24 Kasım 1928 yılında Bakanlar Kurulu, acaba Mustafa Kemal’e “Başöğretmenlik” unvanını vermeseydi, bugün öğretmenleri hatırlayabilecek miydik?
Bizde batı özentisi maalesef, birçok değerlerimizi yitirmemize sebep oldu. Bizim kültürümüzde anneler günü olmaz. Bizim kültürümüzde öğretmenler günü olmaz. Keza babalar günü, sevgililer günü olmaz, yaşlılar günü olmaz.
Çünkü bizim hayatımız zaten bunların etrafında örülmüştür.
Bir toplum düşünün ki; annesini yılın sadece bir gününde hatırlıyor. Bir toplum düşünün ki, sadece bir gün öğretmeninin meselelerine eğilebiliyor. Bir toplum düşünün ki, “sevgili” kabul ettiği bir varlığa, 365 günde sadece bir gün zaman ayırabiliyor.
***
Batı medeniyeti, temel felsefesi açısından bencil ve menfaate yönelik olduğu için, kudsi değerleri görmezlikten geldi. Bu medeniyet çerçevesinde oluşan hayat tarzı da egoizmi ön plana çıkararak, sosyal toplum olma yolunda ferde düşen bütün sorumlulukları devlete yıktı.
Bizim toplumda ise ana, hayatın temelidir. Cennet, anaların ayakları altındadır. Ana kutsaldır. Ana baba hakkı kutsal kitabımızda Allah’a iman ile birlikte anılmıştır. Ana hakkı en azizdir. Onu bir yılın sadece bir gününde hatırlamak, bizim hayat tarzımızın kitabında yazmaz.
Öğretmene gelince… Onun hakkı ana baba hakkından bile azizdir. Hz. Ali’nin güzel bir sözüyle vecize haline gelen “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” yaklaşımı, asırlar boyu eğitimimizin temeli olmuştur.
Muallim, toplumu toplum yapan aziz bir mürşittir. Eskilerin öğretmene verdiği değer çocuklarını ona teslim ederken, söyledikleri şu sözde gizlidir.
-Eti senin kemiği benim!
Elbette ki, bu öğretmene çocuk üzerindeki sadist duygularını tatmin etme hakkı vermez. Aksine, ilim ve irfana duyulan saygıyı ifade eder.
***
Eski toplumumuzun bu yaklaşımı Cumhuriyet tarihimizin ilk yıllarında da etkisini göstermiştir. O dönemlerde en yüksek memur maaşı öğretmen maaşıydı. Çünkü, öğretmen hayatı kuran, geleceğimizi hazırlayan, bizi biz yapan insandır.
Ne acıdır ki, muaassır medeniyetler seviyesine çıkmak için verdiğimiz emekler, aldığımız tedbirlerin, bizi sürüklediği hayat tarzı, sonunda öğretmeni bir hiç haline getirdi.
Cumhuriyet’in evvelinde Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine getirmek gerekçesiyle yapılan inkılaplar, ıslahatlar ve bunun neticesinde ortaya çıkan yaklaşım biçimi, bizi önce dini ve milli değerlerimize karşı soğutmuş, sonunda da insanımızı ilme, erdeme ve öğretmene karşı duyarsız hale getirmiştir…
Toplumun, öncelikli değer yargısının manevilikten maddiliğe doğru zemin kaydırması öğretmenlik dahil, bizi biz yapan bütün manevi kurumları zedelemiştir.
Hele 80’li yıllardan itibaren empoze edilen anlayış, insanımızı kelimenin tam anlamıyla çıkarcı ve bireyci yaptı.
Hayatta, bilgi yerine işbitiriciliğin, erdem yerine hokkabazlığın revaç bulması, bizleri, kişileri parasıyla ölçme noktasına getirdi.
***
Şimdi düşünün ki, öğrenci, karşısındaki öğretmeninin aç olduğunu biliyor. Onun kaç kuruş kazandığının da farkında. Babası ise, onu satın alacak kadar zengin. Her şeyin para ile ölçüldüğü bir ortamda bu öğrenci ağzı kokan öğretmenine nasıl itaat etsin. Onun söylediklerine nasıl itibar etsin.
Bir öğretmen eşi olarak, öğretmenlerin, öğrencilerin karşısında yaşadıkları psikolojik ve ahlaki ezikliği çok yakından biliyorum.
Öğretmenler, büyük ekseriyetiyle bugün de elleri öpülecek fedakarlıkta. Bir çoğu, bütün bir yılı bir çift ayakkabı, bir takım elbise ve bir iki gömlekle kapatıyor. Bununla birlikte, maalesef onların üzerinde de bir takım şaibeler dolaşıyor.
Benim öğretmenler ve polisler hakkındaki kanaatimi az çok biliyorsunuz. Ben bu iki kurumun, Cumhuriyetin Yeniçerileri olduğuna inanıyorum.
Bu kesimlerdeki sıkıntılar, zamanında giderilmezse, ilerde Cumhuriyetin başını yiyecek çapta olduğu kanaatindeyim.
Bu iki kesim tok olmak zorundadır. Çünkü öğretmen hayatı kurandır, polis onu koruyandır. Bu iki kesim açsa, hayatı nasıl kursunlar ve onun erdemlerini nasıl korusunlar?
Öğretmenlere de bir iki sözüm var. Eğer ellerinden geliyorsa, şu öğretmen gününü protesto etsinler. Böyle bir günü kabul etmek, diğer günlerdeki ezikliklerine razı olmaları anlamına gelir. Öğretmen senenin bütün günlerinde aziz olmalı…
Bir öğretmen -veli görüşmesinde tanık olduğum hadiseler yüreğimi parçalamıştı. Çünkü veli, maalesef, bazen öğretmen karşısında öğrenciden bile daha küstah olabiliyor.
Okullarda disiplin kurulları çalışmıyor. Öğrenciyi edep dairesine çağıran öğretmenin başına nelerin gelebileceğini ancak Allah bilir. Çünkü öğretmen bir öğrencisine “Gözünün üstünde kaşın var” bile dese, bir siyasinin hışmına uğrayabiliyor.
Bugün öğretmen, maalesef kıtıpiyoz siyasetçilerin, egolarını tatmin aracı haline gelmiştir. Öğretmenleri sürdürerek, güç mastürbasyonu yapıyorlar. Bunun sayısız örnekleri verilebilir.
Eğit-Sen ve Eğit-Bir bir iş yapacaklarsa, bu uyduruk günün kaldırılması yönünde çaba harcamalılar. Bir günlük itibarı -ki o da kerhen alınmış birkaç demet çiçek ve bir kutu çikolatadır- reddetsinler…
Bir de, erdemlerini korumak için, aralarına karışmış üçkağıtçılara ve öğrenci sömürücüsü öğretmenlere fırsat vermesinler. Anadolu tabiriyle “Bir kötü buzağı bir nahırı (sürüyü) bozar-” Nitekim bozuyor ve biz de biliyoruz.
Bu vesile ile bugüne kadar bana emeği geçmiş bütün öğretmenlerimi saygıyla, hürmet ve ihramla anıyorum. Yaşıyorlarsa şerefle ellerinden öpüyorum. Ahirete irtihal edenlere Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum.