Demokrasilerde, kimsenin kimseyi ‘tanımama’ lüksü yoktur.
Başbakan olmak bu kuraldan sizi muaf kılmaz. Dolayısıyla Bahçeliye ‘benim muhatabım değildir’ diyemezsiniz. Madem ki bir partinin lideridir ve madem ki milletin oyu ile Meclis’e girmiştir, onu muhatap almak zorundasınız sevgili Başbakanım!
Uzlaşmak, uzlaşma yollarını bulmak, herkesten önce size düşer çünkü.
O makamda bulunduğunuz sürece, hırçınlık muhalefetten, yatıştırmak sizden,
Öfke muhalefet ve basından, sakinleştirmek sizden olmalıdır.
Gerçek demokratlık bunu gerektirir. Üstelik bu millet sizinle daha çoook fırtınalı denizler geçmeyi umut ediyor. Siz böyle küçük dalgalarda böyle tavır sergilerseniz, hakkınızdaki umudu zedelersiniz!
Sayın Baykal’ı da. Ve hatta ‘ayrılıkçı’ diye itham edilen DTP lideri Türk’ü de muhatap almak, itibar etmek, fikrini sormak zorundasınız. Hatta sıradan bir vekili bile.
Aksi takdirde birileri de sizi muhatap almak istemez ki, 60 yıldır biz o beladan kurtulmaya çalışıyoruz!
Aman ha dikkat! Milleti bile muhatap almayan bir kesim ortada cirit atarken ve askerler gün ortasında açıkça milleti tehdit etmeye kalkışırken, onların eline fırsat vermeyiniz!
Kuvvetler ayrılığı esası üzerine bina edilmiş bir demokrasi de ‘kuvvetler’ birbirini muhatap almak zorundadır. Yoksa gücü eline geçiren cunta olur.
Sevgili Başbakanımız gerçekten demokrasiye itimat ediyorsa, bir muhalefet lideri için ‘O benim muhatabım değil’ dememeli.
Bahçeli, bal gibi de Sayın Başbakan’ın muhatabıdır! Muhalefet üslubu hoşuna gitmese de Bahçeli’nin fikrini almalıdır! Yoksa iş demokrasi olmaktan çıkar tiranlıklara döner.
Merak etmesin, millet olup bitenlerin farkındadır. Ve zamanı geldiğinde birinci olan partiyi bir darbede yüzde 1’lere indirir, ikinci olan partiyi de parlamento dışı bırakır.
***
Evet demokrasi konusunda ‘taraf’ olmak lazım.
Nedense bugünlerde kendimi pek bir ‘taraf’ ve ‘taraf’tar hissediyorum. ‘Taraf’ olmak, ‘taraf’tar olmak sevimli geliyor bana şu günlerde. Demokrasiye, milli iradeye, özgürlüklere ‘taraf’tarlık.
Gençliğimizde bî-taraf olan (yani taraf’ı olmayan) ber-taraf olur (yok olur) derlerdi. Demek ki bir ‘taraf ‘ımız olduğu için bugünlere ulaşabildik.
Sevgili dostum Bahattin Sağlam’ın bir sözü vardı: Şark’tan batıya üç kişi sürüldü. Bunlardan ikisi sistemden ‘taraf’ oldu. Onlar ber-taraf olup gittiler. Bir tanesi ise Nur’un ve Hakk’ın ‘taraf’ını tuttu, milletin yanında yer aldı. O yüzden onun açtığı yolda milyonlar milyonlar yürüyor şimdi.
Siyasetçilerin tartışmaları, boğuşmaları, iç siyasette birbirine üstünlük kurmak için birilerinin ‘dışardan destek’ araması, birilerinin Mehmetçiğin kanı ve milletin canı üzerinden diğerine posta koymaya çalışması, milleti artık ilgilendirmiyor. Millet, yolunda ve geleceğe emin adımlarla yürüyor.
Yeterince bekleyip sabreden herkes gibi Türk milleti de artık maskelerin arkasındaki yüzleri gerçek haliyle görmeye başladı.
Hürriyet ve demokrasi var olsun!
***
Geçmiş İslam kahramanlarının istibdada neden bu kadar yüklendiklerini şimdi çok daha iyi anlayabiliyoruz.
Çünkü eskiden ‘ne diyorlarsa oydu’ her şey. İmamın keçisi çalınırdı, derlerde ki ‘imam keçi çaldı’. Herkes de sanırdı ki imam keçi çalmış. İmam kahrolur, halini kimseye de anlatamazdı.
Öğrencilik günlerimizde her gün sapır sapır gençlerimiz ölürdü, bazen ‘faşistler öldürdü’ bazen de ‘komünistler öldürdü’ derlerdi.
Sonra aydınları öldürdüler. Ve her seferinde ‘mürteciler öldürdü’ dediler. Şimdi de bütün melanetler PKK’ya fatura ediliyor.
Ama artık kimse yemiyor.
Çünkü artık herkes biliyor ki, İpekçi’yi, Emeç’i, Mumcu’yu, Üçok’u, Hablemitoğlu’nu ve ötekilerini faşistler veya komünistler öldürmedi. Kendilerine ‘Ergenekoncu’ diyenler öldürdü. Ellerinde silah tutanların sivildeki uzantıları.
Kanıtlar, belgeler, kayıtlar, bantlar ortalıkta uçuşuyor. Her gün yeni hünerleri ortaya çıkıyor. O yüzden de artık ‘tertip’lerini birilerinin üstüne atamıyorlar. Çünkü hemen yakalanıveriyorlar.
