Tao yol demektir. Bizdeki tarikat kelimesinin tam karşılığı.
Ancak zaman içinde bir din gibi algılanmıştır…
Taoizmin kim tarafından kurulduğu tam bilinmemekle birlikte MÖ. 4. asrın sonları ve 3. asrın başlarında yaşadığı belirtilen Lao‑dzı, kurucu olarak geçer.
Ancak bu felsefenin günümüze ulaşmasını sağlayan üç eser var. Hepsi de aynı dönemlerde kaleme alınmıştır. Bu metinlerden biri kurucu Lao‑dzı‘ya, biri Cuang‑dzı’ya, diğeri ise Tao‑dı‘ya aittir. Felsefe adını bu üçüncü şahıstan alır. Çünkü felsefeyi bir ekol haline getiren ve sistemini kuran Tao‑dı‘dır.
Tıpkı Mevlevilik gibi. Kurucusu Mevlana olmasına rağmen, sistemi kuran oğlu Sultan Veled‘dir.
Taoculuğun genel felsefesini kavramak için bu üç eseri birlikte ele almak gerekir. Birbiriyle çelişen tarafları varsa da birbirini tamamladıkları da görülür. Elbette ki Taoculukla ilgili eserler bu kadar değildir. Bu ekol sayısız yazar yetiştirmiştir ama elde kalan eserler üçtür…
Bu felsefenin temeli “gerçeğin tekliği” ilkesine dayanır. İnancın kökeni “vahdet” tir. İslam inancı’nda herşeyin Allah’a döneceğine inanıldığı gibi Taoculukta da herşeyin aynı asla döneceği ilkesi mevcuttur…
Gerçek tektir. Bunun dışında kalan her şey teferruattır ve siz müdahale etseniz bile neticeyi değiştiremezsiniz. Öyleyse müdahale yararsızdır. Boş çabadır…
İslam literatüründeki Cebriye mezhebiyle hemen hemen aynı görüşü paylaşırlar. Cebriyeciler de bildiğiniz gibi insan iradesinin anlamsızlığına inanır ve insanın ilahi takdir karşısında rüzgarın önündeki yapraklar gibi olduğunu ileri sürerler…
Taocular’ın tek olarak tanımladıkları “gerçek” hem aşkın hem içkindir. Yani hem zahir hem batındır. Ama esar doludur ve tanımlanması imkansızdır… O, en yücedir. İnsan aklının kavrama alanının dışında kalır. İnsan teslimiyet ve konsantrasyonla onun varlığını hisseder ve yaşar…
Yüce Gerçek’in tecellileri ne kadar zıt ve birbirine aykırı da olsa, görünürdeki bütün çelişkiler ve ayrılıklar, onun yüceliği içinde erir ve kaybolur… Yin (hayır) ve yang (şer), iyi ve kötü, çirkin ve güzel, iman ve küfür hep ondandır…
Bir insanın en büyük erdemi Tao ile birleşmedir. Yani “Fena fillah”. Bu mertebeye gelen insan bazı egzersizlerle (nefes alıp vermeyi düzenlemek gibi) ölümü yok edemez ama yaşama süresini uzatabilir…
Çin’deki Han‘lar dönemine kadar Taoculuk bir mezhep, bir tarikattır. Bu dönemde felsefe dini bir kisveye bürünür. Din halini alır. Daha sonra Budizmin de etkisiyle gerçek yapısından uzaklaştı. Bugün tartışılan şeklini aldı…
Tıpkı Hırıstiyanlık gibi. Tevhid ile başladı ve bir tür puta tapıcılık olan semboller dini haline geldi…
Bu dönemden sonra Taoculuğa, büyücülüğün, sihrin, şifacılığın ve haz alma tekniklerinin de karıştığını görürüz.
***
Günümüzde Taoculuk iki şekilde biliniyor…
Biri Tao felsefesi, diğeri Tao seksi…
Tao Felsefesi, malum. Tabiata uyumluluğu anlatır. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi olaylara, tabiata müdahaleyi gereksiz bulur. Siz ne kadar çabalasınız da nehirler kendilerine akacak bir mecra bulur ve denizde birleşir.
Bir divan şairimizin
“Söyleyenler kendüzin bilmez bilenler söylemez
Cuylar kim vardılar deryaya hamuş oldular”
şeklindeki mısralarında ifadesini bulan Taoculuk ‑ki aslında bizim tasavvufumuzu da etkilemiştir‑ eşyanın başlangıçta bir olduğu ve sonuçta da yeniden bir araya geleceği ilkesine dayanır…
Böyle olunca olaylara müdaha etmek, şu niçin şöyle, bu niçin böyle demek anlamsızdır…
Sayın Çiller’in Sayın Yılmaz‘ın politikalarına yönelttiği eleştiri bu çerçevede olsa gerek. Demek istiyor ki, Yılmaz, bir şey yapıyor görünse bile çabaları sonuçsuzdur. Onun önünü kapattığı nehirler, eninde sonunda bendlerini yıkıp DYP denizinde buluşacaklar…
Eğer benzetmesi bunu çağrıştırmaksa seçtiği tabir fazla uçuk. Çünkü bu benzetmeleri bizim kültürümüzden alacağı benzetmelerle de yapabilirdi…
Ama kendileri “yabancı” bağımlısı oldukları için bizden olmayan bir kavramla hasmını mars etmek istedi. Yalnız bu sefer Doğu’dan hatta Uzakdoğu’dan bir örnek almayı yeğledi.
Eh, bu da bir şeydir. Herhalde Macellan gibi Batı’ya gide gide Doğu’ya geleceklerdir. İnşallah bizim birçok müstağrib gibi sonunda İslam medeniyetini de keşfederler…
Taoculuğun ikinci versiyonu “Haz alma” tekniğidir. Yani Tao seksi…
Bunun da felsefesi kabaca “birleş, ama boşalma” felsefesine dayanır. Çünkü kudret, erkeğin belindeki sudadır. O, hayatın özü ve kaynağıdır. Onu israf etmemek gerekir. Bir taocu birleşir ama döllemez. Çünkü tohumunu ekmez.
Bu açıdan da tarlayı sürer, nadasa bırakır, beller ama ekmez… Dolayısıyla seks, neslin devamını sağlama vasıtası olmaktan çıkar sürekli bir haz kaynağı haline gelir. Ama amacından sapmıştır ve elde edilecek bir netice yoktur…
Tansu Hanım Taoculuğu bu yönüyle, Yılmaz için kullanmışsa çok daha “bilinçli” kullanmıştır diyebiliriz.
Yani demek istiyor ki, Yılmaz, politikacılık oynuyor, oyalanıyor. Memleket için yapabileceği bir şey yok. Olsa olsa nefsini tatmin ediyor…
Evet size kısaca Taoculuğu aktarmaya çalıştık ve siyasetimize yansıma biçiminin ne olabileceği konusunda bir iki egzersiz sunduk…
Herhalde Yılmaz‘ın da gardını alması gerekir. Bir de bakıyorsunuz, “Taoculuk” da tıpkı “iktidarsızlık” suçlaması gibi DYP’nin kalesine gol olarak döner…
Sayın Çiller‘in, muhalefete, niçin Taoculuk, iktidarsızlık gibi bizim toplumda seksi hatırlatan kavramlarla yüklendiğini izah etmeyi de Haydar Dümen’e havale edelim…
Doğrusunu isterseniz üzerinde politika yapılan ülke bizim ülkemiz olmasa, fevkalade keyif verici bir tuluat izlemenin zevkini ben de yaşayacağım…
Ama olmuyor. Canı çıkan benim ve benim halkımdır…