Zalimine Engel Olmayan Zulmüne Müstehak Olur!

Tarih boyunca meydana gelmiş bütün kargaşa ve ihtilallerin üç temel nedeni vardır:

Biri; Sen çalış ben yiyeyim,

İkincisi; Ben toksam sen açlıktan ölmüşsün bana ne.

Üçüncüsü; haklıyım çünkü güçlüyüm!

İslam, insan tabiatının, sosyal yapıyı mahveden bu üç öldürücü marazına karşı, ‘mücerrep devâ’lar da sunmuş!

Birinci marazı “faizi yasaklayarak” ortadan kaldırmıştır. Böylece emeğin sömürülmesinin önünü kapatmıştır.

Kuran, faiz alıp vermeyi “Tanrıya ve elçisine savaş açmak” olarak niteler. Bunu bilen hiçbir insan ve toplum buna kalkışmaz. Kalkıştıkları takdirde de Tanrı onlara savaş açar. Yani ekonomik dengeler bozulur, gelir dağılımında adalet dengesi kaybolur ve toplum katmanları arasında kavga başlar. Hücrelerin birbirini yiyip bitirdiği kanserli bir vücut gibi toplum tükenip gider.

İkinci marazı ise “zekatı farz kılarak” tedavi etmiştir. Zekât, gelirin sosyal sınıflar arasında adilane dağılmasını sağlar. İslam, zekât emriyle büyük bir sosyal problemi temelinden halletmiştir. Çünkü ‘hizmete muhtaç olan varlık sahipleri’ ile ‘hizmet sunma imkânına sahip muhtaçlar’ arasında merhamet ve saygı özlerini var etmiştir.

Böylece toplum katmanları arasında öfke, gayz ve nefretin doğmasını önlemiştir. Zekat bir ilahi emir ve görev olduğu için zengin verdiği zekat ile başa kalkamaz. Fakir de o parayı almaktan dolayı minnet duymak zorunda değildir. Ama yine de bu alışverişin, taraflar arasında saygı ve merhametin tesisine büyük hizmeti olduğu bilinir.

Bu malum…

Üçüncü problemde ise problemin çözümü insanın iradesine ve zamana bırakılmıştır. Çünkü zulüm ve adalet dengesi evrensel bir olgudur. ‘Zulüm arşı sallar’ denmiş o yüzden. Tanrının mülkü adalet üzerine kuruludur. Adalet bozuldu mu evren de bozulur.

Burada, adliyeyi ilgilendiren ‘adalet’ten söz etmiyorum tabii. Evrenin altı temel hakikatinden biri olan ve ‘her bir şeyin yaradılış amacına uygun kullanılması’nı hedefleyen ‘Adl’ isminin tezahürlerinden söz ediyorum…

Kâinatı, bir atölye, bir fabrika, bir işletme veya bir hükümet gibi düşünelim ve Cenabı Hakk’ın her bir ismini de o mekanizma içinde varlığı zorunlu olan bir bakanlık veya genel müdürlük gibi zihnimizde canlandırmaya çalışalım…

Nasıl ki, devletin bir başkanı, bir başbakanı, bakanları, genel müdürlükleri varsa şu kâinatın da böyle iç içe geçmiş işleri ve faaliyetleri vardır. Bu iş ve faaliyetlerin her birisi Cenabı Hakkın bir isminden tezahür eder.

Mesela, Rahman ismi! Kainatın her bir zerresine öyle nüfuz etmiş ki, bu alem dairesinde, varlık sahasına çıkan her bir mahlukun, iaşesi, ibatesi, ihyası ve varlığını takdir edilen zamana kadar sürdürmesi, Rahman isminin güvencesi altındadır.

Keza Rezzak ismi, her canlının, var edildiği andan öleceği ana kadar bütün rızkını temin ve tedarik etmekle yükümlüdür.

Rabb ismi, her bir varlığı sanki sadece o varmış gibi barındırılıp geliştirilmesi ve haklarının muhafazası ile görevlidir.

Rahim ismi, yapılan hiçbir hizmetin karşılıksız kalmaması ve her bir hususi niyaz ve talebin işitilip cevaplandırılması ile mükelleftir.

Benzetmede hata olmasın Cenab-ı Hakkın her bir ismi, güya, ‘Allah (cc) Hükümeti’nin bir nâzırı, bir mükellef baş görevlisi gibidir…

Kâinat, bu isim ve sıfatların birlikte oluşturduğu “faaliyet-i rububiyye’ sonucunda var olmuş ve varlığını sürdürebilen bir ‘işletme’ gibidir.

Bu işletmenin de bir sistemi var. Bilgisayar’daki ‘sys.com’ komutları gibi, kâinat sisteminin de, tüm çalışmasını sürekli denetleyen, bir insicam içinde cereyan etmesini sağlayan temel komutları vardır ki bunlara “İsm-i azam” denmiş. Bu büyük isimler, kainattaki işletim sisteminden de anlaşıldığı gibi Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus’ isimleridir.

Bu şu demektir, kâinatta hiçbir faaliyet, bu altı ismin tasarrufunun dışında olamaz.

Ferd: Yani her şey tektir. Cisimler her ne kadar birbirine benziyor gibi görünse de aralarında bir fark mutlaka vardır. Olmak zorunda. İki şey asla tıpatıp birbiri gibi olamaz. İnsanların siması ve tıpa tıp bir olan cep telefonlarındaki ‘iemı’ farklılığı gibi…

Hay: Yani hayat ve Enerji. Var olan her bir şey diridir, diri olmalıdır. Yani diriliğin bir vasfını mutlaka kendinde barındırmalıdır. Nitekim her şeyin enerjiden ibaret olduğu ve şekillerin de enerjinin safhaları olduğu artık bilinmektedir. Öyleyse bu kainat içinde yer alacak her bir şeyde hayatın bir mertebesi bulunmak zorundadır.

Kayyum: Şekli belirleme ve varlığını sürdürme hakkı. Her bir nesne kendi DNA’sında belirlenen özelliklerle ortaya çıkma hakkına sahiptir. Kimsenin onu bozmaya hakkı yoktur. Varlığın şeklini koruma hakkına müdahale edildiğinde, Kayyum sizden feci intikam alır. Nitekim atom çekirdeğine yaptığımız müdahalenin insanlığın başına neler açtığını görüyoruz. Tabii ki, eşyanın yapısının, müdahale edilebilir olması ayrı bir büyük nimettir!

Hakem: Bu isim sadece insanlar arasındaki ihtilafların çözümüne bakmaz. Her biri müstakil ve ilahi olan isim ve sıfatların da Alemlerin Rabbi Allah tarafından takdir edilmiş çizgilerde kalmalarını da sağlar.

Anlaşılması için bir misal vereyim. Mesela, Rahman ismi, kul ne yaparsa yapsın cezalandırılmasını istemez. Çünkü Rahman, Alemlerin Rabbi’nin, sonsuz ve zahir hal almış merhametidir. Cehennem’i istemez. Ama Allah’ın Rahim gibi Adl gibi, Hakk gibi cenneti ve cehennemi gerekli kılan isimleri de var. Rahman’ın, onların hakkını selbetmemesi için Hakem devreye girer… Her bir isme kendi tasarrufunu yapma hakkı tanır…

Kuddus: Mutlak nezafet ve paklık. Bakın şu kâinata. Şu muhteşem devinime rağmen ne kadar temiz ve ak pak. Kâinat her saniye katrilyonlarla ifade edilebilecek var edilişler ve yok edilişlerin gerçekleştiği muazzam bir atölye. Bildiğimiz yıldızlar vesaireler bir yana, her bir zerre, takyon, foton ve hatta zihnimizde canlanan sayısız hayaller ve suda beliren kabarcıklara varıncaya kadar, insan hafsalasının asla ihata edemeyeceği sayılarda yaratıklar var edilir ve yok edilir. Bunların cenazeleri, atıkları, artıkları yine bu kâinat içinde kaldığı halde hiçbir kirliliğe meydan vermezler. Denizlere bakın, havaya bakın. Tabiata bakın. Sırtlanlardan karıncalara, onların bıraktığı kurtçuklar ve mikro organizmalara kadar; kartallardan sineklere ve sinekçiklere ve bakterilere kadar her bir şey şu kâinatta Kudüs isminin kadrosu içinde yer alan temizlik memurlarıdırlar. Ormanlar da havamızı tarayıp temizlerler.

Şu küremiz, saatte 25 bin kilometre hız yapıyor. Sesini duyabiliyor musunuz?. Hayır. İşte bu işlere de Kuddus ismi bakar… Yani her bir İsim ne yapacaksa yapacak ama kainattaki şu nezafet ve temizliğe kesinlikle riayet edecektir!..

Ve geldik ADL ismine…

Adl isminin kâinat içinde ne anlama geldiğini Bediuzzaman’dan yapacağım alıntılarla aktaracağım. Neden derseniz:

Önümüzdeki Pazar günü başlayacak Adalet Sempozyumunu siz sevgili okurlarıma haber vermek istedim.

18-20 Kasım tarihleri arasında yapılacak sempozyum’da Bediuzzaman’ın Adalet kavramına getirdiği yeni açılımları işleyen bildiriler sunulacak. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı adına Prof Dr. Faris Kaya’nın akademik başkanlığını yaptığı sempozyumda 90 tebliğ sunulacak. Dünyanın dört bir yanından gelen bilim adamları, İstanbul’da, insanlığın bugün en çok muhtaç olduğu adalete, İslam ve Risale-i Nur perspektifinden yeni çözümler arayacaklar. Dünya adaletini İstanbul’da arayacak yani… (Açılış: Pazar günü İstanbul Gösteri Merekzi’nde saat 9:45’te olacak)

Sizi oraya davet ederken, Bediüzzaman’ın ‘ADL isminin kâinattaki tasarruflarını anlattığı küçük bir alıntı ile baş başa bırakıyorum:

“Sonra ism-i Hakem’in cilve-i âzamı arkasından bak ki, ism-i Adl’in cilve-i âzamıyla, (…) bütün kâinatı, mevcudatıyla, faaliyet-i daime içinde öyle hayretengiz mizanlarla, ölçülerle, tartılarla idare eder ki, ecrâm-ı semâviyeden (yıldızlardan) biri, bir saniyede muvazenesini kaybetse, yani ism-i Adl’in cilvesi altından çıksa, yıldızlar içinde bir hercümerce, bir kıyamet kopmasına sebebiyet verecek…” (Lem’alar, 30. Lema, 6. Nükte, s.631)

* * *

Kainatın varlığını sürdürmesinde, bu kadar önemli ve anlamlı bir görevi üstlenmiş bulunan adl ve adaletin, sosyal hayatımızdaki yerini izah etmeye gerek yoktur. Aslında Zulüm nasıl ki eşyanın asıl amacının dışında kullanılması ise, adalet de her şeyin yerli yerinde kullanılması anlamına gelir.

Adli literatürdeki anlamıyla bugün ‘adalet’e baktığımızda, dehşet manzaralarla karşılaşıyoruz.

Giriş paragrafında da değindiğim gibi, bugün dünyanın dört bir tarafında yangınlar, sosyal yıkımlar ve savaşlar varsa, tamamen insan hırsının, adalet duygusundan mahrum olan tasarruflarından dolayıdır.

Bizim medeniyetimizde, kuvvet kanunda olduğu için, adalet hükümferma idi. Batı medeniyeti ise hakkı, ‘gücün hakkı’ haline getirdi. Kuvveti kanundan alıp güce teslim etti. Bugün Batı, “Ben güçlüyüm ve öyleyse haklıyım” diyerek bizim yurtlarımız ateşe veriyor. Sesimizi çıkartamıyoruz. Sesini çıkaranların da başına gelen belalara seyirci kalıyoruz.

Öyleyse acilen, dünya üzerinde adalet yeniden tesis edilmeli ki, insanlığın geleceği risk altına girmesin. Çünkü zulm ile insanlığın hayatını sürdürmesi imkânsızdır.

