  izini gerekiyordu, Türkiye, hiçbir şey talep etmeden, hatta AB’eyi girmesinin önündeki en büyük mani olmasına rağmen hiçbir halt etmeden Fransa’ya izin verdi. Danimarka başbakanı Rasmussen  de dinimize küfr ede ede, Türkiye’nin müsaadesiyle NATO Genel Sekreteri oldu. Vesaire, vesaire…

Yani biraz kuru gürültü bizimkisi… Atıp tutmalarımızın boş olduğunu Fransa iyi biliyor. Nitekim öğrendiğime göre, sadece uçak alım ihalesi yokmuş gündemde son derece kiritik bir işlem olan elektronik pasaport ihalesini de meğerse Franasa’ya vermişiz. Hem de süreç tık tıkır devam ediyor. İhaleyi alan da bir yığın beceriksizliği ortaya çıkmış bir firma imiş…

Fransa, ordumuzun resmi ve sivil ortağıdır… Cemaziyel evvelimizi de ahirimizi de biliyor. Oturdum, kabataslak içimizdeki Fransız markalarına baktım. Nelerimizi Fransızlara borçluymuşuz diye. Yazık! Bizi resmen eldiven ve çoraba çevirmişler… Ve hak verdim o hatuncağıza:

“Bakmayın Türkler biraz bağırır çağırır ama sonra ‘kıçlarının üstüne’ otururlar!”

Bakacağız. Bu iktidar da eskiler gibi –affedersiniz- ‘kıçının üstüne’ mi oturacak yoksa hakikaten Fransa’nın canını yakacak bir yol bulacaklar mı?

İnşallah bir kere daha haysiyetsiz bir şekilde boyun büküp  ‘göbeğimize bakmak’ zorunda kalmayız.

Şu milleti; tarihe şan ve şerefle hükmetmiş şu millete ne olmuş ya Rabbi?


[1] Allah’tan hala adamların haysiyetli parlamenterleri var da şimdi kendi meclislerinin yaptığı yanlışı telafi etmeye çalışıyorlar. Bakarsınız Fransız hukuk adamları lütfederler de haysiyetimizi kurtarırlar!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir