Biz yıllardır şiddet-basın ilişkisinden yakınırız ve basını şiddet olaylarının artamasında vasıtalık ettiği için kınarız.
Geçtiğimiz Cumartesi günü ise Kanal-7’de Medya diye bir proğram hazırlayan Ahmet Tezcan, konuyu başlı başına işledi…
Ahmet bey kardeşimiz, bir de uzman davet etmişti. Sosyolg bir gazeteci; Emre Aköz…
Ama sanırım Ahmet kardeşimizle Emre beyin ayrı tellerden çalmaları yüzünden proğramdan beklenen alınamadı…
Ahmet Beyin amacı galiba basını mahkum etmekti… Emre Bey ise ihaklı olarak, sürekli şiddetin kaynağına dikkat çekiyor ve şiddetin yaygınlaşmasında Medya’nın pek de sanıldığı kadar suçu olmadığını savunuyordu…
Bize göre haklı olan Emre Beydi.
Ancak Emre beyin de galiba gözünden kaçan birşeyler vardı…
Bugün insanlığın yaşadığı şiddet, basının şiddete pirim vermesinden kaynaklanıyor değil. Şiddet doğrudan doğruya yaşadığımız medeniyetin bir sorunudur… Bu medeniyetin “insan” tariflerinden, insanı biçimlendirmesinden kaynaklanıyor…
Çağdaş medeniyetimizin temelinde sevgi yoktur, nefret vardır; fedakarlık yoktur, menfaat vardır; aşk yoktur, seks vardır…
Çünkü batının tarif ettiği insan egoist, bencil, menfaatçi ve tekilcidir… Kendisi toksa, komşusu açlıktan ölse bile umurunda olmaz… Kendi cinsine karşı vicdani hiç bir sorumluluğu yoktur…
Hazlarda sınırsızdır… “Başkanısana zarar vermediği takdirde” istediği her şeyi yapabilir.
İşte asıl sorun buradan başlıyor… “Başkasına zarar vermemek” bunun ölçüsü yoktur. Her ne kadar “belirleyici” gibi görünüyodrsa da bu sınır, son derece aldatıcıdır…
Zira vicdani kontrolünü kaybetmiş bir insan için hiç bir sınır kalmaz…
Ve bugünkü medeniyetin eseri olan insanın ne vicdani kontrolü kalmış ne merhamet ve hürmeti…
* * *
Çünkü Batı medeniyeti beş menfi esas üzerine oturmuştur;
Birincisi: Kuvvete dayanmasıdır.
Bu medeniyyet kuvvetli olanı haklı da buluyor… O yüzden de “tecavüz” ve “saldırganlık” tabiatının gereğidir…
İkincisi: Asıl maksadın menfattir.
Asıl amaç menfaat olunca başarı, bizzat tanrı haline geliyor. Ne olursa olsun başarmak ve istenileni elde etmek temel güdüsüyle hareket eden bir fert veya millet, o amaca ulaşmak için her türlü gayrı insaniliği -Bosna ve Çeçenistan’da olduğu gibi- meşru görür.
Bunun sonucu, başkalarının kanını emerek beslenmaktir… Gücü gücü yeteni ezmektir…
Üçüncüsü: Hayatı, büyüğün küçüğü yuttuğu bir mücadele bilir…
Böyle olunca zayıfın, çaresizin yaşamaya hakkı yoktur. Kavgada yenik düşen hayatını da vermelidir.
Bu anlayışın kendisini en iyi açığa vurduğu yer, şiddet filmlerinde görülen ve “Ölüm Döğüşü” denilen sporlar(!)dır. Meydana çıkanlardan birinin yaşamaya hakkı vardır… Seyirciler de hep bir ağızdan “öldür öldür” diye bağırırlar…
Dördüncüsü: Kitleler arasındaki rabıtası, diğerini yutmakla beslenen ırkçılıktır…
Bunun en iyi tezahürü İtalya ve Almanya’da oldu. Buralarda devlet bazında ortaya çıkıp insanlığın başına bela olan ırkçılık, çağdaş medeniyetin insanlığın başına sardığı bir beladır…
Çünkü milletin tarifini kan bağına dayatan ikinci medeniyet, bu Medeniyettir. İlk uygulaması ise Mısır Firavunlarında görülmüştür…
Bunun sonucunun neler olabileceğin, ikinci dünya savaşında bütün dehşetiyle yaşadık…
Beşincisi: Bu medeniyetin en temel hizmeti, heva ve hevesleri uyandırmak, nefsin iştahını kabartmak ve sonra bu hazların tatminini ve tatmin yollarını kolaylaştırmaktır.
Bütün hayatı, bedeni hazların ve şehvetin tatmininden ibaret bilen bir insan, sonunda şehvet yataklarına yuvarlana yuvarlana melekiyetten kelbiyete iner. Yani ulvi bir hayattan süfli bir hayata sürüklenir. (Köpeklere duyulan aşırı ilgi, bu sırrın gizli bir remzi olmasın!)
Böylece insan menen mesholmuş olur. İnsanlıktan çıkar. Sireten olduğu gibi sureten de canavarlara dönüşür. Artık onu hiç bir kanun ve kalbi ölçü bağlamaz…
Çağdaş medeniyetimizin tarif ettiği insan tipinin, içini dışına çevirseniz, şu medenilerin çoğunu, kurt, köpek, sırtlan, tilki suretinde göreceksinizl…
Eh, böyle çakallardan, sırtlanlardan, tilkilerden kurtlardan oluşan bir güruhtan şiddetin zuhur etmesi gayet tabiidir…
* * *
İnsandan, insanın yüreğinden, Allah’ın rızasını, yardımı, fedakarlığı, merhameti, büyükten küçüğe şefkat, küçükten büyüğe hürmeti kaldırırsanız, mukaddesatı yok ederseniz, insanın tabiatı zehirli bir zemine dönüşür…
Bu zeminden de sadece ve sadece, sadistlik, zulüm, vahşet ve şiddet çiçekleri açar… Asıl sıkıntımız bu… Basının bu çiçekleri göstermesi veya medyanın bu çiçekleri bukle bukle sergilemesi değil…
Basının bu şiddetteki payi bir ise, hukuk sisteminin yüzdür…
Basının bu şiddetteki vebali bir ise, kapitalist zihniyetin vebali bindir…
Basının bu şiddetteki ceremesi bir ise, demokrasinin yüz bindir…
Bu demokrasi denilen acılı zehir, her ne kadar bir tiryak ise de yanlış istimalden dolayı, insan tabiatını zehirleyen bir semm-i katil olmuştur… Bir baldıran gibi insanlığı zehirliyor…
Bu demokrasi değilmi ki insana homoseksüel olma, lezbiyen olma, afyon kullanma, kendi kendisini öldürme hürriyeti veriyor… Öyleyse basına söyleyecek çok az sözümüz var…
Çünkü basın aynadır. O aynaya yansıyan suret vahşetle bulanmış bir sırtlan yüzü ise ayna ne yapsın…
Siz insanı merhametsiz ettiniz, siz insanı mukaddesatsız bıraktınız, siz insanı Allah’ından ayırdınız, siz insanı sevgiden mahrum ettiniz…
O da şimdi merhametsizliğini, saygısızlığını, Allahsızlığını, sevgisizliğini size sunuyor… Ne ekerseniz onu biçersiniz…
Sayın Emre Aköz, işin nereden kaynaklandığını görüyor ama, sebeplerini itiraf etmekten korkuyor… “Ekonomik” deyip geçiyor…
Yanlış yapıyorsunuz. Sayın Emre Aköz. İtiraf edin ki, insanın iman temellerini kaybetmesiyle düştüğü açmazlar ekonomik sıkıntılardan daha yakıcıdır…
Oraya gelin oraya. Asıl oralarda çareleri arayın… Ahmet kardeşimiz de boşuna nefes tüketmesin, basına bir gol atacağım diye…
Basın da tıpkı diğer kurumlar gibi tefessüh etmiş medeniyetin zehirli bir çiçeğidir, o kadar…
Mete Buluthan