Malumunuz, Anayasa değişikliği çıkmaza girdi. Böylece hükümet, Batı’ya verdiği sözleri zamanında yerine getirmeyecek… Bu da bizimkilerin, Batılı patronları tarafından azarlanmalarına sebep olacak.
Eee, gidip oradalarda birilerinden “dindara ve dindarlığa” karşı yardım isterseniz, böyle bedeller ödemek zorunda kalabilirsiniz.
Batı’nın bizden istediği “çağdaşlaşma”(!)
150 yıldır bizden hep aynı şeyi istediklerine göre biz bu işi yapamıyoruz anlaşılan. Çağdaşlaşmayı (!) beceremiyoruz. Yahut da onlar bizden ne istediklerini tam olarak bilmiyorlar!
Belki de biz anlamıyoruz. Onların bizden istediği çağdaşlaşma ile bizim bünyemiz birbiriyle çelişiyor…
Bize “insani değerlere değer verin” diyorlar…
Bir de bakıyoruz, insan hafsalasının alamayacağı çapta insani değerleri yok etme çabaları onlarda mevcut!
Bize diyorlar ki, “durumunuzu, insan hakları konusunda iyileştirin”
“Kabul”, diyoruz. Bir de bakıyoruz ki, arka bahçelerinde, insanlık ve insan hakları gündüz gözüyle katlediliyor, kılları bile kıpırdamıyor…
“Sınırlara saygılı olun” diyorlar…
“Eyvallah” diyoruz. Bir de bakıyorsunuz ki, birileri ayı kabadayılığı ile ortaya çıkıp, sivil şehirleri bombardıman ediyor, diğeri de “Petrol için her şeyi yaparım” diyor…
O zaman dönüp, “Benden tam olarak ne istiyorsunuz” diye soruyorsunuz, aldığımız cevap yine aynı:
-İnsan haklarına saygı duyun!
Fesübhanellah. Bu insan hakları ne menem şey ki, bizim taraftan bakılınca başka, onların tarafından bakılınca başka görülüyor…
* * *
Bir fıkra var.
Bir gün bir denizde fırtına patlar. Ve denizde bir gemi batar. Gemide kim var, kim yok boğulur. Sadece üç kişi kurtulur; iki erkek bir kadın!
Bu üçü yüzerek büyük çabalardan sonra bir adaya çıkarlar. Ada ıpıssız.
Kadın bir içim su. Harika mı harika…
Erkeklerin ise birisi saf mı saf, diğeri uyanık mı uyanık…
Uyanık olan -kaba tabirle- biraz da puşt.
Bizim uyanık, kadını kafaya koyar. Ne yapıp yapıp onu elde etmek ister. Kadının da gönlünü yapar… Ama bu kötü emellerini icra etmek için bir türlü fırsat bulamazlar… Çünkü saf vatandaş hep yanlarındadır…
Derken bizim uyanık çareyi bulur. Saf arkadaşına şöyle der:
– Arkadaş buradan kurtulmamız mümkün değil. Tek çare, açıklardan geçecek bir gemiye işaret verebilmek. Bunu yapabilirsek kurtuluruz. Aksi takdirde burada açlıktan, susuzluktan ölür gideriz.
Saf olan, “Peki ne yapalım” deyince, uyanık, fırsatı yakaladığını anlar:
-Sırayla şu ağaca çıkıp ufku gözetleyelim. Bir gemi falan geçerse işaret verelim…
Saf yine “olur” der.
Ve uyanık “önce ben nöbet tutayım” diyerek ağaca tırmanmaya başlar. Ağaca tırmanırken ikide bir arkasına dönüp saf olana bağırır:
-Yahu ayıp değil mi senin yaptığın. Çek elini kadının üstünden. O bizim emanetimiz. Ona dokunmak olur mu?
Saftirik adam saf saf etrafına bakar. Kadına değil dokunmak, onun yakınında bile değil… Arkadaşının söylediklerine bir anlam veremez…
Uyanık adam bir müddet sonra yeniden bağırıp çağırmaya, küfretmeye başlar:
-Kalk kadının üstünden! Güpe gündüz de bu yapılmaz ki! Elin namusunu kirletmeye ne hakkın var!
Bizim saftiroz yine şaşkın… Kendi kendine “Allah Allah, bu adama ne oluyor. Ben kadına dokunmuyorum ki” diye düşünür…
Derken ağaca çıkma sırası saf vatandaşa gelir. Bizim “saf” ağaca tırmanmaya başlar… Uyanık ise “fırsat bu fırsat” diyerek kadının tepesine çöker…
Zavallı saf aşağıya bakar ki, “uyanık”la kadın alt üst olmuş, kumlarda debeleniyorlar. Bizim saf karar vermiş:
-Allah Allah, demek buradan bakınca böyle görünüyormuş. Adamın günahını almışım!
Evet işte Avrupa ile bizim halimiz bu.
Biz onun her işini hayra yoruyoruz. O ise her hareketimizi “puşt”luğuna alıyor. En masum savunma hareketlerimize bile “insan düşmanlığı” ve “çağdışılık” yaftası vuruyor.
Şimdi bizden anayasamızı değiştirmemizi istiyorlar. Sureta haklıdırlar da! Ama gelin görün ki hiç bir talep onları tatmin etmiyor. Çünkü niyetleri farklı.
Adamlar dünyayı kimseyle paylaşmak istemiyorlar, ondan istifade edebilecek birini gördüler mi katakullilerle saf dışı bırakıyorlar…
Türkiye’ye yaptıkları da budur…
Ticaretin bir tarifi de, “uyanıkların, aptalların sırtından geçinme sanatı” değil mi?