İstanbul İlim Kültür Vakfı’nın geleneksel ‘Uluslararası Bediuzzaman Sempozyumları’nın 10.su bu yıl 22-24 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilecek. Konusu da Nübüvvet!
Yani neden insanlığın peygambere ve peygamberlik müessesesine ihtiyacı var, bu tartışılacak!
Prof. Dr. Faris Kaya, bu tür hizmetlerin kompetanı olmuş. Yine yüzlerce uluslararası bilim adamı ve araştırmacının katılımını ve birbirinden ilginç tebliğlerin sunumunu sağlamış. Hakikaten tebrike şayan!
Birkaç zamandır şu meseleyi yazmayı, duyurmayı düşünüyordum. Ancak hal-i âlemden dolayı elim varmıyordu.
Daha doğrusu hangi yüzle günümüz insanlığının önüne çıkıp, nübüvvetin gerekliliğinden, nebilerin insanlığa kattığı güzelliklerden ve onlar eliyle insanlığa sunulmuş merhamet ve şefkatten söz edecektim?
Hangi ümmetin hali, insanlığa örnek diye sunulabilecekti ki “bakın işte nebilere uyanlarla uymayanlar arasındaki fark budur!” diyebileyim!
En kadim bir hikmet yurdu olan Hint, sonunda bir tür putperestlik olan Budizm’de karar kılmış. Bir hayvanı, yani ineği yarı tanrı mertebesine çıkarmayı aklına sığdırabilmiş!
Çin ve onun etrafındaki dünya, biraz daha dünyevi zenginlik için, önünde insanlık doğransa sesi çıkmayacak gibi duruyor. Hak, adalet ve merhamet umurunda bile değil… Varsa yoksa insanlık için tam bir terminatör olan Amerikan Makinasından daha büyük bir yıkım makinesi icat etmek. Yahut onun karşısında durabilmek!
Rusya’ya hem Hristiyan ümmeti çerçevesinden bakılabilir, hem tanrı tanımazlığı esas almış komünist bir yapılanma olarak… Çünkü Rus toplumu hala arafta! Tam olarak ne olduğu belli değil. Hristiyan mı, tanrıtanımaz komünist mi, yoksa formatı bozulmuş ve dağılmış bir pazıl mı? Zaman zaman insanlık adına doğru duruşlar sergilese bile sonunda tavrını elde edeceği dünyevi çıkarlar uğruna tavır değiştirilebiliyor. Aşırı derecede pragmatist… İnsanlık için, beşer için bir şey yapmak gibi bir derdi var mı bilmiyorum. Kim daha çok menfaat sağlasa ondan yana geçiyor!
İşte görüyorsunuz, dünyanın birçok meselesinde Rusya –ki komünizm o halkı esir almadan önce en mutaassıp Hıristiyanlar ve en baş Osmanlı düşmanı onlardı- kendi menfaatine dokunmuyorsa Amerikan tilkisinin hiçbir dalaveresine ses çıkarmayan bir ayıya dönüşmüş. (Suriye meselesinde takındıkları tavır, 200 yıllık ‘derin stratejileri’ olan ‘sıcak denizlere açılma’ hülyalarına Suriye’nin cevap vermiş olmasındandır. Yani Suriye’deki üslerini kaptırmamak için öyle dik duruyorlar. Yoksa insanlık erdemi, adalet duygusu ve merhamet anlayışı kaynaklı değil tavırları! Suriye konusundaki tavırları yine de Amerika’nın tavrından daha ilkeli)
Bunun dışında kalan tüm dünya -Belki uzun süre formatlarıyla oynandığı ve adeta mankurtlaştırıldıkları için eski Türk yurtlarında yaşayan kavimleri (Türki cumhuriyetleri) de ayrı tutmak gerekiyor. Onlar hala mazlum ve henüz dünyada yaşanan vahşiliklerin tam da farkında değiller- bir dine mensuptur ve bir peygambere ümmettir.
“Şefkat peygamberi” olarak gönderilmiş, bir yanağına vurana öbür yanağını da gösteren, kendisinden gömlek isteyene ceketini de veren, Tervat‘ın on emrinden biri olan ‘adam öldürmeyeceksin’ emrini, yeterli bulmayıp, “Hayır bu yetmez; adam incitmeyeceksin” diyen bir nebinin, bir ulu’l-azm peygamberin ümmeti olduklarını iddia eden şu Hristiyanlara bir bakın. Acaba yeryüzünde akan hangi kan ve gözyaşı onların eseri değil? ‘Savaşmanın haram olduğu’ bir dinin mensupları bugün en yıkıcı, in helak edici silahlara sahip bulunuyorlar. Onlara vaad edilen “göklerin melekutu” olduğu halde, yerin tüm nimetlerini ellerinde tutak için ‘Rabbin Devesi’ni kesmeyi bile göze almışlar… Sömürgecilik denilin belayı insanlığın başına sardılar.
Bugün yaptıklarıyla insanlığı helake götüren, kendi tabirleriyle ‘Tanrıyı kıyamete zorlayan’, Rabbül alemine “Yazık ki İblis, insan hakkındaki zannında haklı çıktı” (Sebe,20) dedirten, Beniisrail‘in (Hz. Musa ümmetinin) en şeytani örgütlenmesi olan ‘Siyonistlerin uşakları haline gelmiş’ Hıristiyanlar –Neoconlar– değil mi?
Şimdi siz hangi yüzle çıkıp insanlığın önüne, ‘Hz. İsa Şefkat peygamberidir, insanlığın kurtuluşu için kendini feda etmiştir’ diyebilir ve peygamber sevgisinden, peygamberlerin insanlığa getirdiği merhamet ve adaletten söz edebilirsiniz?
Kendilerini, asırlar boyu ‘Rabbin Halkı’ diye insanlığa yutturan, kutsal kitaplarda adı geçen 25 peygamberden yirmisine ev sahipliği yapmış şu halk, beş binyıllık insanlık geçmişi içinde her dönemin en rezil, en müptezel ahlaksızlıklarına çanak tuttular. Yeryüzünde fuhşu müessese haline getiren ve paracıklarını korumak için kızlarını kullanmayı bir dini görev telakki eden Yahudilere şunca peygamber gönderilmişken, ellerindeki “hüküm, hikmet ve rahmet” içeren Tevrat‘a rağmen, İslam’a ve insanlığa karşı bu kadar kin ve nefret beslerken, hangi mazlum halklara nübüvvetten ve onların getirdiği adalet ve merhametten söz edebiliriz?
Hangimizin hali, merhamet ve din adına insanlığa gösterilecek temiz bir numune teşkil ediyor?
İşte Müslümanlar! Bir buçuk milyar insan! İnsanlık ailesi içinde bir gramlık itibarları yok. Kendi kardeşlerini hunharca doğrayan, kimyasal silahlar kullanarak, dindaşına ve yurttaşına haşerat muamelesi yapan şu insanların hangisine insan yahut Müslüman diyebiliriz?
Ve fakat kim bunların Müslüman olmadığını söyleyebilir?
Ez kaza şu yurtlarda doğmasaydık, Müslüman bir anne babanın çocuğu olmasaydık, hangi Müslümanın hali sizi onlar gibi olmaya imrendirirdi? Sen ey Müslüman hangi Hristiyan’dan daha insani görünüyorsun ki sana ve senin dinine hürmet edilsin? Birbirinizi vahşice katlediyorsunuz. Birbirinizi sevmiyorsunuz. Düşmanlık etmeyi sevmeye tercih ediyorsunuz. Hiçbir haliniz İslam’a uymuyor, hiçbir haliniz Kur’an’a mutabık değil, hiçbir yaklaşımınız rahmani değil ve hiçbir adımınız Resululahın izini takip etmiyor! Ey kendi kardeşini katleden cani, senin adından başka İslam ile alakalı neyin kalmış ki adaletten, merhametten, alicenap kuşatıcılıktan söz edeceksin?
Riealite bu! İnsanlık öyle derin bir fetrette ki, eğer peygamberler hala geliyor olsaydı, “tam vaktidir gelmesi bir peygamberin” derdim! Zaten tam da böyle zamanlarda ortaya çıkarlardı o görklü nebiler. Onlar hep insanlığın en karanlık anında zuhur edip parıldadılar.
İşte insanlık yine derin bir karanlık ve cahiliye asrını aratacak bir vahşet içinde kıvranıyor… Duaların kabul görmediği, merhamet dilendikçe gazabın arttığı bir dönem yaşıyor yeniden insanlık!
Tam da öyle zamanlarda Rabbin rahmeti insanlığa ulaşmıştır. Ölmüş kalpleri, yeni bir dokunuşla diriltmek, unutulan merhameti yeşertmek ve adaleti bir kere daha yüceltmek için…
Evet, mevcut dini anlayışlar tam bir tıkanma yaşıyor. İnsanlık bir çıkmaza girmiş. Dünyanın gidişatı ile Suriye’deki gidişat aynı. Hiçbir mesele çözülemiyor. Güçlü devletlerin idealleri yok. Osmanlı’nın “aleme nizam vermek” gibi bir derdi vardı. Adalet olmazsa olmazdı. Amerika’nın, Rusya’nın Çin’in öyle bir kaygısı da yok. Beşerin hali, bir nebi beklendiği zamanlardaki kadar karanlık, çaresiz ve sessiz!
Bu sempozyum, yeniden adaleti hatırlamak, insanlığın merhamet damarını yeşertmek için bir çare olabilir mi bilmiyorum. Dünyanın dört bir yanından ve her ümmetten katılımcılar var. Acaba bu birliktelikten yeni bir kalbi deklarasyon üretilebilir mi? İnsan olduğumuzu hatırlamaya yetecek bir ders çıkarılabilir mi? Gelmesi ve İslam’a ittiba etmesi beklenen İseviyet manasının yeniden parıldamasına hizmet eder mi?
Hakikaten beşer, bir nebi dokunuşuna çok muhtaç! Hiçbir dönemde merhamete bu kadar muhtaç olmadık zira!
Bilmiyorum, Bediuzzamanın, öngördüğü müsbet hareket ve uhuvvet anlayışı yeterince anlatılabilecek mi? Mademki bir nebi gelmeyecek, onun, Kuran şemsiyesi altında, beşerin yaralarını sarmak için önerdiği bu yeni Nurani açılım, lazım olan merhamet ve adaletin tesisi için yetebilecek mi?
CHP’NİNİ ALTERNATİF ZİYARETLERİ
Ben deniz, CHP’nin şu sıralarda, komşu devletlere yaptığı alternatif ziyaretleri önemsiyorum. Osman Faruk Logoğlu aklı başında bir diplomat. Bence bu ziyaretlerle ‘büyük bir devlet’ olduğumuz görüntüsü verildi.
Her ne kadar oralarda verilen beyanatlar ve yaklaşımlar AK Parti tarafından ihanet gibi algılanıyorsa da, bence bir ülkenin birden fazla politikasının bulunması önemlidir. CHP’nin ülkeyi satacağını söylemek zordur. Tabii ki biliyorum, Ak Parti iktidarı zayıflasın diye CHP herkesle işbirliği yapar. Ama herhalde bu ülkeye ihanet edecek değiller? Hele başlarında Logoğlu gibi bir vatanperver varken!
Evet, Türkiye büyük bir devlet ve birden fazla politikası ve yaklaşımı olabilir. Tabii ki iktidar Türkiye’nin tavrını belirliyor. Ve kim ne derse desin, iktidar son denemde yürüttüğü politikalarla, -politikaları ne kadar doğru da olsa- yer yer açığa düşmüştür.
Benim kanaatim, Türkiye’nin, müttefikleri tarafından sık sık açığa düşürülmesi maksatlı bir politikadır ve Türkiye’nin yükselen itibarını zayıflatma ve yok etme amaçlıdır. Bu da maalesef başarılmıştır.
Sadece iki sene önceye kadar sıfır sorun politikası izleyen, Suriye dâhil tüm Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içine giren Türkiye, -özellikle de Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışından sonra İslam dünyasında parlayan yıldızı- başta Batılılar olmak üzere, bölge üzerinde beklentileri olan tüm ülkeleri harekete geçirdi.
Eğer Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin başlattığı dış politikadaki açılım sekteye uğramadan devam edebilseydi, tabii ki büyük neticeler alınırdı. Yazık ki iyi niyet yetmiyor. Strateji hatası da yapmamak gerekiyor. Vakti gelmeden atılan adımlar hep başa iş açmıştır. Daha önce de bir yazımda buna temas etmiştim. Meclis çatısı altında genel başkan gibi konuşmak doğru değil. Bu, Türkiye’nin politikalarını zora sokar demiştir. Hatta “İsrail’e tokat vurmakta bile acele ettik sanırım”, diye not düşmüştüm… Galiba şimdi ceremesini çekiyoruz…
Olaylar hiç de arzu ettiğimiz ve düşündüğümüz gibi gelişmiyor. Aksine hep biz açığa düşüyoruz. Önce Türkiye’yi güvendiriliyor sonra desteksiz bırakılıyor. Bu kaçıncı olay. Maalesef mevcut dış işleri ekibiyle önümüzdeki dönemi sağlıklı geçiştirebile imkânımız kalmamış gibi görünüyor.
O açıdan CHP’nin bu alternatif ziyaretlerini önemsiyorum. Çünkü Türkiye’nin ilişkileri ve bekası AK Parti iktidarının bekasından daha mühimdir. CHP’nin şu ziyaretlerini yürütmesi için Sayın Loğoğlu‘nun yetkili kılınmış olması da Türkiye için bir şans.