Çünkü artık devir eski devir değil. Yalanlar yatsıya kadar bile sürmüyor. İpler hemen pazara dökülüveriyor.
Eskiden yalanları çıkmazdı. Ez kaza birileri, çevirdikleri dolaplarının farkına vardıysa -Mumcu gibi- onu hemen elindeki dosyalarla birlikte imha ederler, suçu da konjüktüre göre birilerine yıkarlardı. Şimdi yapamıyorlar. Eylemcileri hemen yakalanıveriyor, planları hemen çözülüveriyor.
İşte bakın, askerlerimiz orada şehid edilirken, birileri, Genelkurmay’ın olup bitenleri, BBG evini izler gibi izlediği ve ama müdahale etmediğini tespit ediyor ve delilleriyle birlikte milletin önüne koyuyor.
Çıkıp bu iddialara cevap vermesi gereken komutan paşamız, hışım ve öfkeyle basını, siyasetçileri ve milleti tehdit ediyor:
‘Bana böyle şeyleri soramazsınız. Elimde silah var. Kan dökülür ha. Ve bunun da mesulü siz olursunuz. Tarafınızı seçin. Ya benden yanasınız ya karşımda!’ demeye getiriyor.
– Peki, sevgili komutanım, iddialara cevap vermek gibi kolay bir yol varken, neden zor olan yolu seçiyorsunuz?
– TSK güçlüdür! Cevap vermek zorunda değildir! (Tevekkeli bu ülkenin siyasileri de böyle çıkışlara muhatap ola ola birilerini muhatap almamaya alıştı demek!)
– Tamam biliyorum güçlüsün. Allah gücünü arttırsın da sen o gücü, bu milletin etinden tırnağından biriktirip iline verdiği silahtan alıyorsun. Millet de senden soruyor: Neden gördüğün halde müdahale etmedin? 16 saat süren bir çatışmada, bir bölük komandoyu sergerdelerin arkasına neden indirip imha etmedin?
– Bak üstüme, gelme kan dökülür ve bundan da sen mesul olursun!
Zavallı millet, yukarı tükürse bıyık aşağı tükürse sakal. Bir tarafta dipçik, bir tarafta hakikat!
Şu millet ne kadar bahtsız Ya Rabbi?
***
Yıllarca evlatlarını kör teröre kurban verir, ‘vatan sağ olsun’ der. Sınırdan bir bölük terörist gelip geçer, aman incinmesin diye hesap sormak şöyle dursun “en büyük asker benim asker” deyip onu pohpohlar.
Karakollarımızı basarlar, canımızı yakarlar, yiğitlerimiz nahak yere toprağa düşer, orada can siperane bir kavgadır verilir. Saatler süren çatışma sonunda teröristler uzaklaşıp giderler. Birileri de merak edip sorar:
– Hani uçaklarımız vardı, hani arkadan bindirme tugaylarımız vardı, hani arkadan sarıp eşkıyayı imha etme imkânına sahip çekirge yiyen çekirgelerimiz vardı?
Daha bu sorulara cevap bulamamışken bir de öğreniyoruz ki, o gün olup bitenler uydudan izlenmiş de hiç müdahale edilmemiş.
Komutanımız çıkmış öfkeyle haykırıyor: Sen bunu söyleyemezsin. Bu görüntüleri sızdıran vatan hainidir. Ve sen ey basın bunu hangi cüretle yayınlarsın? Ey millet sen buna niye inanırsın? Şimdi ben senin kafanı kırmaz mıyım?
Doğrudur benim sevgili komutanım. Kanıtlar ne derse desin, deliller ne gösterirse göstersin, ben sana inanmalıyım. Gözüme mi inanacağım sen dururken! Bu millet nankör oldu. Gidip gidip AKP’ye oy veriyorlar. Yürüt üzerlerine tankları da hadlerini bildir!
***
Sizi dinlerken, yüzünüze baktım sevgili komutanım! Telaşınız öfkenizden daha büyüktü. Büyükler, yalan söylerler bazen çocuklarına, bilirsiniz. Sonra yakalanıverdiklerinde nasıl büyük bir öfkeyle çocuklarını azarlarlarsa siz de öyleydiniz işte!
Sevgili komutanım, biz, ‘hırsızlar, bu sapa sağlam kapıdan nasıl girdiler içeriye?’ diye merak ediyoruz, ‘kapıyı siz kasten açık bıraktınız’ demiyoruz ki!
Yoksa öyle bir durum mu var? Mahallenin, sevmediğiniz ‘zıpkın delikanlısı’ zan altında bırakmak için. Akla da gelmiyor değil hani!
Neyse olmadı işte. Yine birileri oyunu bozdu. Kızıyorsunuz ama iletişim çağında yaşamak işte böyle bir şey. Hiçbir şeyi gizleyemiyorsunuz. Eski usuller de sökmüyor artık. ‘Ben şöyle yaparım bilinmez, şöyle derim duyulmaz’ diyemiyorsunuz. Biliyorlar, duyuyorlar işte.
İyisi mi siz sadece askerliğinizi yapın. O zaman ne başınız ağrır, ne itham altında kalırsınız! CHP’nin ‘laikçilik’ oltasına takılır, siyasette taraf olursanız daha çoook “valla billa ben yapmadım” demek için milletin huzuruna çıkmak zorunda kalabilirsiniz!
*** *** ***
Bu yazı “16.Ekim.2008 12:28:11” tarihinde gasteci.com’da “Başbakan, Bahçeli’yi muhatap almak zorunda!” başlığında yayınlanmıştır.