Zalimin eli tutulmazsa, ona seyirci kalınırsa, seyirci olan da zalim muamelesi görüyor ve ilahi cezaya müstehak hale geliyor. Müslümanların başından belaların eksik olmamasının bir sebebi de içimizdeki zalimlere mani olmayışımızdır.

Saddam bir semboldü. Tahttan düştüğü için bugün herkes ona saldırabiliyor. Oysa İslam dünyasında her beş kişiden biri ikisi Saddam’ın ruhunu taşıyor adeta.

İçimize çöreklermiş zulüm ve istidadı sevmeseydik, dünyanın dört bir yanı hürriyet ve demokrasiye kavuşmuşken biz niye hala cuntalarla, krallarla, seçilmiş diktatörlerle uğraşıp duralımdı ki?

Bizim yurtlarımızda da, bireyin hakkının her şeyden âli tutulduğu bir adalet ortamı var edilmezse, Ortadoğu’nun da insanlığın da geleceği karanlıktır.

Kur’an, bireyin hakkını devletin bekasından bile üstün tutuyor!

Biz ise insanımızı hırpalamak için bahane arıyoruz. En küçük bahaneyi en büyük delil haline getirip insanlarımıza zulmetme vesilesi yapıyoruz.

Söz gelimi PKK! Gerçekten de bizim baş belamız olmuş ve her gün canımızın yanmasına neden olan bir terör örgütü. Desem ki, “devletimiz, onların ele geçirilmiş olanlarına karşı bile adil davranmayı becerebilmeli” bana, siz bile köpürürsünüz. Oysa en çok da böyle anlarda adalete ihtiyacı vardır insanlığın!

Kur’an sık sık “Vela teziru vazireten vizre uhra” (Birinin hatasından diğerini; yani kardeşini ve yakınını mesul tutmayın!) der. Suçun bireyselliğini hatırlatır. Ve cezada ve kısasta mütakbiliyet arar. Cinayeti sabit olmuş canileri (Öcalan gibi) AB dayatması yüzünden affetmeniz nasıl adalet değilse, suçu sabit olmamış insanları (teröristmiş gibi) yargısız infaz etmek de adil değildir.

Yoksa malına, canına, vatanına kast edeni öldürmek her hukukta meşrudur. Hele teröristin çatışmada öldürülmesi aynıyla haktır ve bu konumuz dışındadır.

Onların da ele geçirilenine yine adalet ve insafla muamele etmelidir devlet. Zaten adaletsizlik değil mi ki, bütün bunları başımıza açtı. Biz, giriş paragrafında sözü edilen konularda adil olabilseydik bunlar başımıza gelmezdi.

Bu devlet cinayet işlememiş PKK’lıya bile adaletle muamele edebilmeli ki, büyüsün, gelişsin ve yaraları kısa zamanda sarabilelim.

Hz. Ali ile bir Yahudi’nin mahkemesi vardır tarihte. Devesiyle giderken Hz. Ali yularını düşürür. Farkına varmaz. Arkasından gelen bir Yahudi yuları alır. Sonra da çarşıda satmaya kalkar. Hz. Ali yuları görünce onun kendi yuları olduğunu söyler ama Yahudi red eder. Hz. Ali onun tutup zamanın kadısına götürür. Kadı ikisini de dinler ve Hz. Ali’yi kanıt yetersizliğinden dolayı haksız bulur, yuları Yahudi’yi verir.

Olayı hayretle izleyen Yahudi şaşırır ve ‘evet bu yular Ali’nindi. Deveden düşünce aldım. Bir kere de benimdir dedim diye yalanımı sürdürdüm. Ama görüyorum ki sizdeki adalet mükemmel. Müslüman olmak istiyorum’ der ve olur. Taa Sifin savaşında şehid oluncaya kadar da Hz. Ali’den ayrılmaz.

Adalet bu kadar güçlü bir iksirdir. Bu bahsi yine Bediuzzaman’dan bir alıntı ile bitirelim:

“Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. (…) Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür” (Mektubat, s.57)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir